“Kiminle karşılaşsam Şehir Üniversitesi meselesini Cumhurbaşkanı ile görüşün diyor.
Ben bu meseleyi cumhurbaşkanına götürmek istemem, istemedim, istemeyeceğim de…/…/
Ben hukuka müracaat ettim, bugüne kadar sadece hukuki yollardan hakkımı aradım ve ahlaki olarak da herhangi bir değer kaymasına izin verecek bir işleme izin vermedim. Biz temel ilkeleri koruyacağız, hukuku koruyacağız ve ahlakı koruyacağız.”
Ahmet Taşgetiren ile Elif Çakır’ın Karar TV’deki programında dile gelen bu feryada ülkenin geleceği adına kulak vermek gerekiyor. Konu hakkında çok yazılıp çizildi ama Şehir Üniversitesi ile ilgili birkaç hususa değinmekte fayda var
İstanbul Şehir Üniversitesi’nin kuruluşu 2008 Mayıs’ında TBMM eliyle yasalaştı. Bu dönem, tam da özgürlüklerin genişletildiği, insan odaklı bir perspektifin tüm siyaseti belirlediği, gayrı meşru her türlü vesayetin geriletilerek demokratikleşme yolunda önemli mesafelerin alındığı, Avrupa Birliği’ne giriş ajandası desteğiyle esaslı bir reform sürecinin soluksuz taşındığı Ak Parti iktidarının ilk yıllarında ulaşılan zirveye denk gelir.
On yılın sonunda Şehir’in web sitesinden bölümlerini, programlarını, faaliyetlerini ve akademik kadrosunu incelerseniz, yaratılan bilimsel ortama, çoğulculuğa dair net bir resim alırsınız. Üniversitenin nasıl bir bilimsel ortam yarattığını anlamak için arşivlerini buraya teslim eden hocalara bakmak bile kâfi. Fuat Köprülü, Taha Toros, Kemal Karpat, Şerif Mardin, Talat Halman arşivleri, Şehir’in muazzam kütüphanesinde bilim adamlarını bekliyorlar.
6 Ekim 2010 tarihinde gerçekleştirilen ilk eğitim yılı açılışına zamanın Cumhurbaşkanı ve Başbakanı beraberce katılmıştı. Bu, İstanbul Şehir Üniversitesi’ne verilen önemi gösterirken aynı zamanda Şehir’den beklentilerin bizatihi büyük bir meydan okumayı uhdesinde taşıdığına işaret ediyordu.
Kartal Dragos’taki eski Maltepe Sigara Fabrikası ve arazisi, bu sefer akciğerlere değil cehalete karşı savaş açmak üzere Şehir Üniversitesi’nin kullanımına tahsis edilecekti. Kent rantlarının kabarttığı gözü doymaz iştahın boyutlarını ve yıkıcı sonuçlarını hayatımızın her safhasında hissettiğimiz bir dönemdeydik. İşte o dönemde yüzük taşı gibi bir alanın bozulmadan hem İstanbul’a nefes aldırmak hem bilim yuvası olmak üzere Şehir’e tahsis edilmesi, AK Parti’nin Şehir’i göz bebeği gibi telakki ettiğine dair kuvvetli bir işaretti.
Kuruluştan hemen sonra Şehir’e yapılan tahsise itirazlar oluyor ve bunların hepsi lehte sonuçlanıyordu. Ancak 2013 yılında on beşinci kez yapılan bir itiraz Danıştay tarafından kabul ediliyor ve tahsis iptal ediliyordu. Ömer Dinçer, 2008 yılından hemen sonraki itirazların Ak Parti ile Danıştay arasında bir çekişme döneminde reddedilirken ilişkilerin nispeten düzeldiği 2013 yılında kabulünü de anlamlandıramadığını ifade ediyor. Bu sırada Emlak Konut ve Belediye Dragostaki bu arazide üç parselin imar durumunu değiştirerek doğayı tahriple sonuçlanabilecek bir girişimde bulunuyorlar. Özelleştirme idaresi bunu görünce arazinin Şehir Üniversitesine devrini teklif ediyor. Bu aşamada, arazinin dönemin hükümetinin tasarrufuyla yasalara ve hukuka uygun olarak devrinin yapıldığını görüyoruz, yıl 2014.
