Kadir TEMİZ(*)
ABD başkanı Donald Trump´ın Suriye´den çekilme kararının arkasında yatan sebepler ve muhtemel sonuçları özellikle Ortadoğu´ya etkisi çerçevesinde değerlendiriliyor. Doğal olarak böyle bir hamlenin ilk ve somut sonuçları Suriye ve yakın coğrafyasında görülecektir. Ancak Trump´ın çekilme kararının arkasında yatan sebepleri ve muhtemel sonuçlarını sadece Ortadoğu ölçeğinde değerlendirmek yetersiz kalacaktır. Çünkü Suriye´den çekilme kararı öncesinde ve sonrasında hem Washington´daki karar alma süreçlerini doğrudan etkileyen kurumlarda hem de ABD´nin ittifak ilişkilerinde bazı değişimler meydana geldi. Bu yazının da ana fikrini oluşturan bir iddiaya göre ABD, Çin´in durdurulamayan ekonomik yükselişinin ortaya çıkardığı jeopolitik risk alanlarını yeniden değerlendirerek, varoluşsal tehdit olarak gördüğü sorunlara daha fazla odaklanmaktadır.
Suriye, Irak, Yemen ve Filistin gibi sıcak kriz alanlarındaki hengâme sebebi ile Türkiye kamuoyunda fazla tartışılmasa da ABD-Çin ilişkilerini ve Asya Pasifik bölgesindeki kriz ve sorunları takip edenler için bu durum şaşırtıcı değil. ABD iç politikası, dış politikası ve karar alma süreçlerinin ?Çin korkusu? tarafından esir alındığı irrasyonel bir sürece mi evrileceğiz yoksa Çin´in kırk yıllık ekonomik kalkınma sürecinde olduğu gibi rasyonel, çok taraflı ve müzakere edilebilir bir küresel yönetişim ile yeni fırsatların ve barış süreçlerinin ortaya çıktığı bir sürece mi yöneleceğiz?
Bu iki soru sadece ABD ve Çin için değil küresel ekonomik ve siyasi sistemin parçası olan bütün ülkeler için geçerlidir. Dolayısıyla Türkiye gibi ülkelerin kendi iç ve dış siyasi gündemine tamamen kapanmadan dünyadaki gelişmelere paralel yeni değerlendirmeler yapması gerekiyor. Yakın coğrafyamızdaki anlık ve taktiksel değişimleri dünya ölçeğindeki birçok gelişme ile beraber okumak Türkiye´yi soğuk savaş zihniyetinin ürünü olan dikotomik, durağan ve sınırlı ittifak ilişkilerinin ötesinde çözümler üretebileceği yeni fırsat alanları ortaya çıkaracaktır.
ABD dış politikasındaki değişimin sadece Trump yönetimi ile sınırlı olmadığı iddiası çerçevesinde Obama dönemi ile başlayan ve çeşitli tarihsel kırılmalar ile günümüze kadar gelen Çin´in merkeze alındığı yeni dönem dış politika stratejisi ile Çin ve Asya Pasifik´teki değişen askeri ve güvenlik stratejilerinin değerlendirilmesi sözü edilen fırsat alanlarına dair bir açıklık sağlayabilir.
2011 yılında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından açıklanan ?Asya mihveri? ya da ?Çin´in yeniden dengelenmesi? başlıklarını içeren yeni Asya Pasifik stratejisi 2008 küresel ekonomik krizi ile başlayan yeni bir jeopolitik risk alanını dengelemeyi öngörmüştü. 1978´de başlayan Çin´in açılım reformlarını takip eden her ekonomik ve siyasi kriz büyük ölçüde ABD´nin ılımlı ve dengeli politikaları sebebi ile daha büyük bir krize dönüşmedi. Tiananmen olaylarından 1999´da Çin´in Belgrad büyükelçiliğinin bombalanmasına, Çin´in Ortadoğu petrolünün en büyük alıcısı haline gelmesinden Tayvan krizine kadar birçok sorun belki de Henry Kissenger´ın miras bıraktığı Çin´in uluslararası sisteme barışçıl ama kontrollü entegrasyonu stratejisi ile çözüme kavuşturuldu. Tabii ki bu süreçte Çin´in bu kontrollü ve denetlenebilir süreci uluslararası kurumlarla ve büyük güçlerle müzakere halinde sürdürme eğilimi de önemli ölçüde belirleyici oldu.
