Sen kimsin, Asım’ın nesli mi?

Yıldıray Oğur'un yeni yazısı;

 Sen kimsin, Asım’ın nesli mi?

 

AK Parti Gençlik Kolları’nın yeni reklam filmi ‘Sen Kimsin’ de gençlere Hz. Ali,  Musab bin Umeyr’den, Selahaddin Eyyübiye, Kanuni’ye, Fatih’e tabii Abdülhamit’e,  Erbakan, Menderes’ten Aziz Sancar’a, hatta Naim’e, TOGG’un, SİHA’ların mühendislerine kadar kim oldukları hatırlatılıyor, sonra bütün bu figürler toplanıp Erdoğan’ın resmini oluşturuyor ve konu “sen Recep Tayyip Erdoğansın”a bağlanıyor. Sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sesi duyuluyor:

Sizler Asım’ın neslisiniz...

Reklam filmi üzerinde konuşturmasıyla başarılı, AK Partili gençleri heyecanlandıracağı da açık.

Film muhalifleri de harekete geçirdi, sosyal medyada reklam filminin “sen kimsin” sorusuna AK Parti iktidarı döneminde haksızlığa uğramış gençlerin adları ve fotoğraflarıyla cevap veren, ekonomik şartlar, gençlerin sorunlarına dikkat çeken binlerce eleştirel tweet atıldı.

Kemalist çevreler Atatürk’ün adının “sen...” li bir cümlede geçmemesini eleştiriyor. Siyasi iletişim olarak verilen mesajı, gençlere kendileri olmak dışında biçilen ağır rolleri, lider kültüne katkısını, finaliyle ortaya çıkan itikadi sorunları eleştirenler de var.

Ama bu yazının konusu ‘Asım’ın nesli’...

Sık sık duyduğumuz ‘Asım’ın nesli’ bilindiği gibi Mehmet Akif’in Safahat’ının altıncı kitabı Asım’dan geliyor.

Akif’in “Çanakkale Şehidlerine”, “Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem”, “İrticaın şu sizin lehçede mânası bu mu”, “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” gibi en iyi bilinen şiirleri ve mısraları Asım’ın içinde geçiyor.

Asım aslında tek parça bir şiirden ibaret. Akif, 1919’da Sebülürreşad’da parça parça yayınlamaya başladığı şiiri, 1924’de ilk kez kitap olarak bastırdı.

Zaten şiirin başında Akif  “Bu eser bir muhavereden (karşılıklı konuşma) ibarettir” diyor.  

Sonra “Harb-i Umumi içinde, Fatih yangınından evvel, Hocazade’nin Sarıgüzel’deki evinde geçer. Eşhas’ı muhavere de şunlardır” diyerek eser boyunca konuşan karakterleri tanıtıyor:

Hocazâde olarak geçen kişi Hoca Tahir Efendi’nin oğlu Mehmed Âkif’in kendisidir.  

Köse İmam ya da gerçek hayattaki adıyla Bosnalı Ali Şevki Hoca, Hoca Tahir Efendi’nin talebelerinden biri, gerçekte de Akif’in çok yakın bir dostudur. İlmi ve kütüphanesiyle meşhurdur. Fatih yangınında içinde Akif’in şiirlerini yazdığı defterin de olduğu kütüphanesi yanıp kül olmuştur.

Konuşmadaki karakterlerinden Emin, Hocazade’nin oğludur. Yani Mehmet Akif’in gerçek hayattaki oğlu Emin’dir.

Âsım ise Köse İmam’ın yani Ali Şevki Hoca’nın  oğludur.

Ama bütün karakterler gerçekken Asım hayalidir. Çünkü Ali Şevki Hoca, gerçek hayatta hiç evlenmemiştir, Asım diye bir oğlu yoktur.

Mehmet Akif, bu hayali Asım karakteriyle ülkeyi kurtaracak bir nesle konuşur, tavsiyelerde bulunur.

Fakat bu zannedildiği gibi hamasi bir ‘gazlama’ konuşması değildir.

Aslında tamamı bir oturuşta yazılmamış olsa da, bir bütünlük içinde akan Asım, yer yer heyecanın, epikliğin yükseldiği ama roman lezzeti de veren, siyasi, sosyal tespitlerin, tasvirlerin ve sert eleştirilerin yer aldığı Mehmet Akif’in ustalık dönemi eseridir.

