Gece yarısı bizler uyurken, her güne bizden yedi saat sonra uyanan ve yedi saat geç yatılan ABD başkentinde, önce Beyaz Saray´dan ardından da savunma bakanlığından ülkemizi ilgilendiren açıklamalar yapıldı. Açıklamaların özeti şu: ABD, Rusya´dan S-400 füze sistemi aldığı için, ortaklık usulüyle hak ettiği ve parasını da büyük çapta ödediği halde, Türkiye´ye F-35 uçaklarını teslim etmeyecek. Teslime hazırlanan ilk iki uçağın eğitimi için ABD´de bulunan subaylar da kısa süre içerisinde ülkeyi terk edecek.
Sert ve zarar verici bir karar bu.
ABD yönetimi, iki ülke ilişkilerini bozma istidadı taşıyan bu kararını açıklarken, ikili ilişkilerin önemini vurgulama ihtiyacı da duymuş. Açıklamalarda birkaç yerde ?maalesef´ sözcüğü kullanılmakta.
Pentagon adına yapılan açıklamada da ?ABD Türkiye´nin stratejik ortaklığına halen çok değer vermektedir? deniliyor.
Yine bizler uyurken, Türkiye de, dışişleri bakanlığı aracılığıyla, ABD´yi uyaran bir açıklamayla tavrını koydu: ?ABD´yi stratejik ilişkilerimizde onarılmaz yaralar açacak bu hatadan geri dönmeye davet ediyoruz? deniliyor Ankara´nın açıklamasında.
Oysa biliyoruz, ABD başkanı Donald Trump, kısa süre önce Japonya´da yapılan G-20 Zirvesi sırasında görüştüklerinde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan´a, S-400 füze sistemi alımı konusunda Türkiye´yi haklı bulduğunu söylemişti.
Hak veren Trump´ın Beyaz Sarayı Türkiye´nin anlaşmalardan doğan hakkını gasp etme kararı alabildi.
Konu F-35 ile sınırlı kalsa iyi. Pentagon´un ?S-400 almayın? uyarısı içeren önceki açıklamalarında, ABD´nin Rusya ile askeri işbirliğine giren ülkeler ve şirketlere karşı yaptırım uygulamasını öngören CAATSA (Countering America´s Adversaries Through Sanctions Act) yasasının da söz konusu olabileceği dile getirilmişti.
CAATSA hedef alınan ülke ve şirketlere kapsamlı yaptırımlar uygulanmasını gerektiriyor.
Yeni bir dönem
Hiç kuşkusuz, iki ülke ilişkileri, bugünden itibaren yeni bir döneme girmiş bulunuyor. Bir zamanlar ?stratejik ortaklık´ olarak tanımlanan ilişki düzeyi, Türkiye´yi ABD gözünde, en sakıncalı ülke görülen Rusya ve İran düzeyinde bir ülke konumuna dönüştürme yolunda.
Özellikle de CAATSA kapsamına alınırsa?
ABD sisteminde yasadaki hedef seçilen ülkelere yaptırımların hangilerinin uygulanacağını belirleme yetkisi başkana ait. Yasada 12 ayrı yaptırım sayılıyor. Trump Osaka´daki sözlerine sahip çıkarsa süreç az acıyla -ama yine de acıtarak- geçebilir. Aksi halde, Türkiye ile ABD geçmişte birkaç kez -1964 ve 1974 Kıbrıs krizleri sırasında- yaşanmış sıkıntılı dönemlerden daha sıkıntılısıyla baş başa kalabilir.
İlk kriz (1964) sırasında dönemin başbakanı İsmet İnönü´nün ?Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de onda yerini alır? başkaldırısını hayata geçirmek gerekmemişti; ancak o sözlerde yatan eksen kayması ihtimali, Rusya ile kurulan çeşitli alanlardaki ilişkiler ve S-400 alımının da sağladığı zeminde, bu kez ciddiye binebilir.
Uzak komşumuz ABD´nin Türkiye aleyhine alacağı yaptırım kararlarının Avrupa ülkelerinden bazıları tarafından da benzer kararlar alınmasına yol açması ihtimali de var. Bazı ülkeler ABD´nin yaptırım kararını bir fırsat olarak da görebilir.
ABD´nin ülkemize yaklaşık 10 bin kilometre uzakta bir ülke olmasına karşılık, Rusya ile sınır komşusu olduğumuzu düşünürsek, zorunlu olarak kendimizi içinde bulacağımız yeni eksenbize daha önce deneyimimiz olmayan farklı mükellefiyetler getirebilir.
Rusya ile daha Osmanlı İmparatorluğu halinde bulunduğumuz yıllarda bile ilişkilerde hep sorunlar yaşandığını, Rus ordularının Doğu Anadolu´da ilerlerken Yeşilköy´e kadar da geldiğini, Moskova´nın Boğazlar´da hak iddia ettiğini, Sovyetler Birliği döneminde ise, İkinci Dünya Savaşı sonrasında toprak bütünlüğünü hedef alan talihsiz çıkışlar yüzünden Türkiye´nin NATO üyeliğine itildiğini de unutmamak gerekiyor.
Ara yol
Bir ara yol bulunabilir mi?
Türkiye bir süredir diplomasinin sadece ülkeler arasında temsil için kullanılmadığının, kritik durumlar ve özellikle kriz anlarında devreye giren sorun çözücü bir yöntem olduğunun farkında değilmiş gibi davranıyor. Diplomasi bazen siyasetin bozabildiği ortamların suhuletle normalleşmesini sağlayabiliyor.
Dışişleri bakanlığı ve bakanı her devlette olduğu gibi bizde de bunu sağlamak için var.
Normal halde devletin sorumluları ortamı germeyi getiren açıklamalar yaptıklarında dışişleri bakanı ve diplomatlar kapının bütünüyle kapanmaması için yatıştırıcı tavırlar sergiler. ABD açıklamalarıyla bunu yapıyor. Bizde ise bir süredir diplomasinin bu özelliği pek önemsenmiyor.
Unutulan bu özellik yeniden gündeme gelmeli ve diplomasi devreye sokulmalı.
Hamasetin en fazla işe yaramadığı alan dış ilişkiler alanıdır. Bilen bilmeyenin ayran kabartıcı sözlerine, cehaletin gündemi belirlemesine imkan vermeden sağduyulu yaklaşımlar benimsenmelidir. Dün gece yapılan açıklamalardaki ?maalesef´ sözcüğünün sağladığı imkan aralığını kullanabilir -ve kullanmalıdır- Türkiye?
Ben böyle diyorum, ama bunlar yerine yine hamasetin gündemi belirleyeceğini ve azınlıkta kalacağımı ben de biliyorum.