"Sn. Abdullah Gül'ün dün Karar gazetesinde üç gazeteciyle yapılan röportajının son bölümünde tabir caiazse gider ayak, Yıldıray Oğur'un sorusu ve cevabı yarım kalmış. Bu konu ile ilgili dün itibarıyla Altan Tan biraz ironi içeren üç twitt attı yine bu konuyu Mehemet Ocaktan'da Kara gazetesindeki köşesine taşımış. Konu geiçiştirilecek bir konu değil biz sorumluluk taşıyan eli kalem tutan dostları yazmaya çağırıyoruz." Haber Duruş
Yıldıray'ın sorusu ve Abdullah Gül'ün cevabını öncelikle veriyoruz, sonrada gelen değerlendirmeleri vermeye devam edeceğiz...
Yıldıray Oğur: AK Parti tecrübesi dindar insanların, İslami hareketlerin demokrasiyle bir araya gelebileceği tecrübesi İslam dünyasındaki ülkelere ve İslami hareketlere de model olmuştu.
Abdullah Gül: Bu söylediğiniz çok doğru. Benim de en önem verdiğim konulardan biridir. Dindar insanların ve siyasi hareketlerin özgürlükçü olabilmesi olağanüstü önemi haiz bir konu. İslami kimlikli siyasi hareketler demokrat ve özgürlükçü olduklarında, temel insan haklarını evrensel anlamda benimsedikleri ve uyguladıkları takdirde, iktidar geldiklerinde de iyi yönetişimi gerçekleştirmiş olurlar. Bunun örneğini ilk dönemimizde verdik ve dindar insanların devlet yönetimini nasıl rasyonel esaslara göre yönetebildiklerini sergiledik. Bu başarı tüm İslam dünyasına ve hatta İslami hareketlere bir dönem ilham kaynağı oldu. Şimdi Siyasi İslam’ın çöküşü diye çok tartışmalar var.
Yıldıray Oğur: Siyasi İslam’ın çöktüğünü mü düşünüyorsunuz?
Abdullah Gül: Öyle, tüm dünyada. Biz bunu görüp, paradigmadan kopuşu gerçekleştirmiştik, ama sürdürülemedi."
Bu değerlendirme üzerine Altan Tan üç twitt attı, twittler aşağıda;
1- "Sn. Abdullah Gül; "Siyasal İslam çöktü" demiş. Siyasal İslam niye çöktü? ve kimler çökertti? soruları eksik kalmış. City Bank'tan değil, İslam Kalkınma Bankasından gelerek 25 yıl Türkiye siyasetinde en yükseklerde yer alanların hiçbir kabahatleri yok!"
2- "Onlar Hz. Ömer'in adaletini getirdiler, hak, hukuk, adalet dediler, şeffaf ve adil bir düzen kurdular, hakça üretip, adil bir şekilde dağıttılar ve sistem çöktü!"
3- "Failler bulundu! Siyasal İslamı Yozgatlı Satılmış, Antepli Ökkeş, Adıyamanlı Abuzer ve Rizeli Temel çökertti!"
Karar Gazetesi'ndeki Mehmet Ocaktan'ın 20 02 2020 Tarihli Yazısı;
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte Türkiye’de siyasetin her geçen gün itibarsızlaştığını, insanların siyasetten beklentilerinin zayıfladığını açık yüreklilikle söylemek gerekiyor. Çünkü demokratik siyasal sistemlerde halk iradesinin yansımasında en önemli temsil araçlarından birisi, siyasal partilerdir, parlamentodur. Adı ister ‘başkanlık’, isterse ‘parlamenter’ olsun partilerin ve özellikle de parlamentonun etkisizleştirilip, itibarsızlaştırıldığı bir sistemin meşruiyeti tartışmalıdır.
Parlamentonun devre dışı kalması, yürütmenin tek elde toplanması yeni sistemi henüz üzerinden iki yıl bile geçmeden tartışılır hale getirmiştir. Eski Türkiye’de parlamenter sistemin arızaları yok muydu, elbette vardı. Her şeyden önce hukuka güvensizlik, yargı ve asker eliyle oluşturulan vesayet düzeni sistemin karakteristik özelliği haline gelmişti. Kemalist paradigmanın ideolojik bir dayatmaya dönüşmesi yasakları adeta bir norm haline dönüştürmüş ve sisteme olan güvensizliği derinleştirmişti.
Nitekim bu güvensizlik 2002 3 Kasım seçimlerinde bütün partileri devre dışı bırakarak siyasette yeni bir sayfa açmayı zorunlu hale getirmişti. Ve işte o gün AK Parti bu sayfayı açmış ve hepimizin önüne yeni bir Türkiye hayali koymuştu: “Partimiz hukuku, korkutmanın ve cezalandırmanın değil, adaleti sağlamanın aracı olarak görmektedir. Mevzuatımızdaki yasakçı hükümler nedeniyle, ülkemiz hukuk devletinden çok kanun devleti görüntüsü vermektedir. Türkiye, kanunlarını hukuka, hukukunu evrensel adalet ve insan hakları esaslarına dayandırarak ve temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını sınırlayan yasakçı hukuk sistemini değiştirerek gerçek anlamda hukuk devleti olacak ve uluslararası camiada saygın bir yer kazanacaktır.”
Evet AK Parti o gün bu ilkelerle yola çıkmış ve bunları büyük ölçüde de hayata geçirmişti. Ancak şimdi 17 yıllık AK Parti iktidarının sonunda, tıpkı eski Türkiye’de olduğu gibi yine hukuka güvensizliği, yargının bağımsız ve tarafsız olmadığını, ifade özgürlüğü konusunda sorunların yaşandığını, basın özgürlüğünün zaafa uğradığını tartışıyoruz.
Geçmişte yaşanan baskıları, adaletteki zaafları eleştirerek iktidara gelen AK Parti’nin de dönüp dolaşıp “eski Türkiye” iklimine geri dönmesi, maalesef dindar-muhafazakar siyaset anlayışına karşı toplumda derin bir güvensizlik oluşturmuş bulunuyor.
Özellikle 2010 yılına kadar “hukukun üstünlüğü”nü savunan, en keskin ifadelerle demokratik değerlere vurgu yapan AK Parti’nin ulusalcı ve yasakçı bir iklime savrulması maalesef toplumsal hafızada dindarların yürüttüğü siyasete karşı negatif bir algı oluşmasına yol açmıştır. Oysa dindarlar yüz yıl sonra yönetimsel anlamda ilk kez bir fırsat yakalamışlardı. Eğer ilk gün yola çıkarken belirledikleri hukukun üstünlüğü, özgürlükçü, şeffaf ve hesap verilebilir bir yönetim anlayışını tesis etmeyi başarabilselerdi bu hem Türkiye, hem de Müslüman dünya açısından muhteşem bir örnek olacaktı. En önemlisi de Müslümanların demokrasi ile bir araya gelebilecekleri kanıtlanmış olacaktı.
Ama ne yazık ki bu deneme başarısızlıkla sonuçlandı ve kaybettik, artık şu saatten sonra dindarlık ekseninde yapılacak bir siyasetin toplum nezdinde itibarlı bir yer edinmesi oldukça zor görünüyor. Nitekim 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dün KARAR’da yayınlanan röportajında yüz yıl sonra yakalanan bu fırsatın ne kadar önemli olduğunun altını çiziyor: “İslami kimlikli siyasi hareketler demokrat ve özgürlükçü olduklarında, temel insan haklarını evrensel anlamda benimsedikleri ve uyguladıkları takdirde, iktidar geldiklerinde de iyi yönetişimi gerçekleştirmiş olurlar. Bunun örneğini ilk dönemimizde verdik ve dindar insanların devlet yönetimini nasıl rasyonel esaslara göre yönetebildiklerini sergiledik. Bu başarı tüm İslam dünyasına ve hatta İslami hareketlere bir dönem ilham kaynağı oldu. Şimdi Siyasi İslam’ın çöküşü diye çok tartışmalar var.”
Evet bugün itibariyle ortaya çıkan tablo dindarlar açısından çok da umut verici değil. Ancak daha rasyonel bir pencereden baktığımızda, bu başarısızlık belki de daha hayırlı sonuçlara vesile olabilir. Zira İslam tarihinin belli dönemlerinde yaşanan tecrübeler de göstermiştir ki, din ne zaman siyasette ve iktidar mücadelelerinde araçsallaştırılmışsa sonuçları hep acılı olmuştur"
Bu konuyla ilgili gelecek değerlendirmeleri yayınlayacağız...