Fakat ilginç bir şekilde şiirin bazı bölümleri çok popüler olmuşken, onların öncesi, sonrası, bağlamı üzerine daha az konuşulmuştur.

Örneğin milliyetçi ya da birlik ve beraberlik mesajları için çok kullanılan;

Değil mi sînede birdir vuran yürek… Yılmaz!
Cihan yıkılsa, emîn ol, bu cebhe sarsılmaz

beyitlerinin pek atıf yapılmayan hemen öncesi şöyledir:

Sevinme bir, acı bir, gâye aynı, vicdan bir;

Değil mi cenge koşan Çerkes’in, Lâz’ın, Türk’ün,
Arab’la, Kürd ile bâkîdir ittihâdı bugün.

Yine çok sık alıntılanan;  

Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhâmı,

Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı

beyitlerinin de hemen ardından ilmiye sınıfına, medreselere sert eleştiriler gelir;

Kuru da’vâ ile olmaz bu, fakat ilm ister;

Ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster?

Aslında bir tane de örnek gösterilir: Oflu imam;

Oflu’nun ilmi de olsaydı o îmâna göre,

Şimdi baştanbaşa tevhîd ile dolmuştu küre

Oflu imamın ilmi çok kudretli olmasa da cesareti ve imanı büyüktür.

Bunun hikayesini şiirde Köse İmam’ın ağzından dinleriz ki bu kısım da malum nedenlerle pek popüler olmamıştır:

Yine bir dolduran olmuştu ki Abdülhamid’i,

Karakoldan dediler: “şimdi, İmam, Erzurum’a!”

Bir de kış, bir de kıyâmetti ki artık sorma!

Tıktılar, çalyaka, bir tekneye; sırtım gevşek;

Abam arkamda değil, sonra ne yorgan, ne döşek. Titredim beş gece, dört gün...

-Ne de çok! Beş gece mi?

Köse İmam ve hocası olan Mehmet Akif’in babası bir jurnalle kışın ortasında Erzurum’a sürgüne gönderilmiştir.

Oflu imamla da sürgünde tanışırlar. Oflu imam onlara kendisinin neden sürgüne gönderildiğini anlatır:

Çoktan beridir vardı benim bir derdim:

Gideyim, zâlimi îkaaz edeyim, isterdim.

O, bizim câmi uzaktır, gelemez, mâni’ ne?

Giderim ben, diyerek, vardım onun câmi’ine.

Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,

Koca şevketli!

Hakikat bunu etmezdim ümid.

Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız;

O silâhşörler; o al fesli herifler sayısız.

Neye mâl olmada seyret, herifin bir namazı:

Sâde altmış bin adam kaldı namazsız en azı!

Hele tebzîri aşan masrafı, dersen, sorma.

Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma,

Dedim ki: “Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?

Biraz da meydana çıksan da hasbihâl etsek.

Adam mı, cin mi nesin?

Yok ne bir gören ne eden;

Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden.

Değil mi saklanıyorsun, demek ki:

Korkudasın; Ya çünkü korkan adamlar gerek ki saklansın.

Değil mi korkudasın var kabâhatin mutlak!..” Bir de baktım, canavarlar pusulardan çıkarak, Koştular, tekmeye kuvvet kimi, dipcikle kimi, Serdiler her tarafından delinen postekimi. -Sonra?.. -Ben hissimi kaybetmişim artık... -Vah! Vah!”

Oflu hocanın zulme karşı bu cesur çıkışını över Akif:

Bir adam dursa da bir zâlim imâmın yüzüne,

Adli emretse, bu zâlim de onun hak sözüne,

İnkıyâd eyleyecek yerde tutup kıysa ona,

O mücâhid yazılır ta şühedânın başına.

Hamza’dan sonra gelen şanlı şehîd ancak odur.

Hak için can verenin pâyesi elbet bu olur.

Hakkı bir zâlime ihtâr, o ne şâhâne cihâd!

Yine çok bilinen, sık sık Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da okuduğu şu dizeler de Asım şiiri içindedir:

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem

...

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldırma da geç git diyemem, aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.

Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu…

İrticaın şu sizin leçede mânası bu mu?

Ama şiirde bu dizeleri Hocazade yani Akif’in kendisi söylemez, bunları Köse İmam’a söyletir.

