AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan sürekli bir “dava”dan söz ediyor. Kendisini Türkiye’nin geleceğiyle özdeşleştirmiş, buna inanıyor. Böyle bir paradigma oluşturmuş. Etrafı bu paradigmayı besliyor. Tayyip Erdoğan giderek kendisini eleştirilemez bir mertebeye oturtmaya çalışıyor.
Peki, “dava”sı ne?..
Tayyip Erdoğan pek çok kereler “dava”dan söz etmesine rağmen hiçbir zaman o “dava”nın ne olduğunu tam olarak tarif etmedi.
Zihninde net bir tarif var mı, ondan da emin olamıyoruz. Dolayısıyla bu konuda ancak tahmin yürütebiliriz; “dava” dediğinin, ideolojik izahatını yapmak bakımından, bir çeşit “İslam hakimiyeti” olduğunu varsayabiliriz.
“Bir çeşit” diyorum, çünkü bizzat İslamcı tabir edilen kesimden onun İslam algısına yükselen itirazlar var. Ama yine de Tayyip Erdoğan kendisini bir “dava”sı olduğuna inandırmış, orası kesin.
Ortada bir “dava” olduğu zaman, haliyle o “dava”nın düşmanları da vardır. “Dava”ya ihanet eden hainler de vardır. Dışarıdan bakınca pek hoş görünmeyen ama “dava” için yapılması mubah işler vardır…
Aslına bakarsanız, ideolojik izahatı bir kenara bıraktığımızda, Tayyip Erdoğan’ın fiili “dava”sı iktidardan asla ayrılmamak üzerine kurulu. Kendisini Türkiye’nin geleceğiyle özdeşleştirdiği için, Türkiye’nin menfaatlerini düşünen herkesin onun yanında yer alması icap ediyor.
Tayyip Erdoğan’ı destekleyenler Türkiye’nin menfaatlerinin yanında, onu desteklemeyenler bir biçimde “dış güçler”e hizmet ediyor. Başka deyişle, Tayyip Erdoğan’a hizmet, Türkiye’ye hizmet demek... “Tayyipizm”i böyle basit bir biçimde özetlemek mümkün. Yeni paradigma bu.
Ne var ki, bu zayıf bir paradigma. İttifaklarla, seçim dönemlerinde devletin resmi haber ajansının manipülasyonlarıyla, asla sağlıklı seçim yapabilme imkanı olmayan “tartışmalı bölgeler”le, devletin bütün imkanlarını kullanarak zar zor denkleştirilen yüzde 50 civarı oy desteği Tayyip Erdoğan’ın oluşturmaya çalıştığı paradigmayı beslemekten çok uzak. ‘“Tayyipizm” zayıf.
Kemalizm’e alternatif
Yine de “Tayyipizm”in Kemalizm’e bir alternatif yaratmaya çalıştığını söyleyebiliriz. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan dünya düzeninde yeni bir evreye giren Türkiye’de Batı emperyalizmine bağımlı ikinci bir cumhuriyet kurulduğunu ve bilinen haliyle Kemalizm’in yeniden tarif edildiğini varsayarsak, şimdi idrak etmekte olduğumuz üçüncü cumhuriyetin “Tayyipizm” egemenliği altında Cumhuriyetlikten çıkarıldığını, “Cumhur İttifakı”nın ironik biçimde cumhurun temel haklarını, vatandaşlık hukukunu ortadan kaldırdığını, ülkeyi emperyalizme ve petrol zenginlerine çok daha bağımlı hale getirdiğini tespit edebiliriz.
Örgütlenme, protesto, grev gibi hakların fiilen yok edildiği, bağımsız yargının ortadan kaldırıldığı, muhalif liderlerin ve hatta milletvekillerinin hapisle tehdit edildiği, medyanın tamamen iktidarın kontrolüne girdiği, kontrol edilemeyen gazetecilerin hapse atıldığı ya da yurtdışına kaçmak zorunda bırakıldığı, “demokrasi”nin ise kolaylıkla manipüle edilebilen göstermelik seçimlere indirgendiği bir ülkede kelimenin “burjuva” anlamında bir “Cumhuriyet”ten söz edilemeyeceğini her siyaset bilimci teslim edecektir.
Dolayısıyla, “Tayyipizm”in kendine özgü bir rejim, kendine özgü bir ülke yaratmış olduğunu söyleyebiliriz.
Paradigmanın zayıflığı, muhalifler üzerindeki baskının tavanda tutulmasını gerektiriyor. Zayıf paradigma ancak zor yoluyla ayakta tutulabilir.
Çöküş tablosu
Yine de herkes “Tayyipizm”in çöküşünü bekliyor. Çünkü iddia edilenin aksine, Tayyip Erdoğan’ın iktidarda kalması üzerine şekillenen bir menfaat tarifinin ülkenin menfaati anlamına gelmediği her gün daha bariz görülüyor.
Medyanın tüm göz boyama çabalarına karşın, başta yine o medya sahipleri olmak üzere iktidara yakın kesimlere inanılmaz bir servet aktarıldığı, buna karşılık ülkenin sadece bugününün değil, geleceğinin de yağmalandığı alenileşiyor.
Dört işlem yapabilen nüfus, tarım ve hayvancılığa temel gıda maddelerinde ciddi bir sıkıntı doğuracak kadar zarar verildiğini günlük yaşamında hissediyor. Çapıyla büyük hayal kırıklığı yaratan bir “Damat”ın idaresindeki ekonomi sermayeyi ürkütüyor.
Grevin yapılamadığı, sendikal örgütlenmenin birkaç yiyici sendika bürokratının hükümetle oynadığı Hacivat-Karagöz temsiline indirgendiği bir ülkede sermayeden mutlu olması beklenir, değil mi?
Mutlu değiller. Tedirginler. Geleceği karanlık görüyorlar. Paralarını kaçırıyorlar. Katarlılar bile çekiliyor. Evet, Katar parasını ve yatırımlarını artık unutabilirsiniz.
“Tayyipizm”in çöküş dinamikleri tam olarak bu tablonun içindedir.
Mütedeyyin nüfusun hoşuna gidecek gösterilerle, kurmaca bir Osmanlı tasviriyle, “yerli ve milli” beka söylemiyle idare edilebilecek noktayı çoktan aştık.
Devlet kadrolarından hatırı sayılır bir pay karşılığı iktidar destekçiliği yapan ve aslında siyaseten fazla da bir alternatifi olmayan Devlet Bahçeli ve Çin’le ticaret anlaşmaları için iş takibi yapmaya başlayan Doğu Perinçek dışında bir müttefiki kalmayan “Tayyipizm”in geleceği olabilir mi? Hiç kolay değil.
Meral Hanım’ın Tayyip Bey’in elini fazla hararetli sıkmasından yola çıkarak yapılan yeni ittifak yakıştırmaları gerçek bile olsa, önümüzdeki fırtınalı dönemin bu iç ittifak girişimleriyle atlatılabilmesi mümkün görünmüyor.
Tayyip Erdoğan’ın “dava” dediği şey her ne ise, Türkiye’ye hiç hayrının dokunmadığını tespit edebiliriz.
Neredeyse 20 yılı bulacak olan bu karanlık dönemin sonuna gelinip “Tayyipizm” çöktüğünde, elde emperyalizm ve petrol zenginleri tarafından yağmalanmış bir ülkeden başka şey kalmadığını görecek olan ahalinin de Tayyip Bey’in “dava”sını hayırla yâd etmeyeceğini bugünden söyleyebiliriz.
Kaynak: Independent Türkçe