22. 08. 2018 Çarşamba
ABD ile aramız açık. Bu yeni de değil. Trump öncesinde yapılan kamuoyu yoklamalarında da ülkemizde ABD´nin fazla sevilmediği anlaşılırdı.
PEW adlı Amerikan araştırma şirketinin Trump-öncesi çalışmasında şu tespit yer alıyor:
?Türk halkının eğilimlerini ölçmeye başladığımız 2002 yılından beri (11 Eylül saldırısından hemen sonra) ABD´ye olumlu bakan Türklerin oranı hiçbir zaman 10´da 3´ü geçmedi. Ancak 2003´teki Irak Savaşı ardından Amerikan karşıtlığı yükseldi; o yıl her 100 Türk´ten 83´ü Amerika ile ilgili olumsuz görüş açıkladı. Bugün (2014) Türkiye´de yalnızca 100 Türk´ten 19´u ABD´yi seviyor, neredeyse her 4 kişiden 3´ü (yüzde 73) ise NATO müttefikine karşı.?
Türkler Amerika´ya nasıl bakıyor? (2002-2014)
Şimdilerde ise (2017) ülkemiz halkının büyük çoğunluğu (yüzde 72) ABD gücü ve etkisinin Türkiye için büyük bir tehdit olduğuna inanıyor.
Aynı türden bir araştırma bugün yapılsa sonuç ne çıkar, bir düşünün bakalım.
Oysa ittifak oluştuğu yıllarda (1945 sonrası) durum çok farklıydı.
Kırklı yılların sonunda çocuklar arasında yaygın bir oyun şarkısının sözlerini Baskın Oranşöyle hatırlıyor:
?Bir-ki-üçler, yaşasın Türkler/ Dört-beş-altı, İtalya (veya Polonya) battı/ Yedi-sekiz-dokuz, Alman (veya Ruslar) domuz/ On-onbir-oniki, Amerika birinci.?
O yıllarda dostlukta birinci sayılan ABD şimdilerde düşmanlar sıralamasında ilk sıraya oturmuş görünüyor.
Herkesin tatlı bir huzur aradığına inandığım şu bayram günlerinde sitemize misafir gelecek okurlara farklı bir şeyler sunmak amacıyla ?Amerika ile bugün geldiğimiz ilişki düzeyi belli, acaba başlangıçta durum nasıldı?? sorusuna cevap aradım.
Kendi özel tarihimden hatıraları paylaşmak yerine o yıllarda konuya eğilen yazarların görüşlerini aktarmak istedim. Bu amaçla eski defterleri, kitapları, dergileri karıştırmaya başladığımda, konuya ilişkin bölümleri de bulunan bir doktora teziyle karşılaştım.
Okuyacaklarınız o tezde yer alan alıntılar?
?Üç İstanbul´ adıyla bir de romanı bulunan, Mehmet Akif çevresinden Mithat Cemal Kuntaykatkıda bulunduğu gazetelerde gazetesinde şunları yazmış:
?On dokuzuncu yüzyılda teknik, güzel´den boşandı Kendi başına buyruk ve kendi kendine bir gaye olmaya yeltendi. O zamandan beri de çirkinlik, adeta moda oldu. Dört yanımız çirkin eserlerle sarıldı.? (Vatan, 8.6.1945).
?Evler birbirine, sokaklar birbirine, insanlar birbirine benziyor. Tek binalı, tek sokaklı, tek insanlı şehir ne tenhadır yarabbi!? (Son Posta, 13.2.1946).
?Bugünkü insanların dalaletini [sapkınlığını] kitaptan ziyade sahne idare ediyor. Başka milletlere şimdi bu vasıta ile Amerika saç takıyor, bıyık takıyor, hatta tebessüm takıyor. Yalnız gülmek, yalnız yürümek hususunda değil hatta dayak atmak hatta dayak yemek hususunda bile sanırım ki Amerikalı olmak ihtiyacını duyanlar yok değildir. İnsanlar esvap [giysi] giyerdi, şimdi moda giyiyor. Ve bilhassa Amerika modası.? (Son Posta, 25.1.1946).
Televizyonun, internetin olmadığı, yolculuğun bile hem zahmetli hem de pahalı olduğu o günlerde Amerika modasını sinema oluşturuyor.
Dönem yazarlarından Ali Rauf Akan?a kulak verelim:
?Birçok ithal malları döviz yoksulluğundan sınırlarımızdan içeriye giremezken memlekete akın eden şarkılı, sözlü, renkli, danslı bir ithal malı var: Film! Yabancı memleketlerden makine getireceksiniz, getiremezsiniz. Zira döviz yoktur. Kumaş ithal edeceksiniz, edemezsiniz: Formaliteler çoktur. Fakat Marlene Dietrich´in bacakları, Ginger Rogers´in kalçaları için ? bir Deli İbrahim hovardalığı ile- harcadığımız dövizlerin haddi hesabı yoktur! Bizde sinema, canlı manken imalathanesidir. Seri halinde bobstil yetiştirir: Beyazperde, yeni bir idealin ?garbe´ açılan penceresidir, Holivut medeniyetine ulaştırır. Takma sakallı genç haydutların macerası, ekseriye gangster filmi gösterilen bir sinema salonunda başlar, bir tevkifhane otomobilinin içinde sona erer; lüks kurbanı ?sözde kızlar´ın sinema localarında başlayan serencamı [olayı] devam eder.? (Son Telgraf, 13.2.1946).
Vedat Nedim Tör ?solcu´ bilinir bir yazar. Bakın o ne yazmış:
?Maddi kalkınmanın ön plana alınması, ruh kalkınmasının bir hayli ihmal edilmiş olması, maddi kalkınmayı da geciktirmek, verimsizleştirmek suretile öcünü alır. Yalnız midesini düşünen, yalnız vücut hazlarına düşkün, her şeyi maddi gelir ile ölçen, ruhları yüksek heyecanlara kapanık gençlerin sayısı gittikçe çoğalıyor. Çünkü onların ruh kalkınmasını sağlayacak hemen hiçbirşey vermiyoruz. Ruh gıdalarının başlıca kaynakları gangster filmleri ve çalgılı meyhanelerdir.? (Vatan, 8.7.1945).
İlginç değil mi?
Amerika maceramız 1940´larda böyle başlamış. O yıllarda hukuk fakültesi öğrencileri arasında yapılan bir ankette ?Amerika deyince aklınıza ne geliyor?? sorusu yöneltilen öğrencilerin yüzde 90´ı ?Sinema? cevabını vermiş (Son Saat, 19.3.1947).
NOT: Bu yazıda kullandığım çoğu malzemeyi Levent Cantek?in Ankara Üniversitesi´ne sunduğu ?Gündelik Yaşam ve Basın (1945-1950)? başlıklı doktora tezinden aldım.