Milli Gazetesi'nden Abdülaziz KIRANŞAL'ın 20.02.2020 Tarihli Yazısı
Siyasal İslam çöktü diyenler, güç ellerinde olduğu zaman İslam’ın hangi emrini, çözüm önerisini, talimatını ve teklifini uyguladılar ve bu emirlerin ve çözüm önerilerinin hiçbir işe yaramadığını, çağın problemlerine karşı yetersiz kaldığını gördüler de siyasal İslam’ın çöktüğünü iddia ediyorlar…
Siyasal İslam çöktü diyenler, güç ellerinde olduğu zaman sistemin hangi kanunu veya yapısını İslam’a göre değiştirdiler? Siyasette Fransız laiklik hukukunu mu değiştirdiler? Ticarette Alman borçlar hukukunu mu kaldırdılar? Evlilikte İsviçre medeni hukukundan mı vazgeçtiler? Yargıda İtalyan ceza hukukunu mu terk ettiler? Allah aşkına hangi alanda İslam’a göre düzenlemeler yaptılar da bu düzenlemelerin çağın sorunlarını çözemediğini görüp siyasal İslam’ın çöktüğünü iddia ediyorlar…
Siyasal İslam çöktü diyenler, medya ellerine geçtiğinde siyasal İslam’ın direktiflerini uygulayıp aileyi mahveden ahlaksız dizi ve filmlere dur mu dediler? Eğitim sistemine hükmettiklerinde dindar bir nesil yetiştirecek bir eğitim sistemi mi kurdular? Aile politikalarını İslam’a göre mi düzenlediler? Nesillerimizi bitiren kumarı ve Milli Piyango’yu mu kaldırdılar?
Siyasal İslam gereği rüşvetin, yolsuzluğun, haksızlığın, torpilin, adaletsizliğin ve zulmün kökünü mü kuruttular? Allah aşkına ahlakta, adalette, ailede ve sosyal hayatta İslam’ın hangi emirlerini, hangi prensiplerini hayata geçirdiler de bu emirlerin bir işe yaramadığını görüp siyasal İslam’ın çöktüğünü iddia ediyorlar…
Siyasal İslam çöktü diyenler, güç ellerinde olduğu zaman ekonomide faizsiz bir ekonomik model mi uyguladılar? Haksız vergi sistemini kaldırıp İslam’a göre bir vergi sistemi mi getirdiler? Adil paylaşıma dayalı yeni bir ekonomik model mi hayata geçirdiler? İslam’ın hangi ekonomik teklifini uyguladılar da bu tekliflerin başarısız olduğunu görüp siyasal İslam’ın çöktüğünü iddia ediyorlar…
Siyasal İslam çöktü diyenler, güç ellerinde olduğu zaman uluslararası siyasette AB hedeflerinden vaz mı geçtiler? NATO’dan çıkıp İslam Barış Gücü’nü mü kurdular? ABD ile stratejik ortaklığı mı bitirdiler? Yönlerini Batı’dan İslam ülkelerine mi çevirdiler? Müslümanların ekonomik, siyasi ve askeri birlikteliğine dayanan bir İslam Birliği mi kurdular? Allah aşkına İslam’ın hangi uluslararası teklifini hayata geçirdiler de bu tekliflerin başarısız olduğunu görüp siyasal İslam’ın çöktüğünü iddia ediyorlar…
Siyasal İslam çöktü diyenler bilsin ki, çöken, siyasal İslam değildir. Eğer bir şey çökmüşse güçle imtihan olan Müslümanların adaleti çökmüştür. Parayla imtihan olan Müslümanların ahlakı çökmüştür. Makamla imtihan olan Müslümanların merhameti çökmüştür. Kalabalıkla imtihan olan Müslümanların kardeşliği çökmüştür…
Çöken, siyasal İslam değildir. Çöken, güç ve iktidar için uğruna savaştığı değerleri ihmal ederek zafer kazanma derdine düşen Müslümanların güvenilirliği ve eminliğidir. Çöken, Allah, kitap, din, dava diyerek ortaya çıkanlara karşı toplumun hüsnü niyetidir…
Çöken, her türlü imkâna ve güce sahip olmalarına rağmen İslam’ın ne siyasi, ne ekonomik, ne de ahlaki alandaki örnekliğini ortaya koyamayan Müslümanlara bağlanan umut ve heyecandır…
Çöken, paraya, lükse, israfa, konfora ve gösterişe alıştırılan Müslümanların aile yapısıdır, nesilleridir…
Çöken, yola niçin çıktığını unutan, hedef ve ideallerinden sapan, kimliğini, özünü ve ruh kökünü kaybeden, İslam’ın siyasal yönünün çöktüğüne çarenin ise halen Batı’da olduğuna inanan Müslümanların ta kendisidir…
Âlemlerin Rabbi olan Allah’ımıza hamdolsun! İslam, hem siyasal hem ekonomik hem de sosyal ve ahlaki teklifleriyle çağın bütün sorunlarını çözmeye tek aday olarak hem de ilk gün ki gibi taptaze ve sapasağlam durmaktadır. Kıyamete kadar da ne İslam çökecektir ne de İslam’ı siyasal alanda da hayata hâkim kılma idealine sahip Müslümanlar bitecektir…
Doğruhaber Gazetesi'nden Hüseyin Kaya'nın Yazısı (21.02.2020)
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bir gazetedeki söyleşisinden dolayı gündemde.
Söyledikleri oldukça ilginç.
-Siyasal İslam’ın bittiğini,
-S-400’e karşı olduğunu,
-Gezi ile gurur duyduğunu,
-Parlamenter sisteme geri dönülmesi gerektiğini,
-Türkiye’nin askeri gücünü fazla kullandığını,
-NATO standartlarını…
Biliyorsunuz Abdullah Gül, eğer konsensüs oluşsaydı Erdoğan’a karşı aday olacaktı; ancak Akşener buna itiraz edince plan akim kaldı.
Öyle görünüyor ki, Abdullah Gül yine bir yerlere mesaj veriyor.
-Siyasal İslam’ın bittiğine dair mesajı, Amerika’ya, Suudi-BAE bloğuna, AB’ye, Mısır’a ve israil’e,
-S-400’e karşı olduğuna dair mesajı Amerika’ya, İngiltere’ye, Yunanistan’a, israil’e ve NATO’ya,
-Gezi ile gurur duyduğuna dair mesajı, CHP’ye, İyi Parti’ye, Soros’a, İngiltere’ye, AB’ye, Alevilere,
-Parlamenter sisteme geri dönülmesi gerektiğine dair mesajı, İyi Parti’ye, SP’ye, CHP’ye,
-Türkiye’nin askeri gücünü fazla kullandığına dair mesajı, HDP’ye, Esad’a, Rusya’ya, Yunanistan’a veriyor.
Yani…
Yani Abdullah Gül bu sefer ciddi.
Herkese “Mavi boncuk” dağıtarak “herkesin adayı” olmayı kafasına koymuş.
Tabii evdeki hesap çarşıya ne kadar uyar o ayrı tartışma konusu…
FETÖ İLE MÜCADELE
Herkes “Gezi Davası” konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne diyeceğini merak ediyordu. Bazılarına göre bu karar siyasiydi ve AB ilişkilerini düzeltmeye çalışan Erdoğan’dan bağımsız değildi.
Ama Cumhurbaşkanı’nın hem Gezi’de yaşananlar hem de FETÖ ile ilgili sözleri oldukça sertti. Özellikle FETÖ konusunda bu kez lafı hiç gevelemedi ve ilk defa bazı bilgiler verdi. Bu gurupla olan mücadelesinin 2010’da başladığını ifade ederken şunları söyledi:
“Şunu da çok açık net söyleyeyim FETÖ’nün bu ülkede anlaşamadığı görüşemediği tek lider vardır o da merhum Erbakan hocamızdır. Erbakan hocamızdan da nefret ederdi.
Her gün birileri çıkıp FETÖ konusunda ahkam kesmeye çalışıyor. Hâlbuki bu ülkede vesayet güçleri FETÖ’ye yıllarca dokunmamışlardır.
Başbakanlığım boyunca YAŞ'larda önüme tek bir FETÖ'cünün dosyası gelmedi. Gelen dosyalar hep mütedeyyin insanlarla ilgiliydi.”
Bu meselede Erdoğan ve AK parti’yi birbirinden ayırmak gerekir. Erdoğan’ın Gülen grubu ile mevcut ilişkiyi çok fazla götüremeyeceğini, bunun bir yerde patlayacağını 2010’dan önce dost sohbetlerinde konuşuyorduk.
6 Nisan 2012 tarihli Doğruhaber Gazetesi’nin “Siyaset Gemisi” sayfasında aynen şu ifadeleri kullanmıştık:
“Erdoğan ile “Cemaat” arasındaki çekişme bitti mi?
Hiç sanmıyorum.
Şu anda bir süreliğine sorun rölantiye alınmış görünüyor.
Ama ne hükümet ne de “cemaat” takip ettiği siyasetten ödün vermiyor.”
Yani aslında iki taraf da fırsat kolluyordu, diğer tarafı tasfiye etmek için.