Bu tapu devri, Türkiye’de üniversite gibi bir üniversitenin İstanbul gibi bir medeniyet beldesinde asırlara emanet edildiğini tescil eden bir eylem olarak anlaşılmalıdır. Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak bu devri olur eden irade sahipleri büyük bir hizmetin banileri olarak hatırlanacaklardır.
Dragos yerleşkesinin doğal yapıyı koruyarak tanzimi zaruri idi. 2019-2020 Eğitim döneminde %94 oranında bir doluluk yakalamıştı Üniversite… Tam da cari giderlerini bütünüyle karşılayıp borçlarını ödeme kapasitesine ulaştığı bir anda bankanın olumsuz yaklaşımına maruz bırakılması, bu tasarruf sahiplerine dair merakımızı artırıyor. Banka önce geçtiğimiz Mart ayında kredi limitlerinin kullanılmasını engelliyor. Bu öğretim yılına girerken de sekiz parselden birinin devir işlemini iptal eden mahkeme kararını bahane ederek Üniversitenin bütün banka hesaplarına tedbir konuyor. Bu kararlara öncelikle rehine müracaat prensibi etrafında itiraz ediliyor. 300 milyon liralık krediye karşı 1.2 milyarlık teminatın yok sayılması nasıl izah edilebilir… Üzerinde hiçbir hukuki tedbir bulunmayan yedi parselin değerini sıfır gösteren anlayışta bir tuhaflık yok mu? Kim bundan sonra banka kredisi ile yatırım yapmaya cesaret eder? En ufak bir muhalif tavrın Şehir benzeri bir karmaşaya dönüşmesi ihtimali yok diyebilir miyiz?
Üniversite yönetimi bir de aslı arası olmayan haberleri tekziple uğraştı. Bu haberin çıktığı medya organı anlaşılıyor ki olaya vakıf olma ihtiyacı duymamış.
Bir bankanın, kamu tüzel kişiliğini haiz bir eğitim kurumuna yasal olarak en son uygulanacak tedbiri en başta uygulamaya kalkmasını, yargının bu usulsüzlüğe ve bu özensizliğe kayıtsız kalmasını nasıl izah edelim? Mütevelli Heyeti başkanı Prof. Dr. Ömer Dinçer’in “Banka bize bir borçlu gibi muamele etsin, bir suçlu gibi değil” ifadesi her şeyi anlatmıyor mu?
İstanbul Şehir Üniversitesi üzerine düşüncelerimi bugünlerde okulun maruz bırakıldığı zorluklar bağlamında değil başarılı örnekler sadedinde paylaşmak isterdim. Başarı kıstası derken, salt binalardan, inşaat metre karelerinden, öğrenci sayılarından, yeni açılan üniversitelerin o şehre getirdiği ekonomik hareketlilik ve benzeri hususlardan bahsetmediğim aşikârdır sanırım.
Bir üniversiteyi üniversite yapan unsurlardan hareketle, mesela eleştirel düşünceye yatkınlık, bilimsel kapasite, özgün neşriyat, canlı ve güncel sorunlara yönelen araştırma ajandası, yapılan bilimsel çalışmaların aldığı atıf, öğrencilere yaklaşım, açık görüşlülük ve çoğulculuk ortamı, uluslararası irtibatlar, toplumla ilişkiler gibi bir dolu hususu göz önüne alarak “başarı” sıralamasında Şehir’i tartarsak çok iyi bir noktanın yakalanmış olduğunu görürüz.
