ürkiye’nin yakın zamanlar îtibârıyla, bilhassa Biden ABD’de iktidâra geldikten sonra bir sıkışmışlık yaşadığı sır değil. Bu sıkışmışlığın sâdece 1990’lardan başlayarak Türkiye’nin ABD, NATO ve AB tarafından dışlanma süreçleriyle mahdut olmadığını da kestirebiliyoruz. Rusya’nın Suriye’ye girmesi, Libya’da karşımıza çıkması bu sıkışmışlığın başka bir yüzü olarak mütalâa edilebilir. Üçüncü büyük gelişme ise Çin’in İran üzerinden sınırımıza dayanması oldu.
Türkiye AB ve ABD tarafından dışlanıp, PKK üzerinden sıkıştırılınca, Rusya ve İran ile berâber hareket etmek yolunu seçti. Bilhassa 15 Temmuz çok belirleyici oldu. Rusya, bu NATO operasyonunun karşısında Türkiye’nin yanında yer aldı. Uçak krizi aşıldı ve yakınlaşmalar başladı. Astana ve Soçi zeminleri bu yakınlaşmanın meyvası oldu. Buna, Çin ile yakınlaşma teşebbüsleri de dâhil edildi. Hâsılı bir Avrasyacılık rüzgârı esti. Teferruatlarına girmeyeceğim; gelişmeler bu zeminlerin bir hayli yara aldığını gösteriyor. Evvelâ Ukrayna meselesi gündeme geldiğinde Rusya ile gerildik. Türkiye açık ve koyu bir tonda Kırım’ı işgâl eden Rusya’nın karşısına çıktı. Ukrayna ile ekonomik, teknolojik ve askerî ilişkiler, alış verişler başlatıldı. Dahası, Dombask’taki gelişmeleri karşılamak adına anti-Rus bir siyâset üzerine kurulan Bükreş 9’lusu ile yakın temaslar kuruldu.
Dikkât çekici olan, Rusya’nın bu adımlar karşısındaki tavrı beklendiği kadar çok sert bir seviyeye tırmanmadı. Evet, rahatsızlıklarını dile getirdiler. Ama bu hiç bir zaman dışlayıcı bir seviyeye gelmedi. Bu arada Ermenistan-Azerbaycan savaşında, ılımlı tavırlarını devam ettirdiler. Ustalıklı bir şekilde Türkiye’yi de devreye sokarak, nihâi tahlilde duruma hâkim oldular. Bir diğer gelişme Asya içlerinde yaşandı. ABD’nin Asya’dan çekilmesinin doğurduğu boşluğu bir şekilde değerlendirmek istedik. TDT bu yolda atılmış bir adımdı. Rusya bunu da kategorik olarak dışlamadı. Ama Kazakistan’ı yeniden inhisârına alarak TDT’ye, kendisi olmadan bu sürecin yürüyemeyeceğini göstermiş oldu. Rusya, apaçık görülüyor ki Türkiye’yi dışlayarak değil, yedeğinde tutarak Asya hâkimiyetini devâm ettirmek istiyor. Diğer taraftan İdlip başta olmak üzere Suriye ve Libya’da ise kararlılıkla Türkiye’yi zorluyor.
Daha mühim bir gelişme ise Çin’in, Rusya ile paralel yürüttüğü siyâsetlerle Pakistan’dan sonra İran’ı da işin içine katarak sınırımıza dayanmasıdır. Çin, İran ve Türkiye üzerinden geçen Tek Yol hattını dondurmuş durumda. Buna mukâbil Kazakistan-Rusya hattını işletiyor. Çin, Uygur meselesini öne sürerek TDT’den son derecede rahatsız. Niyetinin, ABD tarafından dışlanan, başta BAE olmak üzere Körfez’i İran ile yakınlaştırmak ve deniz hattını Suriye’ye bağlamak olduğu anlaşılıyor. Sayın Çavuşoğlu’nun son Çin ziyâreti, Çin-Türkiye ilişkilerinin, tâbiri câizse duvara tosladığını gösteriyor.
Hâsılı Rusya-İran-Çin bağlamı baskın çıkmış ve Türkiye’yi kuşatmış durumda. Buna, son zamanlarda Çin’in kontrolüne girmiş olan Pakistan’ın ne tepki vereceğini yakında anlayacağız. BAE-Türkiye yakınlaşması ise Anglo-Amerikan hattının, yukarıda anlattığımız gelişmelere verdiği tepkiyi dile getiriyor. Çin’in, BAE’ye İran üzerinden bir baskı yapmakta olduğunu anlayabiliyoruz. (Kanaâtimce son Hûsî saldırısı bunu anlatıyor). Anglo-Amerikan hattı ise BAE’ye Türkiye’yi işâret ediyor. Suudi Arabistan’ın durumu ise şimdilik belirsiz. Çin’in Doğu Akdeniz’e ulaşan tesirlerini bir üçgen ile bloke etmek istediklerini anlıyorum. Bu üçgen İsrâil -Körfez ve Türkiye’den oluşuyor. Çin, Körfez-İran ilişkilerini kendi hattına çekerek topraklamak isterken, Anglo-Amerikan hattı ise aynı topraklamayı Türkiye-İsrâil- Körfez hattında yapmak istiyor. ABD’nin EASTMED projesini tasfiye etmesi de buna işaret ediyor. Doğu Akdeniz doğalgaz yataklarını Avrupa’ya akıtmak isteyen İsrail için, uzun vadede Mısır’ı da katarak, Türkiye ile normalleşmesinin dışında ihtimâl kalmıyor. Diğer taraftan Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını kırmak için Hazar petrollerinin ehemmiyeti artıyor. (Aliyev’in Avrupa’da nasıl karşılandığını hatırlayalım). Eğer gelişmeler bu şekilde seyrederse, Rusya ve Çin’in, Türkiye-Azerbaycan, Türkiye-Pâkistan, Türkiye-Körfez ilişkilerini baltalamak için bir mesai göstereceğini tahmin etmek zor olmasa gerekir.
Bu dinamikler, Ukrayna kördüğümünde ve kızışan Balkanlar üzerinde de Türkiye’nin tercihlerini belirleyecek derecede tesirli olacağa benziyor. Bu açıdan Arnavutluk ziyaretinde Sayın Cumhurbaşkanı’nın yaptığı, bilhassa İsrail ve NATO vurgulu açıklamalar hakikaten de tarihî bir değer taşıyor. Türkiye yeniden tercihini Batı’dan yana yapıyor gözüküyor. Ne mukabilinde ve hangi maliyetler temelinde? Zaman gösterecek, ama bu sorular sıkıntılı ve sancılı süreçleri yaşadığımıza işâret ediyor. Allah diplomasimize kuvvet versin.