Erdoğan, Ergenekon ve benzeri vesayet odaklarından kurtulmak için Gülen grubundan faydalandı, Gülen de devlete yerleşmek için Erdoğan’dan…
Bunun dışında Erdoğan zorluklar çıkarmaya çalışıyor, Gülen de her yere sızmaya gayret ediyor ve gizli bir çatışma yaşanıyordu.
7 Şubat MİT krizi ile bu çatışma aleniyet kazandı ve geri dönülmez bir yola girdi.
ÇİN MALI ULUSALCILIK
Doğu Perinçek’in ilginç bir ulusalcılık anlayışı var.
Türkiye’nin menfaatlerinden taraf olduğunu söylüyor; ama daha çok Çin ve Rusya siyasetinin peşinden gidiyor.
En son Rusya’yı eleştiren Devlet Bahçeli’yi Amerikan çizgisine girmekle itham etti.
Ülkücüler çok kızdı buna.
MHP milletvekili İsmet Ataman, sosyal medya hesabından Doğu Perinçek için ağır ifadeler kullandı:
"Çin’den Türkiye’ye yayılan ve aşısı bir türlü bulunamayan Doğu Perinçek mikrobu, yayın politikası belli bir Rus gazetesine Sayın Genel Başkanımız hakkında saçma sapan bir beyanat vererek tarafını bir kez daha belli etmiştir.”
MHP Genel Sekreteri Büyükataman, Doğu Perinçek'in daha önce Kandil'de Abdullah Öcalan'la çektirdiği fotoğrafa da göndermede bulunarak, "Bu şahsı ücretini öderseniz elinde çiçekle Kandil'e gönderebilirsiniz" diye yazarak “kiralık tetikçi” olmakla suçladı.
Peki, MHP’yi kızdıran tam olarak ne idi?
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Rus Komsomolskaya Pravda gazetesine verdiği röportajda Devlet Bahçeli hakkında “İYİ Parti ile rekabeti yüzünden zaman zaman akılcı Türk vatanseverliğinden kopuyor ve ABD yörüngesine girebiliyor” ifadelerini kullanmıştı.
MHP’nin Kemalistliğine, asimilasyonculuğuna, milliyetçilik anlayışına karşı çıkabilirsiniz; ama ideolojisine bağlı olduğunu söylemek zorundasınız.
Ama Perinçek ve arkadaşları öyle değil!
Onlardan söz ettiğinizde Öcalan ile olan samimi dostluktan, sosyalist partiden, İşçi Partisinden, Vatan partisinden, Çin sosyalizminden, BAASçılıktan, Avrasyacılıktan söz etmeniz gerekir.
Yani açıkça söylemek gerekirse Perinçek’inki biraz “Çin malı” bir ideoloji gibi görünüyor.
Independet Türkçe'den Altan Tan'ın Yazısı (21.02.2020)
Karar gazetesinde 18 Şubat 2020'de yayımlanan söyleşisinde 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül "siyasal İslam'ın çöktüğünü" söylüyor.
"Siyasal İslam'ın çöktüğü" meselesi yeni bir şey değil.
Oliver Roy "Siyasal İslam'ın iflası" kitabını 30 yıl önce yazdı.
Sayın Gül, o tarihlerde Refah Partisi'ndeki yoğun mesaisinden dolayı gözden kaçırmış olmalı.
Siyasal İslam nedir?
19'ncu yüzyılda nasıl başladı, siyasal İslam'ı ortaya çıkaran sebepler nelerdi?
Liderleri ve fikir babaları kimlerdi?
20'nci yüzyılda nasıl bir süreç izledi, Mısır'da Hindistan'da, İran ve Türkiye'de neler yaşandı?
Uzun ve derin bir mesele.
Bu konuda yüzlerce kitap, binlerce doktora tezi yazıldı.
Uzun uzadıya anlatacak değilim.
Şahsi görüşlerimi merak edenler bu konu ile ilgili altı yüz küsur sayfalık '"Hz. İbrahim'in Ayak İzlerinde Ortadoğu" kitabım ile 30-35 yıldır yazdığım makalelere bakabilirler.
Merak etmeyenlere ise bir diyeceğim yok, bilmeden anlamadan tartışmaya devam etsinler, zaten milletin çoğu da öyle yapıyor!
1993 yılı Ocak ayında bir grup arkadaşla birlikte aylık Yeni Zemin dergisini çıkarmaya başladık. Bu arkadaşlardan bazıları sonradan AK Parti iktidarında milletvekili ve bakan oldular.
Yeni Zemin dergisinde Türkiye'nin ve İslam Dünyası'nın karşı karşıya olduğu çok önemli sorunları irdeleyerek cevaplar aramaya çalıştık.
'Din-Devlet ilişkileri'
'Rejim ordusu mu, Savunma Ordusu mu?'
'Özelleştirme Çare mi?'
'İslami Hareket'
'Tarikatlar'
'Laiklik'
'Kemalizm'
'Kürt Sorunu'
'Üniversiteler'
'Kadının Kimlik Arayışı'
'Özerk Yerel Yönetimler'
'İslam Devleti Tartışılıyor'
'Türkiye Nereye Gidiyor'
'Nasıl Bir Anayasa'...
'Modernizm, Post Modernizm ve İslam'
gibi başlıklar altında birçok konuyu tartışmaya açtık.
Açtık ve açmamızla birlikte, bin bir türlü belayı da başımıza sardık!
Bir yandan ulusalcı-laikçiler, bir yandan milliyetçi olduklarını söyleyen faşistler, bir yandan da siyasal İslamcı arkadaşlarımız bizi kevgire döndürdüler.
Sadettin Tantan gibiler hala sövmeye devam ediyorlar.
En büyük tepkiyi ise bugün tornistan ederek "Siyasal İslam çöktü" diyen eski siyasal İslamcı arkadaşlardan aldık ve 17'nci sayıdan sonra dergiyi devam ettiremeyerek kapatmak zorunda kaldık.
Refah Partisi'nin iktidara yürüyüş yıllarıydı.
Çürüyen sisteme karşı, yoksul ve çaresiz kitlelerin varoşlardan hareketle merkezi fethetmeye yürüdüğü,
"Kent yoksulları" tabirinin literatürümüze girdiği,
Şişli, Beşiktaş, Bakırköy, Kadıköy ve Çankaya'nın paniklediği; Ümraniye, Sultanbeyli, Bağcılar, Sincan ve Fatih'in cuşu huruşa geldiği,
Şevki Yılmaz’ın Arafat’taki naralarının Beyazıt Meydanı'ndan duyulduğu yıllar!
"Refah gelecek, zulüm bitecek" ve "Tekbir! Allah'u Ekber" nidaları yeri göğü inletiyordu.
Ne "Sahte Müslümanlığımız" kaldı, ne de işbirlikçiliğimiz!
'İslamcılar iktidara geliyordu ve bu durumu engelleyemeyen Batılılar suyu bulandırmak için Yeni Zemincileri bir dalga kıran gibi öne sürüyorlardı.'
Hak, hukuk, adalet, dürüstlük, tevazu, şeffaflık, ahlak, alternatif bir medeniyet, yeni kurumlar, kapitalizme karşı finans sistemi, iktidara hazırlık, ehil kadrolar ve en başta da 'demokrasi' gibi söylemler kafa karıştıran ve hedef şaşırtan söylemlerden başka bir şey değildi.
Zaten İslamcılar iktidara gelirlerse bunların hepsi olacaktı ve gerisi boştu!
Bizler (Yeni Zeminciler), neo-liberallerin kandırdığı bir kısım şaşkın Müslümanlardık ve haddi aşıyorduk!
Nasıl olduysa, Kemalizm düşmanlığı, siyasi Kürtçülük, siyasal İslam karşıtlığı ve Batı işbirlikçiliğini aynı anda başardık!
Palulu bir büyük analist ise bizlerle olan eski arkadaşlığından da aldığı cesaretle "Bunlar İslam'ı içerden vuran gerçek 'şer'dirler, bunların yanında Büyük Şeytan Amerika 'ehveni şer' sayılır, hiç olmazsa açık ve net bir düşman" diye yazarak hakkımızdaki fermana son noktayı koydu!
Buna rağmen bu arkadaşların sınıf zıplayarak, "esir-i aşkı" oldukları iktidarı ele geçirmelerinde neo-liberaller ve hak arama mücadelesindeki Kürtler ile birlikte ciddi katkılarımız oldu.
Haram zıkkım olsun!
Aradan yıllar geçti.
Sudan, Türkiye, Afganistan, Bosna-Hersek, Tunus, Mısır gibi ülkelerde siyasal İslamcı kadrolar iktidara geldiler.
Bunların bir kısmı Mısır gibi çok kısa süreli oldu, nefes almasına bile izin verilmedi.
