İnsanın Yalnızlıkla İmtihanı…

Yalnızlık, kelimelerin Kalabalığından kavram sahibi olamamaktır... Kavram, bir idrakin kelimeye ruh üflemesidir. Kelimeler çok olsa da ruh kazandığında kavrama dönüşüp ortak bir idrakin temelini kurar

 İnsanın Yalnızlıkla İmtihanı…

Abdülaziz Tantik Analiz Etti...

Yalnızlık insanın ontolojik gerçekliğini oluşturur. Kişi, tek başına bir imtihan ile karşı karşıyadır. Sorumluluğu tek başına üstlenme mecburiyetine haizdir. Yalnızlık, kendi içinde farklı katmanları taşımaktadır. İnsan, bu farklı katmanların farklı yüzleri ile yaşadığı sürece karşı karşıya kalacaktır. Yalnızlığın olumlu ve olumsuz boyutları içre iki temel fonksiyonu icra ettiği belirgindir. Yalnızlık duygusu üzerinden pozitif bir bakışla kişinin kendi dışındaki bütün etmenlerden etkilenmemeyi sağlayan bir duygu durum oluşturabilmesinin imkânlarını sağladığını bilmesi onu güçlü kılacaktır. Ama aynı kişi, yalnızlık üzerinden kendini terk edilmiş hissederek oluşturacağı duygu durum üzerinden de dağılmasına neden oluşturabilir.

Yalnızlık, kaos ve çatışmanın başladığı dünya hayatında insanın kendi içine gömüldüğünde karşı karşıya kaldığı bir olguyu işaret eder. Yabancı bir diyarda olan kişi, hep yalnızlığın oluşturduğu özlemi yüreğinde taşır ve yoğun bir şekilde yaşar. Allah'ın insanı yaratması ve yeryüzüne göndermesi ile insanın yalnızlık serüveni başlar. Dünya hayatı yalnızlığı besleyerek ona süreklilik katar. Ayrıca insanın biricikliği de yalnızlığının temelini oluşturur. Öyle yalnızlık deyip geçmeyin. İnsanın ontik temelini oluşturuyor. Sahici bir gerçekliği var...

İnsan, yalnızlığın olumsuz etkileşiminden kurtulmak için kendisine potansiyel olarak verilen dışa açıklığı devreye koyarak iletişim ve ilgileşim üzerinden kendi yalnızlığının ilacını bulabilir. Bu yüzden insan, kendi bütünlüğü içinde dışa doğru açılım sağlayarak kendi varlığını diğer varlıklarla birlikte bir bütün içinde anlamlı hale getirir ve yalnızlığın olumsuz etkilerinden uzak durabilir.

Meseleyi bu açıdan alınca vermenin/infakın bu yalnızlığı gidermeye matuf ve diğer varlıklarla bağ kurmanın en önemli enstrümanı olduğu anlaşılır. Tebessümün sadaka sayıldığı bir zeminde iletişimin bu yalnızlığı paylaşmaya matuf olarak anlamlandırmak daha güzel olur. Sürekli dışa dönük boyutu insanın, yalnızlığının dayanılmaz ağırlığını hafifletmeye yönelik bir işlevsellik kazanıyor.

İnsan, yalnızlığın olumlu katkısı ile kendisine ait güveni güçlendirerek kendi öz güvenini inşa eder ve ilişki ağını bu öz güven üzerinden kurarak, başkaları için var olmayı ve onların hayatlarını kolaylaştırarak kendi hayatının anlamı içinde kolay bir yaşam sürmenin zeminini kurabilir.

Bir başka boyutu ise insanın salt kendine matuf bir bakışa sahip olduğunda kendisine yöneltilmiş her saldırıyı yalnızlığına bağlayarak kendi içinde psikolojik çöküş yaşamasının dışa yansımasıdır. Zaaf içinde olması, noksan kalması, beğenilmemesi, dikkate alınmaması vesaire durumlar çoğaltılabilir. Bütün bu durumlar kişide semptomatik tepkiler oluşturur. Bu da yalnızlığın olumsuz tabiatını ve dahi doğru zeminde kurulamamasını izah eder...

Yani öz güvene dayalı olmayan kendine dönük beklenti ve ilgiyi güçlü bir duygu durum olarak öne çıkartan kişi, aynı zamanda kendisine yönelik olup olmaması önemli olmadığı halde her şeyi kendisine dönük bir saldırı aracı olarak düşünerek kendini içerden yiyip bitiren bir psikolojik vasata dönüştürebilir. Bu yüzden aşağıda bazı temel unsurlara dikkat çekerek meseleyi biraz daha açıklığa kavuşturmayı deneyelim:

Yalnızlık: davası olmamaktır... İnsanın bir amacının ve üzerine titreyeceği bir anlam dizgesinin yokluğu onu sürekli huzursuz kılar ve sanki bir başına dünyada yaşamaya mecbur bırakılmış gibi bir psikolojik vasata sahip olur. Bu da onu sürekli hem huzursuz edecektir ve hem de yorgunluğa duçar kılarak yalnızlığını sürekli deneyimleyeceği bir olguya taşıyacaktır. Davasını yitiren en çok dayanağını yitirendir. Kendini sahipsiz hissetmesine neden olur ve böylece derununda yalnızlığı tadar. Davasını yitiren saygınlığını yitirir, saygınlığını yitiren ise yalnızlık korkusu ile baş başa kalır.

