Salgın sonrası senaryolar Biyografi

Sivil Siyaset Hareketi'nden Suat KINIKLIOĞLU'nun Yazısı;

 Salgın sonrası senaryolar Biyografi

Gün geçmiyor ki salgın sonrası için iddialı değişim senaryolarının geçtiği analizler, yazılar, sosyal medya paylaşımları ekranlarımıza düşmesin. Her kesimden sesler yükseliyor artık dünyanın eskisi gibi devam edemeyeceği yönündeç Ne var ki, bu tespit ve çağrılar belki de daha çok temenni mahaiyetindedir - göreceğiz. Korona virüsü gerçekten ahir ömrümüzde görmediğimiz ölçüde insanlığı etkiledi ve muhtemelen bir süre daha da etkilemeye devam edecek. Bu satırların yazarı bu iddialı değişim senaryolarına biraz daha temkinli yaklaşmaktadır. Gerçekten de aynı şekilde yaşamamız mümkün değil. Bazı şeyler değişecek. Herşeyden önce sağlık gibi kritik bir alanın özel sermayeye, çokuluslu şirketlere veya sadece piyasa dinamiklerine bırakılamayacağı aşikar. İlaç üretimi, kritik bir takım teknolojilerin nerede üretildiği muhtemelen değişecek. Özellikle ABD’de ucuz üretim olanağı sağladığı için Çin’e havale edilen ilaç üretimini kesmek ve yapısal bazı önlemler alma isteği güçleniyor. Salgın, deprem ve afet gibi olağanüstü krizlere yönelik hazırlıklı olma yönünde birçok ülkede yeni yasal ve bürokratik uygulamaya gidileceği anlaşılıyor. Ne var ki küreselleşme dünya üzerindeki ekonomileri o kadar birbiri ile bağımlı hale getirdi ki arzu edilen bir boşanma süreci düşünüldüğünden çok daha zor ve zaman alacaktır.  

ABD’nin Trump Yönetimi altında iyice ayyuka çıkan küresel düşüşü Çin’in salgını bir fırsata dönüştürme ve üzerindeki ağır sorumluluğu unutturma çabaları ile birleşince salgın sonrasında hareketli günler bizi bekliyor. ABD ve Çin arasındaki soğuk savaş salgın sonrasında şiddetlenecektir. Avrupa bu iki kutup arasındaki çatışmadan daha bağımsız hareket edeceğe benziyor – en azından Trump Beyaz Saray’da oturduğu sürece. Bu da bizi 2020 yılının en önemli stratejik gelişmesine getiriyor: ABD başkanlık seçimi. Eğer Trump tekrar seçilirse küresel düzlemde önemli bir alt-üst oluştan bahsetmek mümkün olacak. Demokrat bir aday kazanırsa ABD ve AB arasında tekrar bir yakınlaşma ve Çin’e karşı daha koordineli bir cephe oluşturma gayreti oluşacaktır. Demokrat bir başkan altında ABD’nin düşüşü bir nebze frenlenebilecektir ama bu ABD’nin içerisinde yaşadığı derin yapısal sorunların üzerini örtmeye yetmeyecektir. Gerçek şı ki, dünyanın en büyük ordusunu besleyen, en iyi üniversitelerine sahip olan, en büyük ekonomik güce sahip olan ülke kendi vatandaşlarına doğru dürüst sağlık sigortası yapamıyor. ABD’deki siyasal kültür dikkate alındığında bu yapısal sıkıntıların aşılmasının zaman alacağı anlaşılmaktadır. 

Peki Türkiye bu çalkantıların ortasında bu senaryoların neresine oturmaktadır? Tabii ki bu aşamada Türkiye’nin bu salgını nasıl atlatacağı henüz net değil. Aynı zamanda ülkenin ABD’ye göre çok daha etkin ve pratik bir sağlık sistemi var ama Ankara’nın asıl meselesi sağlık sistemi değil. Asıl mesele bu salgının “tulumbada su kalmadığını” milyonlarca yurttaşa tekrar göstermiş olmasıdır. Yılların parasal hovardalığı, büyük altyapı projeleri ile ülkenin parasal geleceğinin ipotek altına alınması, yurtdışında girişilen askeri maceralar, yolsuzluk ve kötü yönetişimin maliyeti salgın krizi ile herkesçe daha fazla görülür oldu. Bunun siyasal etkilerinin olup olmayacağı, bu salgına verilen cevabın 1999 depremine benzer bir etki gösterip göstermeyeceğini önümüzdeki aylarda göreceğiz. Ne var ki, Almanya şansölyesi Merkel’in vatandaşlarına “müsterih olun devletiniz arkanızdadır” sözününün Türkiye’de söylenemediği milyonlarca yurttaşın hafızasından silinmeyecektir. Bu anlamda ekonomik zafiyetimiz büyükşehir belediyeleri ile girişilen sidik yarışının getirdiği yönetişim kıskançlığı ile birleşince içeride yaşanan derin iktidar krizi tekrar görülür oldu. 

Bu salgın sona erdiğinde bütün dünyada olduğu gibi Türkiye ekonomisi de ağır bir yara alarak yoluna devam etmeye çalışacaktır. Salgın öncesi zaten devam eden bir krizin içinden geçen ekonominin tekrar canlanması ve istihdam yaratabilmesi pek de kolay gözükmüyor. Milyonlarca insanın işsiz kaldığı, salgın esnasında yaşanan ağır maddi kayıpların devlet tarafından karşılanmayacağı anlaşıldığına göre bu süreç sonunda daha da artan fakirleşme, çaresizleşme ve tutunamama göreceğiz. Cumhuriyetin 100ncü yıldönümüne dünyanın ilk 10 ekonomisine girmeyi hedefleyen bir ülke için önümüzde duran ağır tablodan çıkışın parlamenter sisteme dönüş, demokratikleşme, kuvvetler ayrılığının tesisi, hukuk devleti ve ifade hürriyetinin tekrar tesis edilmesiyle mümkün olduğu biliniyor. Eldeki bütün işaretler bu istikamette yol alınmayacağına işaret ediyor. Peki bu istikamette yol alınmayacaksa mevcut otoriterleşme sürdürülebilir mi, bu hem içte hem dışta Türkiye’yi izleyen herkesin cevabını bilmediği soru olarak durmaktadır.      

 

* Suat KINIKLIOĞLU 23. Dönem Milletvekili.