İran deneyimi ise daha eski, uzun süreli ve ülkeye hakim bir şekilde 40 yılını geride bıraktı.
Batıdan doğuya, kuzeyden güneye tüm emperyalistlerin İslam ülkelerinde neler yapıp ettikleri, fitne fücurları, siyasal İslamcı kadrolara düşmanlıkları, kurdukları tuzaklar tabii ki çok önemli ve hiç bir şekilde göz ardı edilmesi mümkün değil.
Ancak ortaya çıkan acı gerçek de şu ki;
Siyasal İslamcıların başarısızlıklarının en büyük nedeni salt Batılılar değil.
Esas neden kendi paradigmaları doğrultusunda hiçbir ciddi hazırlıklarının ve dirayetli kadrolarının olmaması.
Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh, Reşit Rıza, Mehmet Akif, Hasan El Benna, Seyyid Kutub, Abdülkadir Udeh, Mustafa Sıbai...
Bunların hiçbiri iktidar olamadı. Hayatları muhalefette, sürgün ve hapislerde geçti, bazıları ise idam edildi, öldürüldü.
Onun için üzerinde konuşabileceğimiz bir uygulamaları yok.
İran, Türkiye, Sudan, Pakistan ve Afganistan'daki yeni dönem siyasal İslamcılar için ise durum farklı.
İran'da 40, Pakistan'da 70 Türkiye'de ise en az 20 yıllık bir yaşanmışlık var. (Erbakan Hoca'nın 1969'da başlayan hareketi baz alınırsa daha da eski)
Fotoğraf: abdullahgul.gen.tr
Sayın Abdullah Gül 1991’de Refah Partisi'nden (RP) milletvekili oldu.
Refah Partisi'nin en önde gelen kurmayları arasında yer aldı ve bakanlık yaptı. Hiç kimse Erbakan ve Refah Partisi'nin "siyasal İslamcı" olmadığını söyleyemez.
Sayın Gül, RP'nin "başarılarında" da, "başarısızlıklarında" da hisse sahibi.
AK Parti iktidarlarında ise bakanlık, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı yaptı. Bu makamlardan daha ötesi de yok.
"Yahu senin haberin yok mu, yatıyor musun?
AK Parti'nin siyasal İslamcılıkla ne alakası var?
Bu arkadaşlar Erbakan Hoca'nın gittiği yolun yol olmadığını, 'gömlek değiştirdiklerini' davul zurnayla yedi cihana ilan etmediler mi?
Hem Abdullah Bey, son röportajında bile gidişatı görerek paradigma değiştirdiklerini söylemiyor mu?
Siyasal İslam'ın çöküşünü niye AK Parti'ye fatura ediyorsun?
Ha! Sayın Tayyip Erdoğan'ı 'ümmetin lideri' olarak gören ve her fırsatta 'dava, dava' diye çırpınarak partiye hizmeti cihat kabul eden, bu cihat doğrultusunda 15 Temmuz gecesi kendini 2 defa aynı tankın altına atan garibanları kastediyorsan, dertlerine yansınlar; demek ki hala uyanmamışlar" diyerek işin içinden sıyrılamazsınız.
İş bu kadar basit değil!
"Siyasal İslamcılık"ı bıraktığınızı ve eski gömleğinizi çıkarttığınızı anladık!
Paradigma değiştirdiğinizi de anladık!
Peki, bu yeni paradigmanızla ilgili neler yaptınız?
Türkiye'de siyasetten hukuk sistemine, kalkınma modelinden finans sitemine, sosyo-kültürel sorunlardan eğitim sistemine, YÖK'ten Tübitak'a kadar hangi konuda ve hangi müessesede doğru -düzgün ve sürdürülebilir bir alternatif model oluşturabildiniz?
Bunlardan hangi birinde kurumsallaşabildiniz?
Yolsuzluk, hırsızlık, haksızlık, kayırmacılık... konularında neler yaptınız?
Sayın Bülent Arınç'ın "parseller bittikten" sonra dile getirdiği;
"Ankara, parsel parsel peşkeş çekilirken" neredeydiniz?
Ankara'nın peşkeş çekildiği yetmezmiş gibi, İstanbul'a neden 'ihanet' ettiniz, ihanete neden göz yumdunuz?
Çalmadıysanız neden çaldırdınız?
'Yeni gömleğinizi' neden kirlettiniz?
Sorular çok, cevaplar yok!
Ne yazık ki;
Batılı anlamda bir liberal demokrat veya sosyal demokrat olamadığınız gibi kendinizin uydurduğu 'muhafazakar demokrat' bile olamadınız.
30 yıl önceki uyarılarımızı dikkate alsaydınız adıyla sanıyla doğru düzgün bir 'Müslüman demokrat' olabilir, tüm bir İslam coğrafyasına örnek teşkil edebilirdiniz.
Sayın Gül'ün "Muhafazakarlar ulusalcılaşıyorlar" ifadesi önemli.
"Muhafazakarların ulusalcılaşması" Kürt sorununda ve Alevi sorununda niye bir türlü mesafe alınamadığının nedenini de ortaya koyuyor.
Yalnız göz ardı edilen çok önemli bir nokta var.
"Muhafazakarların ulusalcılaşması" yeni bir durum değil ve kökleri çok derinlerde.
İttihat Terakki'den Milli Görüş'e, neo-Selefilerden Said-i Nursi'nin ölümünden sonraki Nurculara (Said-i Nursi hariç) kadar gelen habis bir kök!
Türk Müslümanların önemli bir kesiminin kendilerini 'ümmetçi' sanan 'milliyetçiler' olduğu gerçeği ile bilinçaltlarının topografyası ayrıca ve etraflıca konuşulmalı.
Konu konuyu açıyor, mevzuyu fazla dağıtmaya ve uzatmaya gerek yok!
Siyasal İslam çöktü, lakin çökertenler ortada yok; kimse suçu üzerine almak istemiyor.
Tam bir faili meçhul hikayesi!
Siyasal İslam'ı, siyasal İslam'ın sırtından mal-mülk, şan-şöhret, mevki-makam sahibi; bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olanlar çökertmediğine göre, olsa olsa Antepli Ökkeş, Yozgatlı Satılmış, Adıyamanlı Abuzer, Diyarbekirli Şexmus, Rizeli Temel ve Trabzonlu Fadime çökertti!
Çünkü meydanlarda "Tekbir! Allah’u Ekber!" diye en fazla bunlar bağırıyordu!
Siyasal İslam'ın etinden, sütünden, yününden, derisinden... sonuna kadar faydalandıktan;
Bakanlık, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı yaptıktan sonra; hiçbir öz eleştiri yapmadan, geriye kalan kemiklerinden de bir şeyler çıkarmaya çalışmak büyük beceri!
Hava değiştikçe gömlek değiştirerek her havada 'sağ ve selamette' olanları kıskanmamak mümkün değil!
Felek herkese bir şeyler sunar;
Kiminin bahtına kavun, kiminin kısmetine ise kelek düşer.
Ne kavun, ne de kelek peşindeyiz;
Allah, bizim gibi her dönem 'muhalif' olanlara akıl fikir versin yeter!
Tam da Kayahan'dan;
"Seni versinler ellere
Beni vursunlar
Sana sevdanın yolları
Bana kurşunlar" dinleme zamanı.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Haber Kaynak : Independet Türkçe
Karar Gazetesi'nden Ahmet Taşgetiren'in 21.02.2020 Tarihli Yazısı
Ne çöktü?
Mesele, Karar’daki “Gül mülakatı”nın spotları arasına “Siyasal İslam tüm dünyada çöktü” ifadesiyle girdi. Ardından, kaçınılmaz olarak tartışmalar geldi.
“Siyasal İslam çöktü” cümlesi etrafındaki tartışmanın evveliyatı var. Zaman gazetesi zemininde Ak Parti’ye karşı ilk itirazların bu söylemle başladığı söylenebilir.
Acaba Refah Partisi’nin içinden AK Parti’nin çıkışı da böyle bir değerlendirme ile ilgili miydi? Yani “Refah siyasal İslamcı bir parti olarak biliniyor, bu yürümedi, yürümezdi, İslam’ı referans almayan bir siyasi hareket başlatılmalı” gibi bir değerlendirme mi vardır Ak Parti’nin çıkışında? “Milli Görüş gömleğini çıkarmak – Kur’an’ı referans almamak” diye medya diline dönüşen söz, bunu mu ifade ediyordu?
Abdullah Gül bu mülakat sırasında da “Din’in siyaset içinde tedavül etmesinin en çok dine zarar verdiğini - vereceğini” ifade etti. Çünkü ona göre “Dinin kadim değerleri yanında siyaset çok farklı tavırlar almayı gerektiren hareketli bir alandır.”
Ama bu, herhalde dinin siyaset zemininde hiçbir biçimde yer almaması anlamına gelmiyor.