Sonra yine bu dizelerden sonra geldiği az bilinen bir tartışma başlar aralarında:

“İrticaın şu sizin leçede mânası bu mu?”

Yok canım!

-Yok deme!

-İfrât ediyorsun Köse…”

* * *

Sonra Hocazade olarak Akif devam eder:

İğnelersin şu benim neslimi yüz buldukça,

Sana elmas gibi hürriyeti kim verdi,

Hoca? Ne yaman şeydi unuttun mu o istibdâdı?

Hep fecâyi’di, hayâtın hele hiç yoktu tadı.

Milletin benzi sararmış, işitilmezdi refâh;

Her nefes dört elifin sırtına binmiş bir “âh!”

O ne günler...

Yine mesele istibdat devri ve 2. Abdülhamit’e gelmiştir

Bu şiirler 1919’dan sonra yazılmış şiirler. Yani zannedildiği gibi Akif Abdülhamit’le ilgili fikirlerinden hiçbir zaman caymamıştır.

Ama gördüklerinden sonra daha az öfkelidir, şiirde kendi kendine nasihatler eder.

Bunu da şiirin devamında Köse İmam’la babası arasında geçen bir diyalogla yapar.

Köse İmam, kızdırmak için bir zamanlar Akif’in babası Hoca Tahir Efendi’ye şu mısraları okumuştur: “Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer, Âkıbet çok kötü...”

Bunlar 10 yıl önceki Akif’in dizeleridir. Şair ustalığını konuşturur.

Hoca Tahir Efendi, padişahçı değildir ama padişahlara sövülmesinden de hoşlanmaz. Bu beyte kızmaz ama bir nasihatle cevap verir:

Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak!

Adam mısın: Ebediyyen cihanda hürsün, gez;

Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.

Adam değil misin, oğlum:

Gönüllüsün semere;

Küfür savurma boyun kestiğin semercilere

Az önce Köse İmam’a söylettiği “Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem” li mısralara da bir cevap verir sonra.

Şiirde sık sık vurgulandığı Akif, geçmişin hayalleriyle yaşayan muhafazakar bir şair değildir, ‘geçmişe takılıp kalmamalı’ demektedir yine:

Sen işin yoksa devir çamları paldır küldür;

Neslimin şöyle dönüp bakması hattâ züldür.

Gözüm ensemde değil, görmeliyim ben önümü;

Kestik attık hele mâzî denilen kör düğümü!

Ne zamandan beridir bağlıyız artık bıktık;

Demir aldık o sizin an’anelikten çıktık.

Bütün şiir bu tartışmalarla ilerler.

Hem toplumuna, hem tarihe hem de kendisine karşı eleştirel bakabilen, geri kalmışlığı, cehaleti, kaderciliği sert sözlerle eleştiren bir Akif vardır Asım’da.

Dini görüşleri bugünün perspektifinde modernist, siyasi görüşleri hürriyetçidir. Otoriteyle ciddi bir sorunu olduğu açıktır.

Şiire adını veren Asım’la olan diyaloğu da hamasi değildir.

Köse İmam, oğlunun deli doluluğundan, gördüğü bütün haksızlıklara, dinen yanlış olan işlere müdahale edip kavga çıkarmasından rahatsızdır.

Hocazade yani Akif için ise bunlar Asım’ın faziletleridir ama onun bu faziletli karakteri ve enerjisi faydalı işlere sevk edilmelidir. Çünkü Akif’in Asım’ın neslinden beklediği hükümeti ele geçirerek, ihtilal yaparak, baskıyla, zorla memleketi ve toplumu düzeltmesi değildir.

Asım’ın neslinden çok bahsedilir ama Akif’in Asım’a ne tavsiye ettiğinden pek bahsedilmez. Okuyalım:

Kıssadan hisse çıkarsak mı, ne dersin Âsım!

Anlıyorsun ya, zarar yok, daha iyi anlaşalım:

İnkılâb istiyorum ben de, fakat, Abdu gibi…

Yoksa, ellerde kör âlet efeler tertîbi,

Bâbıâlîleri basmak, adam asmakla değil.

Çek bu işten bütün ihvânını, kendin de çekil.

Gezmeyin ortada, oğlum, sokulun bir sapaya,

Varsa imkânı, yarın avdet edin Avrupa’ya.

-Amca bey!

