Hayranlık oluşturacak bir tarih yerine ders ve ibret alınacak bir tarihe olan ihtiyacımız giderek daha çok artıyor kanaatindeyim. Kur’an-ı Kerim’in bu tarz bir metod ile sunduğu tarihi anlatımlar, hem olayların gerçek yüzünü göstermek, hem de çıkarılacak dersler ve yüzleşmek açısından bize örnek olmaktadır. Ancak aynı metodun Müslümanlar tarafından kullanıldığını iddia temek oldukça zor. Aksine, yüzleşmeyi yapmak ve ders çıkarmak yerine geçmiş olayları örtbas ederek unutturmak amaçlanmıştır.
Kanaatime göre, İslam’dan sapmaların en önemli nedenlerinden birisi olarak tarihte cereyan etmiş olayların unutturulmaya çalışılması veya “maslahat” iddiasıyla amacından saptırılmasıdır. Resül-ü Ekrem’in vefatından hemen sonra başlayan “kimin yöneteceği” ile ilgili siyasi tartışmalar, ayrışmalar ve bölünmeler ve daha sonra de aynı nedenlerle yaşanan iç savaşlar böyle bir maslahat anlayışının sonucu olarak dini kılıflarla üzeri örtülerek anlaşılmaz, sorgulanmaz kılınmıştır. Bu anlayışın maslahata uygunluğu bir tarafa, olayları unutturmak yerine, giderek fitnenin derinleşmesine ve yalan-zanni bilgilere dayanarak daha çok karmaşık hale gelmesine ve daha çok sapkınlıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Tıpkı Dr. Ali Şeriati’nin dediği gibi;
Ey Sünniler, Ey Şiiler, Ey Selefiler…!
Görüyorum ki gruplara ayrılmış,
Allah’ın ipi yerine kendi heva putlarınıza sarılmışsınız!
Ey aldanmışlar sürüsü!
Biz kavmiyetçilik putu için savaş verdik,
Siz kavmiyetçiliği dinle süsleyerek mezhepçiliği ortaya çıkarmışsınız…!
Sonuçları itibariyle sadece mezheplere, meşreplere bölünmekle kalmayıp, Kur’an ve ona bağlı olarak İslami yaşamdan uzaklaşarak sadece namaz, oruç, hac, Umre, güzel sesli hafızlarla anlamını dahi bilmeden okunan Kur’an, mevlit, kandil gibi ritüellerin öne çıkarıldığı seküler bir Müslümanlık anlayışı hâkim oldu. “İslamsız Müslümanlık” olarak tanımladığım tam da bu anlayıştır. Mehmet Akif’in tanımladığı Müslümanlık da bu olsa gerek:
Müslümanlık nerde! Bizden geçmis insanlik bile...
Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir;
1400 yıllık bir geleneğin sorgulanması ve karmaşık bir gelenek içerisinden doğruların ayıklanması elbette kolay değildir. Kur’an ortada iken bu sorgulamaya ihtiyaç olmadığı da söylenebilir ancak din ile yoğrulmuş kültürümüzün bu geleneksel hazinede saklı olduğunu da unutmamak gerekir. Bu nedenle tarihi ve kültürel olduğu kadar dini açıdan da bu geleneğin, konunun uzmanları ve üniversiteler tarafından araştırılması, olayların gerçek yüzünün ortaya çıkarılması gerektiğine inanıyorum. Başka türlü nasıl yüzleşebiliriz ki?
Amacımız geçmişte olup bitenlerden suçlular çıkarmak, ayrışma yaratmak asla değildir, yüzleşerek ders çıkarmak, Müslümanlar arasında yaşanan kırılmaların ve İslam’dan sapmanın nedenlerini doğru tespit etmek suretiyle doğru istikamete yönelmektir. Bunun için de, bazı iyi niyetli âlimlerin “defterleri kapatmayı” tercih etmeleri, gerçekte defterleri kapatmak yerine, egemenlerin lehine “sümenaltı” edilerek hakikatle yüzleşmeyi önlediğini düşünüyorum. Sahabeler arasında dahi olsa haklı-haksızın belli olduğu olaylarda, iki tarafa da eşit davranmak demek olan “içtihat hatası” anlayışını veya “defter kapatmayı”, bu anlamda da doğru bulmuyorum.
Fitnenin azgınlaşarak yayıldığı ve her tarafı yakıp kavurduğu bir dönemde âlimlerimizin “maslahat” yaklaşımını, Müslüman halkı fitne ateşinden uzak tutma çabaları önemli ve değerlidir ancak bunu ebediyen kapatmanın mümkün olamayacağını, hatta doğru da olmayacağını aynı âlimlerimizin bildiklerinden de eminim. En azından bugün, içinde boğulduğumuz dumanlı alandan, karanlık düşüncelerden, yanlış bilgi ve cehaletten, dinbazlık ve yobazlıktan çıkış yolu bulmak adına, medeni bir üslup ve doğru bilgilerle Müslümanlığımızı sorgulamayı ve İslam’la yüzleşmeyi bir zorunluluk olarak görüyorum. Yüzleşmekten kaçarak kaybedilen her anın aleyhimize olacağından şüphe duymamalıyız.
