Sorumluluk ve insan, üzerinde düşünülmesi gerekli önemli bir alanı imlemektedir. İnsan, sorumlu yaratılmıştır. İmtihan oluşu bu sorumluluğunun garantisidir. Bu yüzden insan yapıp ettiklerinin sorumluluğunu üstlenecek bir vasata sahiptir. Bu da insanı yaşam üzerinde daha sorumlu bir davranışa yöneltmesi gereken önemli bir ihtara sahiptir. Yeryüzünde olup biten her şeyden bir şekilde sorumlu tutulacak olan insan tekidir. Çünkü yaşamın belirleyici koşullarını oluşturma istidadına haiz bir varlıktır. Elbette ki insanın aşamayacağı koşullar her zaman var olacaktır. Ama o koşullar oluştuğunda vereceği tepkiden de sorumlu tutulduğu bilinmektedir.
İnsan, hep bir başkasını suçlama üzerine kurgulanmış bir yaşamın iz düşümünü sürdürür. Tarih boyunca bu temel gerçekliği aşan insan sayısı hep azınlıkta kalmıştır. Ama en temelde yaşamın koyu bir ilkesi olarak sadece insan teki açısından değil, kurumlar ve topluluklar açısından da durum farklı değil! Var olmayı bir başkasının yokluğu üzerine tevdi eden bakış, insanı ve insanın kurduğu kurumları da belirgin bir sorun ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu da çatışmayı kaçınılmaz kılmakta ve insanın felaketten felakete sürüklenmesinin zeminini kurmaktadır.
İnsanlar, kendilerinden hareketle inşa edici bir tavrı benimseyerek kendi karakterlerini oluşturma yoluna gitmediklerinde kişiliklerini öteki üzerinden betimleyerek var oluyor. Bu da hep suçlayacak birilerini bulma konusundaki içgüdüsünü güçlü kılmasını sağlıyor. Modernlik bunu bir yaşam tarzına dönüştürdü. Öteki üzerinden benliği kurma ve sadece kendi benliğini öne çıkarma; her şeyi tapındırırcasına kendi benliği etrafında toplama arzusu vesaire…
İnsan, karşı karşıya kaldığı her yıkımda bir başkasını suçlama noktasına kolaylıkla sıçramaktadır. Kendi yapıp ettiklerinin sorumluluğunu üstlenme yerine; yeri geldiğinde Tanrıyı da suçlama kapsamına alacak kadar cüretkâr davranabiliyor. Hâlbuki insana ne yapılıyorsa sadece insan tarafından yapılıyor... Yani insanın kendi yaptıklarının bir bedeli var, bu bedel bazen burada, bazen de ahrete intikal ettiriliyor. İnsan, kendi suçunu üstlenecek bir erdeme sahip olup olmayacağı açısından geleceğe dair bir beklentiye sahip olup olmayacağı da açıklık kazanacaktır.
Suçlu tek: insan…
İnsan iki yönlü bir özelliğe sahiptir. Kendisine yüklenmiş olumlu ve olumsuz özellikleri kullanma istidadını iradesi muvacehesinde kullanıma dâhil eder. İyilik ve kötülük kişinin karşı karşıya kaldığı durumlar için kullandığı tanımları içermektedir. İnsan iyi ve kötüyü kendi bakışı içinde yerleşik hale getirdiğinde değeri kendisi ürettiğinde başkalarının da bu değeri üreteceği zemini işaret ederek çoğullaşmayı ve dolayısıyla çatışmayı zorunlu kılmaktadır. İki muhalif durumu çatışma zemini kurulmadan çözüme kavuşturmayı insanlık kendi tarihi bağlamında bulmuş değil! İstisnalar vardır, ancak kaide bozulmaz…
İnsanlar, genelde bu dünyada olup bitenlere karşı tepki vereceği zaman öncelikle kendisine yönelik bir olumsuzluk olduğu zaman veya yakın gördüğü kişilere yönelik bir zarar söz konusu olduğunda olumsuz ve giderek sertleşen bir tepki verir. Tersinde ise olumlu ve giderek kabulünü doğallaştırarak tepki verir.