Gelmiyor, çünkü dinin toplumsal boyutu, onu bir biçimde günün konusu haline getiriyor.
En azından “dindar, muhafazakâr insanların siyaset yapması” din ve siyaset olgusunu iç içe geçiriyor.
Nitekim Ak Parti, evet, Refah’tan farklılaştı ama, dindar – muhafazakar kadroların siyasi hareketi olarak “Din zemini”nde görülmekten, tartışılmaktan kurtulamadı.
Soru şu: Acaba Ak Parti’nin siyasal İslam’la ilgisi neydi?
Bu soru aslında “siyasal islamın farklı tanımları, biçimleri, gerçekleşmeleri olabilir mi?” sorusu ile iç içedir.
Mülakatta sayın Gül’e sorulan soru şudur:
Yıldıray Oğur: AK Parti tecrübesi dindar insanların, İslami hareketlerin demokrasiyle bir araya gelebileceği tecrübesi İslam dünyasındaki ülkelere ve İslami hareketlere de model olmuştu.
Bu soruya sayın Gül şu cevabı
verdi:
“Bu söylediğiniz çok doğru. Benim de en önem verdiğim konulardan biridir. Dindar insanların ve siyasi hareketlerin özgürlükçü olabilmesi olağanüstü önemi haiz bir konu. İslami kimlikli siyasi hareketler demokrat ve özgürlükçü olduklarında, temel insan haklarını evrensel anlamda benimsedikleri ve uyguladıkları takdirde, iktidara geldiklerinde de iyi yönetişimi gerçekleştirmiş olurlar. Bunun örneğini ilk dönemimizde verdik ve dindar insanların devlet yönetimini nasıl rasyonel esaslara göre yönetebildiklerini sergiledik. Bu başarı tüm İslam dünyasına ve hatta İslami hareketlere bir dönem ilham kaynağı oldu. Şimdi Siyasi İslam’ın çöküşü diye çok tartışmalar var.”
Cevap dikkatli okunduğunda sayın Gül’ün “islami kimlikli siyasi hareketler”e temas ettiğini ve bunların “demokrat ve özgürlükçü olmalarına, temel insan haklarını evrensel anlamda benimsemelerine ve uygulamaları”na dikkat çektiği görülüyor. “İlk dönemimizde bunun örneğini verdik, dindar insanların devlet yönetimini nasıl rasyonel esaslara göre yönetebildiklerini sergiledik.” diyor. Üstelik “Bu başarı tüm İslam dünyasına ve hatta İslami hareketlere bir dönem ilham kaynağı oldu.” diyor. Buradaki “ilk dönem” vurgusu önemli. Sonra şerh başlıyor. Cümle şu: “Şimdi Siyasi İslam’ın çöküşü diye çok tartışmalar var.” Oraya Yıldıray’ın sorusu giriyor: “ Siyasi İslam’ın çöktüğünü mü düşünüyorsunuz?” Gül “Öyle, diyor, tüm dünyada, diyor ve Biz bunu görüp, paradigmadan kopuşu gerçekleştirmiştik, ama sürdürülemedi.” diyor.
Burada herkesin önüne “İlk dönem devam etseydi… bugün yine de siyasal islam’ın çöktüğü tartışılır mıydı?” sorusu gelmez mi? Bu soru “Falanca yerde evet başarısız oldu ama Türkiye bir İslam ülkesi olarak farklı bir tecrübeyi hayata geçiriyor” denemez miydi?
Sayın Gül’ün Türkiye’ye önerdiği yol şu:
“Türkiye’nin özgürlükçü bir yola girmesi gerekir. Salt güvenlikçi yol, sizi tedbir üzerine tedbir almaya mecbur eder. Bu nedenle hukuk ve adalet en önde gelir. Bu ise en kolay düzeltilecek mesele, burada sadece bir irade gerekiyor. İnsan hakları standartlarının uygulamasını yükseltmekten geçiyor bunun yolu. Türkiye gerçeğini ve imajını çok süratli bir şekilde değiştirebilirsiniz.”
“Sadece bir irade gerek” diyor sayın Gül. Böyle bir irade her şeyi yeniden ilk dönemdeki sağlıklı hale getirecekse, o zaman niye “çöküş” söylemini kalıcı hale getirmeli?
Gül’ün “paradigmadan kopuş” dediği şey nedir? Dindar insanlar siyaset yapacak, “islami kimlikli siyasi hareketler” oluşacak, bu kaçınılmaz, öyleyse olmaması gerekeni tartışmak gerekir. Toptan “Şu çöktü, bu çöktü” gibi yargılamalar yapmak yerine.
Doğruhaber Gazetesi'nden Dr. Abdulkadir Turan'ın Yazısı (21.02.2020)
“Siyasal İslam” mı çöktü, uluslararası sistem mi?
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Siyasal İslam çöktü!” demiş. Ne yersiz bir laf!
“Siyasal İslam” hiç olmadı ki çöksün… Ama İslam, hep siyasal oldu; Mekke’de siyasal bir muhalefet; Medine’de iktidar olarak var oldu.
İslam’ın tek bir günü siyasalsız geçmedi. “Siyasal İslam” kavramını ise Müslümanlar hiç kullanmadı.
“Siyasal İslam” kavramını, İslam’ın siyasallığını inkâr edenler uydurdu, İslam’la siyaset arasına mesafe koymaya çalışanlar kullandı. Şimdi de kendileri çöktü, diyorlar.
ÇÖKEN KİM?
Gayeleri, siyasetle uğraşan Müslümanları marjinalleştirmekti. Böylece, emperyalizm karşıtı direnişin İslam âleminde kitleselleşmesini engelleyecek ve o direnişi henüz doğarken boğacaklardı.
Planları ellerinde kaldı. Zira bugün siyasetle uğraşan Müslümanlar, değişik nedenlerle “Kahrolsun emperyalizm!” diyemiyor. Oysa seyyar satıcılık yapan Müslüman veya kasabasında bağını budayan Müslüman, günde bir kez “Hey gidi gavurlar, bugünler size kalmaz!” demeden edemiyor.
Artık, siyasetle uğraşan Müslüman, kitleleri emperyalizm karşıtlığına zorlamıyor. Müslüman kitleler siyasetçilerinin antiemperyalist heyecanlarını korumaları için gayret gösteriyorlar.
Hatta “siyasetle uğraşan Müslüman” kavramı bile anlamsızlaştı. Çünkü artık bütün Müslümanlar bir şekilde siyasetle uğraşıyor.
“Siyasal İslam çöktü!” savı, eski Batı’nın yeni uzantıları tarafından tam da böyle bir ortamda ortaya atılıyor. Bir daha aldatmaya çalışıyorlar:
Ümitleri, “siyasal İslam”ın değil, bizzat İslam’ın çökmesiydi. “En ılımlısı zamanla en radikalini doğuruyor!” diyen bir kafadan bundan başka ne beklenebilir ki?
Sonra bir daha düşünelim:
İslam’la siyaset, hiç ayrılır mı? Topluma seslenen hangi kurum, siyasi gelişmelere duyarsız kalabilir ki İslam duyarsız kalsın.
Dün, siyasetten çekinen ve ondan uzak duran Müslümanlar bile artık, siyasetin tam merkezindeler.
“Hakikat” da gerçeklik de buna zorluyor. İslam âleminde dün, partili siyaseti şirk gibi gören Müslümanlar da vardı, sağ veya soldan kim kendisine ulaşabilirse ona oy veren Müslüman da... Bugün her iki kesim de Müslümanca bir siyaset tarzına inanıyor ve bu tarzda var olmaya çalışıyor.
Şimdi bir daha soralım: Çöken uluslararası sistem mi? İslam mı?
İslam atakta, uluslar arası sistem ise çatır çatır çatırdıyor.
Onları şaşırtan ve ürküten de budur. Din çağının geçip ideoloji çağına geçtiğimizi, onu da aşıp zevk çağına vardığımızı zannediyorlardı. Bütün sorunlarına rağmen özveride bulunup siyasetle uğraşan her Müslüman bu öngörülerini alt üst ediyor. Bunun için durmadan İslam’la uğraşıyorlar. Her gün İslam’a dair bir şey söylüyorlar.
İslam âleminde dindar olduğu hâlde “siyasal İslam” kavramını kullananlar var… Bir de bu kavramı kullanmadıkları hâlde bazı Müslümanları “siyasal İslam” diye etiketleyip onları yalnız bırakanlar var.
Birinci grup, “uyanıklar” sınıfıdır; Müslüman siyasetçiler güçlü olunca yanlarındalar, onlardan yer içer, makam sahibi olurlar; zayıf düşünce başlarına gelecek felaket kendilerine de dokunmasın diye ikinci tekmeyi vurmaya “aday” görünürler.
