Çağımızda cinnet derecesine varan Nazizm, Komünizm ve Kapitalizmin karşına Hakikat Medeniyeti dediği İslam Uygarlık ve doktrinini çıkarır ve savunur Sezai Karakoç… Bunun da ancak kültür, ruh, ahlak ve manevi âlemden oluşan bir doktrinle çıkılabileceğine inanır… Ancak kalıntı haline gelmiş ve kendine İslam adını yakıştırmış bir kitlenin düşünce ve eylemleriyle değil, taptaze, yepyeni, donanımlı bir neslin- ki, buna Diriliş nesli diyor Karakoç- ortaya koyacağı İslam düşünce ve ruhundan ışık ve ilham alan, sağlam ve güçlü bir gövde olan yeni bir öğreti ile mümkün olabileceğini ileri sürer.
Emperyalizm ister Doğudan, yani Sovyetler Birliği ve Çin’den ve isterse Batıdan gelsin, Karakoç’un kalemiyle karşı çıktığı ve karşısına güçlü İslam doktrinin çıkardığı gibi toplumu uyarma görevini de ihmal etmemiştir her zaman… Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesi ile başlayan süreç, aklı başında her Müslümanın kalbinde derin yaralar açmış ve üzmüştür hep.
Sovyetler Birliği’nin Afganistan’daki Marksist hükûmetin daveti üzerine Afganistan’a girmesi, 24 Aralık 1979’da Sovyet lideri Leonid Brejnev’in emriyle gerçekleşir ve o dönemde başlayan Sovyet-Afgan Savaşı, aşağı yukarı 9 yıl sürer. Çağın zülüm doktrinlerinden biri olan Komünizmin Asya’ya ve Ortadoğu’ya egemen olmasının ilk işaretidir ve bu işgal 14 Nisan 1988’e kadar sürer.
Birleşmiş Milletler’in girişimiyle Cenevre’de imzalanan Cenevre Anlaşması sonrasında, 15 Mayıs itibarıyla Sovyet güçlerinin ülkeden çekiliş süreci başlar ve 15 Şubat 1989’da Sovyet güçlerinin çekilişi sona erer. Savaş sonrası Sovyet güçleri bölgede 14.453 ölü bırakır ve ayrıca 451 uçağını yitirir.
O dönemde duygularını şiirde dile getiren Sezai Karakoç:
“Bırak ben ağlayayım
Eski pazarında satılan Afganistan’a
Açlıktan milyonları kırılan Afrika’ya
Filipinler’e
Habeşistan’a Eritre’ye Filistin’e
Esaret prangasıyla kıvranan
Kafkaslar, Azerbaycan, Türkistan’a
Bütün milletlere ülkelere
Irmaklar gibi ben ağlayayım.”
Diyecektir. Müslümanların, yavaş yavaş sönen bir lamba gibi, hayat üstünlüğü şevk ve coşkularını yitirmeğe başlamışlardır. Bunun da bir nedeni olmalı elbette… Bu neden, oldukça derinlerde kökü olan bir ruh hali… Ancak Müslümanların, bu durumu inceden inceye ve uzun uzun araştırmaları gerekli…
Çünkü Uygarlıkların doğuş ve çöküşleri, eski çağlardan oldukça farklıdır artık yeni zamanlarda… Bunun yanında yeni bir medeniyetin doğması da, çöküşü de kolay gibi görünmüyor.
Tekniğin kültürle ilgisi iyice sıklaşmıştır günümüzde… Bozuluşun nereden doğduğunu anlamadan veya hiç olmasa sezmeden bir toplumun düzelmesi mümkün değildir. Bozuluşu anlamak için kriz dönemlerinde inançlarda, ahlakta, bilimsel çalışmalarda, ailede, adalet kurumlarında, vücut ve ruh sağlığında, eğitimde, teknikte, ekonomik yaşayışta, üretim ve tüketimde, politik ve idari kuruluşlarda ve uygulayışlarda ne türlü bir değişim vardır, bunu irdelemek ve gözlemek gerekir.
İslam dünyasında ne yazık ki, başta kral, emir, başkan ve hangi derin bir isimle olursa olsun idareciler, derin bir İslam kültür ve bilincinden yoksun oldukları için, bu geri kalmanın ve bozuluşun farkında bile değildirler.
Sezai Karakoç, İslam dünyasının içinde bulunduğu durumun ve ayrılıkların, sürekli Batı ülkelerinin ve özellikle Amerika Birleşik Devletlerinin işgal ve zulmünü doğurduğundan dile getirir. Bu durumu zaman zaman şiir gücünden de yararlanarak dillendirmiştir: “BİRLİK ÇAĞRISI” yapan şair, hayatı boyunca bunu hep tekrar eder durur.
Ey İslam ülkeleri
Birlik sizin ana ilkenizken
Paramparça oldunuz
Niçin ve neden
Her gün biriniz bir ziyafet konusu
Kurda kuşa
Kalanlarınız da giriyor sıraya
Bekliyorlar
Kurban edilme nöbetini”
Kaynak: Farklı Bakış