-Nâfile Âsım, seni hiç dinlemeyiz…

Çünkü sen bir kişisin, biz bakalım öyle miyiz?

Ben… baban… sonra Melek…

Tutturamazsın ne desen…

Hadi tahsîlini ikmâle tez elden, hadi sen!

....

İnkılâbın yolu mâdem ki bu yoldur yalınız,

“Nerdesin hey gidi Berlin” diyerek yollanınız.

Altı ay, bir sene gayret size eğlence demek…

Siz ki yıllarca neler çekmediniz, hem gülerek!

Hani, bir ömre bedeldir şu geçen her gününüz;

Bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz.

Şark’ın âgûşu açıktır ozaman işte size;

O zaman varmanın imkânı olur gâyenize;

O zaman dinlerim artık seni, Âsım bol bol… -

-Yarın akşam gideriz.

-Öyle mi? Berhurdâr ol!

Asım’ı konuşmanın hemen ertesi günü Berlin’e ilim tahsil etmeye gönderir Akif.

Ama sadece ilimlerini tahsil etmesini isteyerek. Özellikle de atom üzerine çalışmasını ister.

Akif, Sebülürreşad’da hararetle savunduğu, meşruiyetçi- modernist-İslamcı görüşlerin öncüsü Cemaleddin Afgani gibi çareyi ihtilalde değil, onun talebesi olan Akif’in Arapça’dan ilk çevirilerini yaptığı Muhammed Abduh gibi eğitim ve reformla İslam aleminin toparlanmasında görür.

Ama bunu toplumun en geniş kesimlerini içine alarak yapmaktan da yanadır.

Yakın dostu Eşref Edip’in derlediği Sebülürreşad’daki yazılarından okuyalım:

“Müslümanlıkta en güç bir şey varsa o da bir adama dinsiz payesi vermekten ibaret olduğu halde faziletini irfanını, ikbalini, şöhretini çekemediğimiz yahut tefekkür tarzını kendi meşrebimize muvafık görmediğimiz kimseleri nazardan düşürmek bize pek kolay geliyor....binde bir zayıf ihtimalle yakaladığımızı dinsiz yapıp çıkıyoruz. Gerideki dokuz yüz doksan dokuz ihtimali imanı nazara bile almıyoruz. Arabistan’a gidin en büyük adamlar Vahhabi, Türkistan’a gelin farmason, Acemistan’a uğrayın dinsiz...Bir yabancı aramıza girse dese ki: ‘Ey cemaat-i Müslimin! Filan filan zatlar sizin en akıllınız, en aliminiz, en fazılınız olduktan başka milletinin saadetine çalışmış olmak itibarıyla en hayırhahınız, en hamiyetlinizdir. Siz bunları Vehhabilikle, masonlukla itham ediyorsunuz yani Müslümanlıktan çıkarıyorsunuz. Demek ki sizin dininiz akıl ile, ilim ile, fazl ile,  hamiyet ile kabil-i telif olmayacak.’ Bu söze karşı ne diyebileceğiz.”

Akif, zannedildiği gelenekçi de değildir:

“Eski, eski olduğu için atılmaz; fena olursa atılır. Yeni yeni olduğu için alınmaz; iyi olursa alınır. Yeniyi, iyiliğinden, hususiyle lüzumundan dolayı almak, eskiyi de fenalığı sabit olduğu için atmak kimsenin aklına, daha doğrusu işine gelmiyor.”

Yazılarında istibdat karşıtlığı, fikir hürriyeti, işin ehline verilmesi, adalet ana siyasi temalardır:

“İşleri ehline tefviz etmeyen, bütün muamelatında adaleti düstur-i hareket tanımayan milletler için yaşamak ihtimali yoktur.”

Bu fikirleri sadece kağıt üstünde kalmamış, onları bütün risklerini göze alarak hayatında da uygulamıştır.

21 senelik memuriyetinden,  liyakati herkesçe takdir edilen Baytar müdürü Abdullah bey haksız olarak görevden alınınca anında istifa etmiştir.

Saray’ın İstiklal Harbi aleyhine fetva istediği meşihatın ve baskılar üzerine en son istifa eden Şeyhülislam Haydarizade İbrahim Efendi’nin uzun süre buna direnmesini teşvik edenlerden biridir.