İnsan tepkilerinin bu doğası, insanın bazı temel özelliklerini de deşifre edici bir boyut kazanır. İnsan üzerine çalışırken, onu betimlemeye yönelirken bu özellikleri belirleyici oluyor. Siyasi ve sosyal teorilerde bu özellikler öne çıkartılır. Siyasi ve sosyal mühendisliklerde bu özellikler dikkate alınarak strateji geliştirilir. Meselenin ehemmiyeti açısından bu açıklamalar yeterlidir.
Hâlbuki yaşamın temel konusu sadece insan değildir ve onun için dizayn edilmemiştir. İnsan ve yaşam konusu üzerinde durulmayı hak eden bir temel gerçeklik alanına sahiptir. İnsan bir amaç üzere dünyaya gönderilmiştir. Burada bir bitki veya hayvan gibi oluşmamıştır. O yeryüzüne indirilmiştir. İndirildiği yere geri dönecektir. Bu yüzden dünya hayatı sınırlı olan bir varlık türüne aittir. Hem sadece yaşamak değil, kendisine tevdi edilen teklifi kabul ederek sorumluluğunu ilan etmiş ve bu sorumluluğu gereği yaşamayı da kabullenmiştir. Başka türlü yaşama arzusu telafisi olmayan sorunlara neden olacağı aşikârdır.
Yaşamın amacı, insanın dünyada dilediği şekilde yaşaması için değil... Bilakis, bu dünyada kendisine verilen yaşam fırsatını nasıl kullandığına dair bir imkândır. İyiye ve kötüye kullanma ise bizzat insanın sorumluluğundadır. Dolayısıyla buraya aidiyetini sağlayan özellikleri yerine kendi doğasına matuf özelliklerini dikkate alarak yaşam alanında boy göstermesi sorumluluğu gereğidir.
Meselenin özü ise; insan ve yaşamını sürdürdüğü şartları, ‘İmtihan Olgusu’ dikkate alınmadan yorumlanamaz. İnsanın olup bitenlerden dolayı iradi bir katkısı varsa sorumluluğu da vardır. İradi bir olgu olmadan kişinin sorumluluğunu yüklenmesi kendisinden beklenemez! Bu adalet duygusuna aykırı bir durum oluşturur. O yüzden iradenin varlığı sorumluluğu zorunlu kılar. İrade dışında yapılan herhangi bir şeyden de hesaba çekilemez…
İnsanın hayatında iradi olmayan durumlar vardır. Genel itibarıyla insan iradi davranışlar üretirken çoğu zaman iradesinin dışında gelişen olay, durum ve olgularla karşıya kalır. Bu durumda gösterdiği tepkiden dolayı sorumlu tutulurken karşı karşıya kaldığı durum için sorumluluğu yoktur. Yani insan kendi yaptıklarının direkt sorumlusu iken, karşı karşıya kalacağı durumlara yönelik verdiği tepkiden sorumlu tutulacaktır.