Bir dönem benim de aktif bulunduğum siyasi faaliyetlerimizi sürdürürken, bizim neslin medeniyetimizin ihyası cihetiyle geriye ne bırakacağı sorusuna verebileceğim cevabın başta gelen şıklarından birisi, muhtemelen özellikle sosyal bilimler alanında Şehir Üniversitesi’nde oluşan geleneğin kökleşmesi olurdu. Şimdilerde bu öngörünün tahakkuk etmeme ihtimali var ve bu, akl-ı selim sahibi herkesi üzecek bir gelişme…
Düzenlediği basın toplantısında Prof. Dr. Ömer Dinçer’in kullandığı ifadeler benim boğazıma dizildi. Türkiye’nin evrensel demokratik değerlerden uzaklaşışını içim dolarak izlediğim şu günlerde, iç yakıcı böyle bir serzenişi duymak ne kadar acı. Şehir Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Ömer Hoca diyor ki, “ya bizim hukuki haklarımızı kullanmamıza izin verin yahut da öğrencilerimizi, öğretim üyelerimizi, üniversitemizin manevi şahsiyetini daha fazla mağdur etmeden, itibarını zedelemeden, gelip üniversitemizi teslim alın.” Bu satırları, Hocanın yazının girişindeki sözleriyle birlikte değerlendirmekte fayda var.
Şehir üniversitesine yapılan haksızlığın orada kalmama ihtimali var. Bu anlayışın yürürlükte olduğu bir ülkede hiç kimsenin ve hiçbir kuruluşun hukuki güvencesi yok demektir. Hem bu anlayış dolayısıyla böyledir bu, hem de bu haksızlığa dur diyecek hukuk sisteminin yokluğu sebebiyle böyledir. Bilirkişilik müessesesinin aldığı vaziyet de ayrı bir faciadır. O parselin değerini sıfır gösteren rapora önce hâkimin itiraz etmemesi de bir ayrı trajedidir. Hepsinden öte bu gariplikleri seyreden ve ses çıkarmayan herkes biraz mesul değil midir?
Şehir Üniversitesinin hocaları da tehlikeye dikkat çekiyorlar. Onların üniversitelerine sahip çıkan bildirilerinden şu satırları buraya almadan edemedim:
“Biz tek tek şahıslar olarak söz konusu süreçten kuşkusuz zarar görmekteyiz. Daha büyük zararı, ŞEHİR’de okumayı “tercih etmiş” öğrencilerimiz yaşamakta. Ancak öyle görünüyor ki, en büyük zararı Türkiye’deki bilim ideali ve toplum hayatının kendisi yaşayacak. Her kesimin, irade sahibi herkesin meseleye bu sorumlulukla yaklaşmasını bekliyoruz.”
Üniversitenin kıdemli hocaları da yapılanların ne kadar yanlış olduğunu haykırıp duruyorlar. Mehmet Genç, Ergun Özbudun, Engin Akarlı bunlardan bir kaçı. Hepsine #sehirhepimizin etiketiyle sosyal medyadan ulaşmak mümkün. Şehir Üniversitesi mezunları da okullarına sahip çıkmayı ihmal etmemişler ve olan biteni bir bildiriyle kamuoyu ile paylaşmışlar.
Kanaatimce bankanın yaptığı işlem alacaklarını garanti altına alma amacına hizmet etmez. Borç yapılandırma anlaşması imza altına alınmak üzereyken muhtemelen Genel Müdürün talimatıyla tedbir işlemine başlanıyor. Bankanın yönetim kuruluna konunun tam anlamıyla intikal ettirildiğini sanmıyorum. Bankalar, durmuş hatta kilitlenmiş çarkları bile yağlayarak döndürmeye çalışırken hali hazırda işlemekte olan bir çarka çomak sokmak gibi bir durumda olmamalılar.
Fehmi Koru'nun dile getirdiği mezunlar ve bağışçılar konusu güzel ama Şehir Üniversitesine karşı ortaya konulan tavır bu insanları ürkütmez mi?
Şehir Üniversitesine kıymak geleceğimize siyanür serpmek gibi. Bu konuda konuşmayı tehlikeli bulanlar bilmeli ki, haksızlık karşısında susmak da tehlikeler içeriyor.
Hemen her kesimden insan aynı şeyi söylüyor: Şehir Üniversitesi yaşamalı…
Doğrudan iletişim için: mtekeli35@gmail.com