Ne var ki uluslararası sistem, son zamanlarda bunları eskisi kadar kayda almıyor, onların yerine sosyal demokratları tercih ediyor. Bunun için bu tipler telaşlılar ve geçmişte bütün sermayeleri hatta dindarlıkları sola muhalefetten ibaret iken şimdi sola sığınıyorlar.
İkinci grup ise dinin sadece ahlak kısmını da olsa yanlış bir siyasetten kaynaklanacak gelişmelerden korumak için kendilerince bazı Müslümanları “siyasal İslamcı” diye kaydeder, onlardan uzak dururlar.
Bu ikinci grup, dün siyasetin bıraktığı boşluğu hakkıyla doldurdu ve önemli vazifeler gördü. Ama 28 Şubat’ta görüldü ki “yeni dünya”da Müslümanlar konusunda onların zihinlerindeki ayrım da artık yok…
Meseleye “Medeniyetler Çatışması” ve onun pratiğe indirgenmiş hâli “Bush Teorisi” gözüyle bakanlar, bütün Müslümanları bir görüyorlar.
Siz, kendinizi ayırsanız da hatta kardeşinize ikinci tekmeyi hep siz vursanız da eninde sonunda “imha edilecek düşman” diye etiketleniyorsunuz.
“Hakikat”i anlamakta güçlük çekiyorsak, 1400 yılı aşan gerçeklik artık bize bunu öğretmiş olmalıdır.
İslami Analiz'den Atasoy Müftüoğlu'nun Yorumu (21.02.2020)
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ‘Siyasal İslam çöktü’ ifadeleri tartışılmaya devam ediyor.
Konuyla ilgili Atasoy Müftüoğlu, İslami Analiz’deki yazılarında sömürgeci çerçevelerin kuşattığı zihinlere dikkat çekmiş ve siyasal İslam kavramının iğdiş edildiğini belirtmişti.
Muhafazakar, milliyetçi ve pragmatist unsurların siyasal İslamcı olarak tanımlanmasını bir yanılsama olarak değerlendiren Müftüoğlu’nun görüşleri şu şekilde:
İnsanların zihin dünyalarının ideolojik klişelerle, resmi öykülerle, resmi çıkarlar doğrultusunda şekillendirildiği toplumlarda, her durumda çok ciddi bir kültürel-entelektüel güçsüzleşme/kriz yaşanıyor. İnsanların ya da toplumların kimi zaman resmi öykülerle, kimi zaman ya da durumlarda ideolojik klişelerle, yerellikler, millilikler, ve hamasetle zincire vurulduğu toplumlarda, ideolojik/sol/seküler kesimler de, muhafazakar/milliyetçi/sağ/dindar kesimler de, kolonyalizm tarafından dayatılmış gerçekliğin dayattığı referansları ve dayatılmış meşruiyet sisteminin otoritesini kolaylıkla kabul edebiliyor. Bilinç cehaleti sebebiyle, muhafazakar/dindar, milliyetçi/sağcı/oportünist/pragmatist unsurlar ‘siyasal İslamcı’ olarak tanımlanabiliyor. İdeolojik evrenselliğin oluşturduğu, sömürgeci entelektüel/zihinsel çerçeveler etrafında hiçbir şekilde ontolojik ve epistemolojik hesaplaşma yapılamıyor, yapılmıyor. Kronik bağımlılık ve kronik bilinç kaybı sebebiyle sol/ideolojik/seküler ya da, muhafazakar/milliyetçi/dindar kesimler, dayatılmış gerçeklik/referans ve meşruiyet sistemini reddetmek ve aşmak yerine, bu sistemi, emperyal düzen adına vekaleten yönetmek için birbirleriyle rekabet/çatışma ve kavga içerisinde bulunuyor. Dayatılmış sömürgeci gerçekliğin, referans ve meşruiyet sisteminin sınırları içerisine hapsedilen ve bu hayati sorunlarla hiçbir şekilde yüzleşmeyen/yüzleşemeyen, hesaplaşamayan, hesaplaşmayı düşünmeyen seküler ya da muhafazakar kesimlerin, karşı karşıya bulundukları bu ağırlaştırılmış mahkumiyet sebebiyle radikal tasavvur ve tahayyülleri yok.
Şubat Tarihi İtibarıyla Çıkan Haber ve Değerlendirmeler (23.02.2020)
ABDULLAH GÜL İLE AHMET DAVUTOĞLU'NU KARŞI KARŞIYA GETİREN “SİYASAL İSLAM ÇÖKTÜ” POLEMİĞİ UZMANLARI DA BÖLDÜ
Ali Kemal Erdem'in Haberi;
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Karar gazetesine verdiği röportajda söylediği sözler yeni bir polemiğin kapısını araladı.
Gül, “Siyasi İslam’ın çöktüğünü mü düşünüyorsunuz?” sorusuna önce “Dindar insanların ve siyasi hareketlerin özgürlükçü olabilmesi olağanüstü önemi haiz bir konu. İslami kimlikli siyasi hareketler demokrat ve özgürlükçü olduklarında, temel insan haklarını evrensel anlamda benimsedikleri ve uyguladıkları takdirde, iktidar geldiklerinde de iyi yönetişimi gerçekleştirmiş olurlar” demiş sözlerinin devamında ise şöyle konuşmuştu:
Gül’den ilk dönem vurgusu
Bunun örneğini ilk dönemimizde verdik ve dindar insanların devlet yönetimini nasıl rasyonel esaslara göre yönetebildiklerini sergiledik. Bu başarı tüm İslam dünyasına ve hatta İslami hareketlere bir dönem ilham kaynağı oldu. Şimdi Siyasi İslam’ın çöküşü diye çok tartışmalar var. Öyle, tüm dünyada. Biz bunu görüp, paradigmadan kopuşu gerçekleştirmiştik, ama sürdürülemedi.
Davutoğlu’ndan Gül’e itiraz
Gül’ün bu sözlerine Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’ndan cevap geldi.
Bilkent Üniversitesi’nde düzenlenen söyleşide konuşan Davutoğlu, Gül’ün siyasal İslam’ın çöktüğüne dair açıklamasının sorulması üzerine şöyle konuştu:
Biz niye Trump’a 'Siyasal Hristiyan', Netanyahu’ya 'Siyasal Yahudi' demiyoruz da, Müslüman dünyada din ile siyaset ilişkisini tanımlamak gerektiğinde 'Siyasal İslam' diyoruz? Bir kere bunu sorgulamak gerek. Çok ezberci bir tutum olarak görüyorum bunu. Ne zaman Trump, Siyasal Hristiyan olarak tanımlanır ve sorgulanırsa, bu tarafta da aynısını yapabiliriz.
Gül’ün açıklamasını ve Davutoğlu’nun cevabını “Siyasal İslam bitti mi? sorusuyla birlikte konunun uzmanlarına sorduk, farklı değerlendirmeler aldık.
Müfid Yüksel / Fotoğraf: Independent Türkçe
Sosyolog Müfid Yüksel’in geçmiş dönemlerinde Siyasal İslam’a dair birçok yazıları bulunuyor.
Yüksel, Siyasal İslam’ın bittiği iddiasına katılanlardan. Yüksel bu gerekçesini şöyle açıkladı:
Soğuk savaş dönemi ideolojilerine benzeyen ‘İdeolojik İslamcılık’ bitti. Çünkü ideolojiler bitti. Siyasal İslamcılık, Soğuk Savaş döneminde iki bloklu sistem içerisinde yapılanmıştı. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle 1990’lardan itibaren popüleritesini yitirdi. Çünkü daha çok kendini anti – komünizm noktasında konumlandırmıştı. Kapitalizme karşı da bir duruş sergiledi ancak kendi argümanlarını tam koyamadı.
Müslüman Kardeşler Hareketi, Siyasal İslam'ın sembollerinden / Fotoğraf: AA
“Gül, sözleriyle daha çok Müslüman Kardeşler’i kastediyor”
Siyasal İslamcıların iktidara geldiği Sudan’da başarısız bir sınav verdiğini iddia eden Yüksel, Gül’ün sözleriyle daha çok Müslüman Kardeşler hareketini kastettiğini öne sürerek buna karşın Müslüman Kardeşler Hareketi’nin kendi içinde çok da homejen bir yapı olmadığını belirtti.
Müslüman Kardeşler Hareketi içerisinde kimi gruplarca benimsenen Mevdudi çizgisinin biraz ideolojik tekfircilik çizgisi sergilemesinin hareket içerisinde de tartışmalar yarattığını öne süren Yüksel, “Siyasal İslamcılık, 1980’lerde çok ciddi bir alternatif olarak çıkmasına karşın Mevdudi’nin tekfirci çizgisi ciddi bir aksiyona dönüşmesini etkiledi” dedi.
Türkiye’de şu an Siyasal İslamcı olarak adlandırılabilecek bir partinin de olmadığını öne süren Yüksel, sadece kimi partiler içerisinde o gelenekten gelen insanların olduğunu kaydetti.