İşte ahlakın temelini de bu durum oluşturur. Yani insana rağmen oluşan ve tükenen şeylere karşı verdiğimiz tepki... Tabii ki insanın iradi olarak yaptıklarının ahlaki olanla bağı temeldir ve ahlak onun üzerine bina edilir. Ama insan, ağırlıklı olarak iyi ve kötü tanımlamalarını kendi dışında olup bitenlere yönelik bir betimleme çabasına dönüştürüyor. Bu da sorunu derinleştiriyor. Çünkü bir şeyin varlığı veya yokluğu üzerinden değil, var ve yok oluşurken benim vereceğim tepkinin neliği esasa taalluk eder. Sorunu çözecek olan durumda tam olarak bu… İnsan, kendisinin dışında olup bitenlere yönelik tepkisini sahip olduğu anlam dünyası içinden ve taşıdığı temel değerlere yaslanarak oluşturur…
İnsan ahlaki bir varlıktır. İnsanı sorumlu kılan bu ahlaki boyutu taşımasının sağladığı zemindir. O davranışlarını belirli bir anlam dizgesini dikkate alarak gerçekleştirir. Yıkıcılığı ve yapıcılığı da bu anlam dizgesinden bağımsız değildir. İnsan, kendi başına değer ortaya koymaya çalıştığı her zeminde başkaları için yaşamı çekilmez bir cehennem kılmayı başarmıştır. Ama ne zaman ki kendisinden çok başkasını düşünmeye başladığında ise yaşamı bir cennet haline dönüştürmenin imkanını ifşa etmiştir. Bu yüzden insan iki yönlü bir diyalektiğe açık yapı arz eder. O kıstasa göre ahlaki vasat kurulabilir. Bu kıstas yaşamın dengesini sağlayan terazidir.
İşte insan kendisine sunulan yaşam koşullarını gücü üzere kurgulayarak dilediğini yaşama istencine sahiptir. İşte ahlak bu imkânın hayata geçirilmesi ve neyi sağladığına göre anlam kazanır...
İnsanın her türlü davranışının ahlaki yapı ile birebir ilişkisi olduğu tartışılmaz bir gerçekliğe sahiptir. İradi ve irade dışı eylemlerde de verdiği tepkisi ile sorumluluğunu izhar eder. Çünkü insan, yaşamı belirgin bir şart içinde var kılmaya matuf istidadının sorumluluğunu üstlenecek bir erginliğe sahip olma yükümlülüğünü taşımalıdır. Bu onun insan olma haysiyeti ile birebir ilgili bir tutumu içerir.
İnsanın kurgu üzerinden yaşamı belirli sınırlar içinde dilediği şekilde evirip çevirmesini dikkate almalıyız. Sorumluluğunu kendi dışına aktararak sorumluluktan kaçınamaz. Olup biten her ne var ise onda sorumluluğu olan insandır.
Bu dünya bizim eserimiz...
Dünyada var olan açlık, sefalet, zulüm ve ölümün kol gezmesinin müsebbibi de insandır. Bir kısım insanlar en lüks şekilde yaşarken, diğer insanların açlıkla birlikte ölümü enselerinde hissetmelerinin yegâne sebebi, azgın iştahını doyuramayan insandır. Dünya zenginliğinin yüzde doksanını azınlığın azınlığı sayılabilecek iki elin parmağını geçmeyen zenginlerin tüketmesinin bedelini öderken kahır insanlar, sorumluluğu üstlendikleri andan itibaren bu seçeneğin tükenmesinin başlangıç adımlarını atabilirler. Mesele sorumluluğu üstlenebilmek, iradeyi devreye almak, bu iradeyi besleyecek hakiki bilgiyi kullanıma dâhil ederek zulmü ortadan kaldırmak olmalıdır.
Başkalarından himmet bekleyen insanlar sürekli himmete muhtaç yaşamaya devam ederler. Bu yüzden dünyayı tahakküm aracına dönüştürmeden, ama dünyanın geçici tabiatını idrak ederek burada yaşama uğruna fedakârlık yapacağına, burada imtihan olgusu içinde bilincini harekete geçirerek kendini feda ederek başkalarının daha iyi şartlara haiz olmasına vesile ol ve insanlığını kurtar. Sorumlu olmaktan kurtuluşunu sağla…
Dünya, feragat eden insanların kuracağı barış iklimine muhtaçtır. Buna zayıf bırakılmış insanlar da muhtaçtır. O zaman insan, feragat ederek insan olma haysiyetine haiz olur ve sorumluluğuna müdrik bir yaşamı icra ederek dünyaya veda etmeyi başarmalıdır…