Kamusal alanın ne olduğu ve nasıl düzenleneceği son birkaç yüzyıldır siyasetin en önemli konusudur.
‘Kamusal Alan’ın tanımı yanında özel hayat ile kamusal alanın sınırları da başlı başına bir tartışma konusudur.
Ülkemizde 1924’ten itibaren hızla değişen siyasal iklim özellikle dindar Müslümanlar ile Kürtleri, bir başka ifade ile İslam ve Kürtlüğü kamusal alanın dışına çıkardı.
Bazı ülkelerde iş o kadar abartılı bir noktaya geldi ki asansörlerin bile kamusal alan sayılması gerektiği savunuldu.
Tunus gibi ülkelerde sokak ve caddeler de kamusal alan olarak tanımlandığından sokakta başörtüsü örtmek yasaklandı, yine aynı mantıkla Türkiye’de ise çarşı ve pazarlarda Kürtçe konuşulması yasaklandı.
Bu uygulamaların Fransa’dan, İran’a; İngiltere’den Türkiye’ye; İsveç’ten Özbekistan’a kadar birçok ülkedeki farklı farklı örnekleri var.
Benim bugün değinmek istediğim uzun uzun örneklerle bu yasakları anlatmak değil.
Esas anlatmak istediğim ‘Kamusal yasaklıların’ Kürtler ve İslamcıların birbirlerine yaklaşımları ve bakış açılarıdır.
Katı Jakoben laikçi sistem Türkiye’de uzunca bir dönem uygulandı ve rejimin bekçileri tarafından esnemesine izin verilmedi.
|