“Siz ey imana ermiş olanlar! Derin bir duyarlıkla Allah’a karşı sorumluluğunuzun hakkıyla bilincinde olun ve O’na kendinizi yürekten teslim etmeden (Müslüman olmadan) önce ölümün sizi alt etmesine izin vermeyin.” (Al-i İmran/3:102)
II-İslamsız Müslümanlık! (2)
Dinlerin ortak tanımı olan ve kâinatı kuşatan İslam, yaşansın ve hayat sistemi olsun diye gönderildi. Öyle bir sistem ki, insan-Allah, insan-insan ve İnsan-doğa ilişkisini düzenlemiş ve dünya ile ahiret arasında fıtrata uygun bir denge kurmuştur. Bu nedenle de İslam için, yaratılışa uygun, kâinatla uyumlu ve barışık olması hasebiyle ‘fıtrat dini’ de denilmektedir. Çünkü ilkeleri, hükümleri, hedefleri tamamıyla Allah tarafından konulmuştur.
Bu bağlamda hiçbir din, hiçbir bilim, bilgi, hikmet, ahlak vb İslam’ın dışında değildir. Farklılıklar ve ayrılıklar bu sisteme nasıl inanılıp inanılmamasında ortaya çıkmaktadır. Allah’ın hak din ve kâinat sistemi olarak tanımladığı İslam’ı, araştırarak, sorgulayarak, inanarak benimseyen ve hayat tarzına dönüştürenlere de ‘Müslüman’ denmiştir.
“Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran: (ki,) Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin: bu, sahih (bir) din(in gayesi)dir; ama çoğu insanlar onu bilmezler.
(O halde batıl olan her şeyden yüz çevirerek yalnızca) O’na yönel; ve O’na karşı sorumluluğunun bilincinde ol; namazını devamlı ve dikkatli şekilde ifa et ve O’ndan başkasına ilahlık yakıştıranlar arasına girme;
(yahut) inançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun yalnız kendi sahip olduğu (ilkelerle) övündüğü kimselerden olma!” (Rum Suresi/30:30,31,32)
Ayetler ışığında tanımlamaya çalıştığım İslam ve Müslümanlık ilişkisinin, doğru bir zemine oturtulması ve bu ilişkinin insanlık için doğru bir istikamete yöneltilmesi için, bizim “din” olarak üzerinde bulunduğumuz zeminin sağlam, imanımızın hakiki, yaşam tarzımızın yaratılışla-fıtratla, kâinatla uyumlu ve barışık, yolumuzun dosdoğru/müstakim olması gerekir. Bunu da anlamak için İslam ve Müslümanlığımızla yüzleşmek zorunda olduğumuzu ısrarla ve altını çizerek ifade etmeye çalışıyorum.
Kendi imanımın ve İslam anlayışımın gereği olarak soruyorum: İslamsız bir dünya, İslamsız bir evren ve İslamsız bir insanlık asla mümkün olmadığına göre, nasıl olur da islamsız bir Müslümanlık mümkün hale gelmiştir? Burada bir çelişki, önemli problemler yok mudur? Asırlardır gizlediğimiz temel sorunlarımızla, daha kaç asır sonra yüzleşmeye cesaret edebiliriz?
Sormak istiyorum: İslam; akıl, bilgi, ilim, iman, bilim, hikmet, irfan, ahlak, rahmet, hakikat, adalet dini olarak tanımlanmasına rağmen, biz Müslümanlar için iman, teslimiyet, anlayış, yaşam tarzı bakımından söz konusu ilkeler neden hayat bulmuyor? Yine İslam; bütün dinleri, insanlığın ortak doğrularını, ortak aklı, ortak iyiyi ve ortak yararı hedeflediği halde, bütün bunlar biz Müslümanlar için niye söz konusu olmuyor?
Allah aşkına, içinde boğulduğumuz cehalet, delalet, zulmet, sefalet, nifak, fitne, fesat ve daha sayısız olumsuzlukların bir sebebi yok mudur? Bu utanç tablosuyla bizi yüzleşmekten alı koyan unsurları sorgulamamız gerekmiyor mu? Bizimle Allah’ın dini İslam arasına giren bu kabusu ortadan kaldırmadıkça Müslümanlığımız İslamsız, nursuz kalmaya devam edecektir.!
Halinden memnun olan ve Müslümanlıklarıyla övünen, yaşadıklarının “İslam” olduğuna inanan kitleleri, grupları, cemaatleri, tarikatları, örgütleri, din adamlarını, dinbazları elbette biliyoruz ancak bu yaşanılanın “Bedevi Müslümanlığı” anlamında bir İslam tanımı elbette vardır ve bu bağlamda İslamsız, imansız İslam da mümkündür.!
“Bedevîler «İnandık/iman ettik» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik/teslim olduk» deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Hucurat Suresi/49:14)
Peki, bilgi, ilim, ahlak, hikmet, medeniyet, irfan, iman, ortak akıl ve ortak yarar bakımından İslamsız bir Müslümanlık mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Böyle bir iman ve anlayıştan ne kadar uzak olduğumuzu görmek, sorumluluğumuzu kabul etmek ve en önemlisi de İlahi olanı, insani ve ahlaki olanı, akli ve İslami olanı temel alacak bir çözüm bulmak zorunda olduğumuz çok açıktır. İşte çözüm yolu gösteren ayetlerden sadece bir tanesi:
“Kim bütün benliğiyle Allah’a teslim olursa ve aynı zamanda doğru ve yararlı işlerde bulunursa, hiç sarsılmayan (sağlam) bir dayanak elde etmiş olur: çünkü her şeyin akıbeti Allah’ın elindedir.” (Lokman Suresi/31:22)
Önce yüzleşmeyi ve sorgulamayı, sonra da çözüm konusundaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Kusura bakmayın, sizleri rahatsız etmeye devam edeceğim!
Sivil Siyaset Hareketi