2011´den sonra daha belirgin olarak tartıştığımız ABD-Çin arasındaki rekabetin ilk nüveleri 1990´larda ortaya çıkarken 2000´li yıllar bu sürecin denetlendiği ve her iki tarafın da birbirinin niyet ve davranışlarını anlamaya çalıştığı bir takım olumlu veya olumsuz olaya şahit oldu. 2001 yılında Çin on beş yıllık müzakerelerin sonunda Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) üyesi olduğunda bunun olası negatif sonuçları yine küresel bir yönetişim anlayışı ve Çin´in ?sorumlu ortak? olarak küresel ekonomik ve siyasi sorunlarda daha aktif rol oynaması ile aşılmaya çalışıldı. İran nükleer krizi, Kyoto iklim mutabakatı ve Ortadoğu barış süreçlerinde Çin mevcut uluslararası kurallar çerçevesinde ?sorumlu ortak? anlayışı ile hareket etti.
Ancak 2008 yılındaki küresel kriz Çin için iki önemli sonuç ortaya çıkardı. Birincisi kendi ekonomik kalkınmasını fazlasıyla eklemlediği Batılı ekonomik kalkınma modeli krize girdiğinde Çin´in de kaçınılmaz olarak krize girdiği gerçekliği ile yüzleşti. İkincisi mevcut ekonomik kalkınma modelini Çin´e özgü bir ekonomik kalkınma modeline dönüştürme kararı aldı. 2013 yılında Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) ilk defa duyurulduğunda Çin´in kendi büyüme hikayesine yeni bir boyut kazandırdığı, daha saldırgan ve yayılmacı olacağı iddiaları ortaya atıldı. Her ne kadar Çin 2013 yılından bu yana KYG´nin ekonomik bir girişim olduğunu iddia etse de her ekonomik girişim gibi onun da jeopolitik yansımalarının olması kaçınılmazdır. İşte ABD-Çin arasındaki sert rekabetin tohumları bu süreç içinde atıldı. Çin´in "Made in China 2025" stratejisi ile yüksek teknolojili ürünlerde, yapay zeka ve veri biliminde kat ettiği mesafe de düşünüldüğünde, rekabetin daha da sertleşeceği öngörülebilir. Peki, taraflar arasındaki denge ne durumda?
Çin bu tarihsel sürecin sonucunda bugün kendi yakın coğrafyasında iç içe geçmiş üç gerilim alanından ciddi bir şekilde endişe etmektedir. Bu gerilim alanlarının analizi ABD-Çin arasındaki rekabetin boyutlarını da anlamamıza yardımcı olacaktır. Her üç gelişme de aşağı yukarı benzer tarihlerde yeniden tetiklenmiş görünmektedir. Bu gerilim alanlarından birincisi Çin´in iç istikrarını ilgilendiren sosyal, siyasi ve ekonomik kriz alanlarıdır. Ekonomik büyümenin yavaşlaması, reform sürecinin konsolidasyonu ve sonucunda ortaya çıkan sosyal istikrarsızlık Çin için ciddi endişeler üretmektedir. Uygur sorunu ile bir kısmını gördüğümüz ama Çin´in farklı coğrafyalarına yayılabilecek işsizlik, gelir adaletsizliği ve hava kirliliği gibi sorunların ortaya çıkaracağı gerilimler, şimdilik yönetilebilir seviyede duruyor. Ancak kırk yıllık reform sürecinin negatif yansımaları muhtemelen yakın gelecekte daha derinden hissedilecektir.
İkinci gerilim alanı ise Çin´in yakın coğrafyasında başta Tayvan sorunu olmak üzere, Kuzey Kore nükleer krizi, Korelerin birleşme sorunu, Japonya´nın silahlanması ve Güney Çin Denizi´ndeki potansiyel çatışma alanlarıdır. Şimdilik ABD ile koordinasyon içinde ve belirli bir müzakere çerçevesinde çok hassas dengeler içinde yürüyen bu süreç her an bir yol kazasına uğrayabilir. Dolayısıyla istikrar sorunu Asya Pasifik´te de Çin´i endişelendirmektedir.
Üçüncü gerilim alanı ise aslında yukarıda bahsedilen iki gerilim alanının ortaya çıkardığı muhtemel risklerin dağıtılması için ortaya konan ?batıya açılım? ya da Kuşak ve Yol Girişimi ile somutlaşan Çin´in uzak coğrafyalara dönük yeni grand stratejisidir. Kuşak ve Yol Girişimi her ne kadar ekonomik kalkınma hedefi ile ortak çıkar alanları belirlese de daha ilk beş yılında hem bölgesel hem de küresel aktörlerin bir kısmını rahatsız etmeye başlamıştır. Bu rahatsızlık şimdilik güçlü bir kamu diplomasisi ve yumuşak güç enstrümanları ile yönetilse de Çin için asıl endişe kaynağı Kuşak ve Yol Girişimi´nin sekteye uğramasıdır. Bu girişimin yol aldığı her coğrafya ve bölge Çin için ilk iki gerilim alanındaki sorunları uzak coğrafyalara taşımaktadır. Yani bir bakıma Çin kendine tampon bölgeler kurarak pazarlık ve müzakere imkanlarını genişletmektedir. Trump´ın Suriye kararı sonrası Suriye´de oluşacak boşluğu hiç beklenmedik bir aktör doldurmaya çalışabilir. Rusya ve Çin arasında 2015 yılından beri devam eden Suriye konusundaki ortaklık başka bir ivme kazanabilir.