Hamza Türkmen / Fotoğraf: Özgür-Der
“Siyasal İslam tanımı İslami uyanışı karalamak isteyenlerce takıldı”
Özgür Der’in başkanlığını yapan Hamza Türkmen, İslami kesimde tanınan bir isim.
Türkmen, her şeyden önce Siyasal İslam ismine itirazı edenlerden.
Türkiye’de İslami uyanış, 1985 ve 1995 arasında en canlı olduğu dönemi yaşıyordu. Üniversitelerde birçok akımı dengelemiştik. ODTÜ, Boğaziçi, Bilkent gibi üniversitelerde bile üçte biri oluşturuyorduk. 28 Şubat, bu uyanışa karşı yapıldı. Batı bu uyanışı, Siyasal İslam olarak nitelendirerek gözden düşürmeye çalıştı. İslam İslamdır. İslamcılık bir dünya görüşüdür. 28 Şubat’ı yapan komutan da “Ben de Kuran Müslümanıyım” deyince ve laik batıyla entegre insanlar da Müslamansa bir farkımız olsun diye kendimize ‘İslamcı’ dedik. Sürekli ümmeti uyandıracak uyanışlara Batı onu aşağılayan isimler takıyor. Siyasal İslamcılık da bunlardan biri. İslami uyanış erbabı kendisine asla Siyasal İslamcı demedi.
Faik Bulut / Fotoğraf: İdefix
“Siyasal İslam, zirveden düşüşte”
Sosyalist gelenekten gelen Araştırmacı Yazar Faik Bulut, İslami hareketleri konu alan birçok kitaba da imza attı. Bulut da Gül’ün çıkışına katılanlardan.
Gül’ün gözlemlerinin genel hatlarıyla doğru göründüğünü öne süren Faik Bulut, bunu şuna dayandırdı:
Gül, Siyasal İslam’ın genel gidişatını görüyor. Özellikle de İhvan Hareketi’nin. Arap Baharı döneminde zirveye çıktıktan sonra giderek aşağıya doğru indiğine, çözüm projelerinde başarılı olamadığı yönündeki görüşü genel olarak doğru görünüyor.
“Davutoğlu’nun değerlendirmesi gerçekçi değil”
Siyasal İslam’ın Fas, Tunus, Mısır, Sudan, Libya başta olmak üzere pek çok ülkede başarısız sınavlar verdiğini öne süren Bulut, iddialarını şöyle sürdürdü:
Hepsini bir araya topladığımızda Siyasal İslamcılığın zirveden aşağı indiğini görüyorum. Akademisyen kökenli olan Davutoğlu’nu fazla akademik düşündüğü için çok gerçekçi bulmuyorum. Dış politikadaki başarısızlıklarını da bu hayallerinin sonucu gördüğümden gidişatı daha gerçekçi görmesine bakınca Gül’ün değerlendirmesini daha gerçekçi buluyorum.
“Siyasal İslam, vaatlerini yerine getiremedi”
Faik Bulut’a göre Siyasal İslam’ın başarısız olmasının nedenleriyle ilgili şu iddialarda bulundu:
Geçmişte Politik İslam otoriter rejimlere karşı muhalefet yaparken daha bir toplumda tabanı ve inanırlığı vardı. ‘Çözüm İslam’da, ‘Biz İslam’la bu işi çözeriz’ diye sloganları vardı. İyi organize olmalarından dolayı da toplum da bunlara inanmışlardı. ‘Biz adil bir düzen getireceğiz’ dediler. İktidara geldiklerinde tersi oldu, otoriter tavır takındılar. Eleştirdikleri Batı emperyalizmi ile işbirliği yaptılar. Geriye sadece ritüelller kaldı. Daha fazla cami yapmak şeklinde.
“Siyasal İslam devri kapanmak üzere”
Siyasal İslam devrinin kapanmak üzere olduğunu iddia eden Bulut, Siyasal İslam’ın Türkiye’de çökmesinde Refah Partisi geleneğinin ve AK Parti’yi kuran kadroların halkın lehine olmayan icraatlerinin çok etkisi olduğunu da iddia etti.
Resul Tosun / Fotoğraf: Twitter
Ahmet Davutoğlu’nun yorumu daha isabetli”
Eski Ak Parti milletvekili ve yazar Resul Tosun, Siyasal İslam, İslami terör gibi kavramların emperyalistlerce İslam’ı karalamak için icat edildiğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
Siyasal İslam diye bir şey bize göre yok. Dindarların siyaseti diyebiliriz. Dindarlar siyasette başarılı oldu mu olmadı mı tartışılır. Ancak Siyasal İslam var mıdır yok mudur yorumuna itiraz ediyoruz. Bu nedenle Ahmet Davutoğlu’nun yorumu daha isabetli.
Ümit Aktaş / Fotoğraf: Independent Türkçe
“Tam da Babacan’ın parti kuracağı süreçte bu açıklama manidar”
Yazar Ümit Aktaş, AK Parti’nin hiçbir zaman Siyasal İslam’ın temsilcisi olmadığı gibi İslamcılık iddiasının da olmadığını iddia ederek sözlerini şöyle devam ettirdi:
“İran ve Mısır’a dair bir Siyasal İslamcılık yorumu yapabiliriz ama Türkiye’de AK Parti’nin üstlenmediği bir kavram üzerinden nasıl yorum yapacağız. Tam da Babacan’ın parti kuracağı bir süreçte böyle bir açıklama gelmesi bana manidar geldi. Başta iyiydik sonra bozuldu diyor. Sanki Babacan ve arkadaşları varken iyiydi sonra kötüye döndü gibi bir izlenim veriyor. AK Parti’de bozulma 2010’lardan itibaren ortaya çıkmaya başladı. O zaman bütün bu faktörler partinin içindeydi. Yumuşak dille bir şeyler söyledilerse asla adaletsizlikler, insan hakları ihlalleri konusunda gerektiği kadar ses çıkarmadılar. Ne zaman o yapının dışına çıktılarsa ya da çıkarıldılarsa o zaman konuşmaya başladılar.”
“İslam zaten siyasal bir dindir”
“İslam zaten siyasal bir dindir” diyen Aktaş, sözlerini şöyle tamamladı:
Siyasal olması normaldir. Siyasetin dışında olan hayatta bir unsur yoktur. Bütün bu süreçler içerisinde bazı partilerin başarısız olması o harekete ya da dinin hanesine yazılamaz. Bunun ayrıca bu dönem konuşulmasını doğru bulmadım zamanlama bana manidar geldi.
© The Independentturkish
12.03.2020 22:19:00
İSLAMCILIK / İSLAMİLİK DEVAM EDİYOR
12.03.2020
Kazım Sağlam; İslamcılığı/İslamlaşmayı kimler bitirmek istiyor, kim İslamlaşmaktan korkuyor, İslamlaşmaktan korkanlar neyin peşindedirler ve kime/kimlere yaranmak istiyorlar?
İslamcılık/ İslamlaşma bugün için ne anlama geliyor?
İslamcılık biraz kekre, müphem, daraltıcı, çabuk mahkûm edilebilir, nazlı ve nazenin bir tabir. Bunun yerine İslamlaşma, İslamîleşme tabiri kullanılsa daha iyi olur. Lakin kast edilen şey, İslam'ı, hayatın bütün alanlarında yaşama isteği ve bu konuda çalışma gayretidir.
İslam, hayatın bütün alanlarını kapsayan ve dinin emir ve yasaklarını icra etmesi gereken bir anlayış. Sadece anlayış değil bir yaşayış, bir hayat tarzı, bir aile düzeni, bir toplum yapısı, bir devlet idaresi, bir uluslararası işleyiş biçimidir. İslam; kişiden devletler arası işleyiş biçimini belirleyen bütüncül bir anlayıştır, bir sistemdir.
İslamcılık da yaşanan "an"daki problemlere İslam açısından bakarak çare arayışlarını sürdürmektir. Bu yönüyle her zaman diliminde farklılık gösterebilir. Anın durumuna göre İslam'ın önerdiği yaşama biçimini tespit edip hayata geçirmek isteğidir demek de mümkün. İslam'ın ana umdelerinden sapmadan, Allah'ın insan için biçtiği rolü icra etmeye çalışmaktır. Onun için "an" ve "yer" değişikliği İslamcılık açısından uygulamalarda farklılık arz edebilir. Bunu anlamayan nadanlar, değişen şartların farkına varamayanlar vb İslamcılığı sapmakla suçlarlar. Dinin kıyamete kadar insanların problemlerine çare olabileceğine inanmayanlar, bu konuda tereddüt geçirenler ise başka bahanelere sarılarak İslamcılığa karşı çıkarlar.
Tarihselciler, modernistlerin bir kısmı, laikler, deistler, vb. ise İslam'a aleni karşı çıkma cesaretini gösteremedikleri için İslam yerine İslamcılığa saldırırlar.