Sonra Ali Şükrü Bey’le birlikte “İstanbul’da yapacak bir şey kalmadı” diyerek milli mücadeleye destek için Ankara’ya gitmiştir.

Ardından ülkedeki İslamcılığın sesi Sebilürreşad dergisi de matbaasını alıp Kastamonu’ya gelip orada yayınlanmaya başlamıştır.

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ise yeni rejimden memnun olmadığı, başka amaçlarla kullanılmasından çekindiği Türkçe Kuran mealini yapmamak için Mısır’a gönüllü sürgün olarak gitmiştir.

Ama 1935’de hastalanarak tedavi için tekrar İstanbul’a döndüğünde sadece milli marşın şairi olarak değil, kritik anlardaki duruşu, hizmetleri ama en çok da ahlakı ve büyük şairliğiyle herkesten hürmet görmüş, bütün gazeteler yurda dönüşünü ve hastalığını birinci sayfalarından haber yapmıştır.

O yüzden bir yıl sonra 1936’da vefat ettiğinde cenazesi üniversite gençliğinin omuzlarında büyük kalabalıklarla kaldırılmış, arkasından Falih Rıfkı’dan, Hüseyin Cahit’e Sertellere kadar fikren ona ters olan ülkenin bütün yazarları, gazetecileri methiyeler yazmıştır.

Henüz Atatürk’ün de hayatta olduğu yıllardan başlayarak ölüm yıldönümlerinde yüksek muallim mektebinde, ülkenin çeşitli şehirlerindeki halkevlerinde ihtifaller düzenlenmiş, mezarını o günlerdeki gazete haberlerinde yazdığı gibi aralarında kız öğrencilerin de olduğu “Kemalist üniversite gençleri” inşa etmiştir.

Akif, meşruiyetçi, hürriyetçi ıslah yanlısı bir İslamcıdır. Bu kimliğini İstiklal Marşı’nı yazarken, Cumhuriyet devrinde yaşarken de saklamamıştır.

Fikir mücadeleleri vermiştir ama bunu fikri ya da kültürel iktidar kurmak, ülke yönetimini ele geçirmek için yapmamıştır.

Tutarlı, itibarlı yenilikçi fikirleri, entelektüel derinliği, şairliği, ahlakı ve şahsiyetiyle, fikren ve siyaseten yakın olmadığı bir rejimde bile itibar görmüştür.

Her ne kadar hamasi ezberlenmiş cümleler ya da önyargılar yüzünden değeri bugün bile tam olarak anlaşılmasa da aslında Asım’ın neslinden beklediklerinin büyük bir kısmını Mehmet Akif, kendisi bizzat hayatında gerçekleştirmiştir.

O yüzden 2020 yılında hala Batı taklitçiliğinden şikayet etmek, aynı ülkede birlikte yaşadığı farklı fikirlerdeki insanların üzerinde fikri iktidar kuramamaktan yakınmak, gençlere “Kimsin sen” diye sorup hamasi bir dava ve tarih neferliğini teklif etmek, üstelik “Abdülhamit’in aklı sana miras” demek pek de Akif’in “Asım’ın nesli” nden beklediği işler olmasa gerek.

Herhalde bu yüzden filmi hazırlayanlar da kendilerine Akif’ten değil, Necip Fazıl’dan misyonlar çıkarmayı tercih etmişler.

Asım şiirinin tamamını okuyanlar, Akif’in “Asım’ın nesli” nden hemen en başta geçmişle böbürlenmeyi bir tarafa bırakıp, kendi gerçekliğimizle cesaretle yüzleşmeyi beklediğini görecektir.

Herhalde iyi bir vatansever ve entelektüel olarak, Asımlardan ülkenin vatandaşlarının herhangi bir kısmı üzerinde bir fikri ve kültürel iktidar kurmak gibi ihtilalci fikirlerden kurtulmayı, daha fazla insanın aklını ve enerjisini ülkenin toplam aklına ve enerjisine çevirmenin yollarını aramayı da bekleyecektir.

Bugün Asım’ın neslinin “Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım” tavsiyesine uyması için ise ülke şartları o kadar müsait olmayabilir.

Bir fırsatını bulup yurtdışına gitmek isteyen gençlerin sayısına bakılırsa belki de Akif’in Asımlara ilim tahsil etmek için Berlin’e gitmeyi tavsiye ettiği zamanlarda yaşıyoruzdur...