ABD-Çin arasındaki rekabet de doğal olarak bu üç gerilimli alan üzerinde seyretmektedir. Trump´ın ilk müdahaleyi Çin´in yumuşak karnı olan ticaret üzerinden yapması aslında yukarıda bahsettiğimiz ilk gerilim alanını tetiklemiştir. Aslında ?ticaret savaşı? diye tanımladığımız olayların bütüncül bir okuma ile bakıldığında sadece ekonomik bir tartışmadan ibaret olmadığı görülecektir. Çin´in mevcut kalkınma hızının sürdürülmesi bir yandan iç istikrarı diğer yandan reform sürecinin konsolidasyonunu sağlıyordu. Rejim de insan haklarından demokrasiye kadar dışarıdan gelen her türlü baskıya karşı kendi konumunu meşrulaştırma imkanı buluyordu. Ancak olası bir ekonomik kriz, Çin´de sosyal ve ekonomik istikrarı ciddi bir şekilde zedeleyebilir. Dolayısıyla Çin´in ticaret savaşında daha tavizkar davranması anlaşılır bir durum. Ancak diğer gerilim alanları bu sürecin o kadar da suhuletle geçilemeyeceğini göstermektedir.
Gerilim alanlarından ikincisi olan Asya Pasifik coğrafyasındaki hızlı değişim ve gerilimin hassasiyeti ABD´nin elini güçlendiren bir unsura dönüşmektedir. ABD 1950´lerde kurduğu ittifak ilişkilerinin tarihsel meşruiyetine sahipken, Çin ısrarla bölgede bir revizyon/düzenleme talep etmektedir. Güney Çin Denizi´nden Tayvan sorununa kadar Çin´in istediği çözümler bölgede ciddi sınır değişiklikleri içeren revizyonist taleplerdir. Ne bölge ülkeleri ne de istikrar talep eden Çin´in ekonomik kalkınma süreci böyle bir revizyon talebini kısa vadede kaldırabilir. Dolaysıyla Asya Pasifik´te bütün bir sürecin dağılmasındansa geçici çözümlerle statükonun devamı sağlanmaktadır. Kuzey Kore nükleer krizi ve Japonya´nın silahlanması gibi yeni durumlar düşünüldüğünde Çin´in yakın coğrafyasındaki kısır döngünün daha uzun bir süre devam edeceği öngörülebilir.
Aslında üçüncü gerilim alanı olarak bahsedilen Çin´in uzak coğrafyalara açılma stratejisi bir bakıma yukarıdaki iki gerilim alanını aşmanın en uygun yolu olarak görünmektedir. Kuşak ve Yol Girişimi´nin bu kadar fazla ülke ve sermayeyi ilgilendiren ciddi ölçekli bir girişim olmasına rağmen işleyişi ve hedefleri itibarıyla muğlak ve üstü örtülü kalmasının asıl sebebi bu üç gerilim alanının aynı anda ve dengeli bir şekilde yönetilme zorunluluğundan kaynaklanmaktadır. Çin ilk defa dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olarak diplomatik ve askeri olarak uzak coğrafyalarda daha aktif olma fırsatını yakaladı. Bu durumun ne kadar kalıcı olup olmayacağı Çin´in bu üç gerilim alanından ne kadar yara alıp almayacağına bağlı. Ancak ABD´nin Trump yönetimi ile beraber yeni ve sert bir strateji takip ettiği söylenebilir.
Kuşak ve Yol Girişimi güzergahındaki ülkeler eskisine göre artık daha da önemli hale geldi. Çünkü bu ülkeler ABD ve Çin arasında bir tercih yapma zorunluluğunda kalabilirler. Yeni bir soğuk savaş değil belki ama stratejik ve ekonomik çıkarlar ülkelerin davranışlarını daha fazla belirleyecek gibi görünüyor.
____________________________________________________________________________________
(*)İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Dr. Kadir Temiz, Çin dış politikası, modern Çin tarihi, Çin-Türkiye ilişkileri ve Asya-Pasifik´te bölgesel güvenlik mekanizmaları konularında çalışmaktadır