İslamcılar da bu ifsad taifesinin cemi cümlesine karşı İslam dinini sonuna kadar ve bütün emir ne nehiylerini savunurlar. Hem müdafaa ederler hem de yaşarlar/yaşamak isterler. Örneklikler göstererek dinin diriliğini, canlılığını korurlar ve insanlara bir numune olarak orta yere sererler. Bunu yaparken bazı hatalar da işlerler.
İşlenen insanî hataları abartarak İslamcılığa karşı çıkmak akıl kârı değildir. Bu din insanlara indirilmiş ilahî buyruklardır, bu buyrukları icra edenler insandır. İNSAN beşerdir şaşar, yani yanlış ve eksik yapabilir, yapabilir değil yapar. Aslolan yanlış yapmamaya çalışmaktır lakin insanın yapısı buna müsait değildir. İslamcılar, hata yapabilirliği kabul ederler, ama hatada ısrarı asla tasvip etmezler, bile isteye yanlışa sapanlara karşı da acımasızdırlar. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
İslamcılık havzası, en kötü durumlarda bile umut aşılar ve çare üretir. Umutsuzluğun bizim anlayışımızda yeri yoktur.
İslamcılığın bariz vasıfları vardır. Bunların tamamını saymak kağıda dökmek buranın konusu değildir örnek olsun bir kaçı üzerinde durmak yeterli olacak.
İslamcılık Zulme Karşı Çıkmak ve Adaleti İkame Etmek Demektir
Zulüm ne demektir İslamcı önce onu öğrenir ve sonra zulümle mücadeleyi icraata koyar.
Zulüm: Sözlükte; bir şeyi ona ait olmayan yere koymak. Terim olarak: Belirlenmiş sınırları çiğneme, haktan bâtıla sapma, kendi hak alanının dışına çıkıp başkasını zarara sokma, rızasını almadan birinin mülkü üzerinde tasarrufta bulunma, zorbalık. Özellikle de "güç ve otorite sahiplerinin sergilediği haksız ve adaletsiz uygulama" gibi anlamlarda kullanılır.
Cevr, bağy, tuğyân, fısk, udvân / taaddî / i'tidâ gibi kavramları da zulmün eş anlamlısı veya yakın anlamlısı olarak kullanılır.
Adl/adalet, kıst ve insaf kavramları zulmün karşıtı olarak kullanılır.
Kur'ân-ı Kerîm'de yirmi ayette zulüm kelimesi, 269 defa da türevleri yer alır. 200'den fazla yerde zulüm kavramı "küfür, şirk" veya "Allah'ın hükümlerini çiğneme, günah işleme", yirmiyi aşkın ayette "beşerî ilişkilerde haksızlığa sapma" anlamında kullanılmıştır. (Bkz. Mustafa Çağrıcı DİA)
Ragıp el- İsfahani; zulmü, (çoğulu zulumat); ışığın yokluğu, karanlık. Cehalet ve şirk. Bir şeyi ya eksilterek veya artırarak yahut zamanından ya da mekânından saparak/ saptırarak, kendine ait olmayan bir yere koymaktır, diye tarif eder.
Zulüm üç kısımdır; A- Allah'la insan arasında gerçekleşen zulüm. Bu, Allah'a şirk koşmak; şirk en büyük zulümdür. (Lokman, 13) B- İnsanlar arası zulüm. C- Kişinin kendi nefsine olan zulmü.
İslamcılık zalimin zatına değil zulmüne karşıdır. Zulmün her türlüsüne karşı savaşır yerine adaleti ikame edinceye kadar.
Nefsin zulmüne karşı kendini korur onu önce durdurur, sonra iyiliğe doğru çeker. Şeytan ve avanesi, insanı sırat-ı müstakimden saptırmak için çalışır. Bunu fark eden kişi ona engel olur.
En bariz ayrılma noktası nefse, heva ve hevese tabi olmanın an açık şekli, zulmün en katmerlisi Allah'a şirk koşmaktır.
"Hani Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: "Yavrum! Allah'a şirk/ortak koşma! Çünkü şirk/ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür." (Lokman, 3)
Hamdi Yazır ilgili ayeti: "Şirk, çok büyük bir zulümdür. Önce bir zulüm, bir haksızlıktır. Çünkü zulüm, bir şeyi yerinden başa bir yere koymaktır. Allah'ın hakkını, Allah'tan başkasına vermektir. Aynı zamanda "Andolsun ki biz Âdemoğullarını üstün bir şerefe nail kıldık.." (İsrâ, 17/70) ayetinin ifadesince Allah'ın şerefli kıldığı, şeref verdiği insan nefsini mahlûka ibadet ettirerek alçak ve zelil kılmaktır. İkinci olarak büyük bir zulümdür. Çünkü bu mabutluğu hiç yeri olmayan ve olmasına hiçbir şekilde imkan bulunmayan bir mevkie koymaktır" şeklinde tefsir eder.
Allah'a ortak koşmak, insanın kendi sınırlarını aşarak, Allah'a ait olanı bir kula veya başka bir şeye vermektir. Bu aynı zamanda bir yetki gaspıdır.
Şirk hali; kişiden başlar, topluma, devlete ve uluslararasına kadar uzanır.
Kişide olursa heva ve hevesine taparlık olur. Kendini diğer insanlardan üstün görür, kendine ait olmayan bir şeyi başkasından almayı kendi hakkı gibi sayar. Bu da zulmün kendisi olur. Ayrıca güç yetirdiklerine de istediği haksızlığı yapar, çünkü yaratana karşı nankörlük eden, Allah'ın kainatta kendisi için yarattıklarını kendi kesbi sayan bir zihin yapısı zulüm işlemeyi mubah sayar.
Erki elinde bulunduranlar eğer şirke düşmüşse, o zaman Allah'ın insan için ön gördüklerini beğenmez kendisi insanları nasıl emri altına alırım diye düşünür ona göre çareler arar. Kendini merkeze koyduğu için diğer toplumların, diğer devletlerin hakkını gücü nisbetinde ellerinden almayı hakkı gibi görür. Böyle bir ortamda hak değil güç konuşur.
Allah'ın insanoğlu için biçtiği rolü beğenmeyenler farkına varmadan şirk koşmuş olurlar. Yaptıkları zulüm, şirklerinin işareti, emaresi, şahididir.
Modern dünyanın geldiği yere bakılırsa, emperyalist güçler, önce Allah'ın hükmünü ortadan kaldırırlar, akabinde Allah'ın kullarının ellerindekini alırlar.
Hem zulme karşı olduğunu söylemek hem de Allah'a şirk koşmak bir arada olamaz. Bunun açık örneği sosyalist blokun yaşadığı ve diğer ülkelere yaşattığıdır. Rusya anti-emperyalist diye ortaya çıktı sonunda kendisi en büyük işgalci ve emperyalist oldu.
Şirke sapan ile şirke sapmayanın açık farkı fetih ile işgal arasındaki farktır. Emperyalistler işgal eder, sömürür, istila ettikleri yerleri talan eder, zulüm eder, İslam fethi ise girdikleri topluma adalet getirir. Tarihte bazı yanlış uygulamaların olması İslam'ın bu konudaki anlayışına mal edilemez. Tarihte iyi örnekler de çoktur. Bugünden geriye tarihe bakılırsa, Müslümanlarla Müslüman olmayanların girdikleri ülkelerde yaptıklarının kıyasını yapabilir, aralarındaki farkı da görebiliriz.
Müslümanlar adalet adına hareket ederler, emperyalistler sömürü adına, sömürü en büyük zulümdür.
Yüzyıllardır İslam, dünyaya hüküm etmiyor, diğer medeniyet mensuplarının iktidarlarının dünyamıza ne getirdikleri ortadadır.
İslamcılığa karşı çıkmak bu konuda sömürünün devamını sağlamak demektir.
Ayrıca Müslümanlar, İslamcılar imanlarına zulüm katmazlar. Zulmün her türlüsüne karşıdırlar, kendilerinden olan zulme de karşıdırlar.
"Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın." (Bakara, 193)
İslamcılığın savaşı, yeryüzünde zulüm kalmayıncaya kadar devam eder. Bütün insanlık zulmün pençesinde inliyorsa, İslamcılık bitti demek; zulme, tuğyana, haksızlığa, güçlünün güçsüzü ezmesine razı olmak demektir.
Allah?ın insanoğlu için biçtiği, ön gördüğü adaleti sağlamak, baskı ve yanlış yönlendirmeyi önlemek, durdurmak ve bir daha ayağa kalkmamak üzere gömmek İslamcılığın hassıdır. Elan dünyada yürürlükte olan zulüm şebekesine dahil olmayan herkes İslamcıların safında yer almalıdır.
İSLAMCILIK / İSLAMİLİK DEVAM EDİYOR