Yalnızlık, idealine aykırı davranmaktır... İnsan, idealine aykırı davranmaya başladığı andan itibaren kendi ile çelişkiye düşecek demektir. İnsan kendi çelişik halini yaşadığı zaman ilişkilerde zaafa düşecektir. Kendisine seslenilen her durumda kendisine yönelik bir kınama gibi algılamaya açık bir duygu durum pozisyonunun etkisi altında kendini yalnız hissedecektir. Anlaşılmadığını düşünecek, sürekli kendi konumunu savunma adına meşruiyet arayışında yanlış yollara tevessül ederek kendini daha da zor durumlara taşıyacaktır. Bu kendi içindeki yarılmanın dışa yansımasına neden olması anlamına gelerek ilişkilerinde tutarsızlığı ve doğal bir yalnızlığı normalleştirecektir. İdeali ile uyum ise bu sorunun tek ilacıdır.


Yalnızlık, kalabalık içinde dost bulamamaktır... İnsanın, davasını kaybetmesi, idealinden vazgeçmesi ile birlikte kendisine yoldaşlık edecek gönülden kişiler bulmasının imkânını da kaybedecektir. Bu yüzden kalabalıklar içinde yalnızlığı deneyimleyerek sürekli bir gerilim hattında var olacağı için kendi içine gömülecek ve yalnızlığın zaaf oluşturan yüzü ile hesaplaşmayı zorunlu kılacaktır. Dostluk, karşılıksızlığı içerir ve ahlaki bir göndermeyi taşır. Bu değer üzerinden bir ilişkiyi zorunlu kılar. Dava ve ideal eksikliği doğal olarak dostluğun zeminini berhava eder.


Yalnızlık, reel olanın baskısına yenik düşerek vicdanı ile tenakuza düşmektir... İnsan, davasını yitirdiğinde, idealini kaybettiğinde kendisini uyaracak dostlarını da kaybederek reel olanın baskısına yenik düşer. Bu durum onun kendi vicdanı ile tenakuza düşmesini sağlayarak kendi içinde parçalanmış bir dağınıklığın ürettiği vasatta kendi yalnızlığına sığınmaktan başka seçenek bırakmayacaktır. Ancak bu seçenek aynı zamanda kişinin negatif anlamı ile yalnızlığın girdabında bir çıkış yolu bulmasına imkân tanımayacaktır. Yani yalnızlık, olumlu anlamda bir çıkış kapısının aralanması anlamına gelirken, vicdanla girilen bir tenakuz çıkış kapısını kapatır.
 

Yalnızlık, yalnız kalmak değildir. İnsan, kendisini tek başına düşündüğünde yalnız olduğunu düşünür. Bu doğru bir düşünme biçimi değildir. Yalnız kalmak insanın kendini keşfetmesi için gerekli olan bir özel an olarak değerlendirilmesi daha sağlıklı bir bakışı içerir. İnsan, bir başına kaldığı gerçeğini yaşıyorsa o zaman kendisine bakıp, insanlarla ilişki kurarken hangi hataları yaptığı üzerine bir zihni faaliyete sahip olmalıdır. Yoksa meseleyi çözüme kavuşturma konusunda zaaf taşımaya devam edecektir. Ayrıca yalnızlık, çoğu zaman kişinin kendini keşfetmesi, kendi eksiğini görmesi ve kendisini daha hazır hale getirmek için zorunlu bir gerekliliği işaret eder.

Yalnızlık, kibri yüzünden etrafının çokluğuna rağmen sevgisiz kalmaktır... İnsan, değişik ruh hallerine sahiptir. Kibir, bu ruh hallerinden birine tekabül eder. Kibir, bir müstağniliği/kendi kendine yeterliliği içerdiği için başkasını küçük görme gibi bir algıyı kişide güçlendirir. Bu da ilişkinin mahiyetine dair bir kırılmayı beraberinde taşır. Dava ve ideal eksikliği bu kırılmayı derinleştirir ve ilişkiyi sorunlu hale getirir. Kişi, böylece sorunlu ilişkiden dolayı yalnızlığının hırçınlığını sürekli etrafını kırıp dökerek gösterir ve yalnızlığının negatif boyutu ile birlikte yaşamaya mecbur kalır.

Yalnızlık, paranın çokluğu ile kazandığı şımarıklığından dolayı muhabbetsiz kalmasıdır... İnsan, mal, mülk ve makam ile kibre daha yakın bir olgunun içinde kendini buluverir. Bu da başkaları ile ilişki kurarken üstenci bir bakışı imler. İlişki bu zeminde zaaf taşıyarak kendi benliği ile çatışmasının gücünü oluşturur. İnsan, kendi çatışmasının sesinden başka sesleri duymaz hale gelir. Bu sağırlık, muhataplarına nasıl davrandığını görmesine engel olur. Bu da sürekli etrafındaki insanların sadece çıkarlarını karşıladıkları sürece bir bağ kurmasına neden olur. Ve her etrafından eksilen kişi ile insan yalnızlık sarmalına bulanır ve daha güçlü bir şekilde çirkinleşmenin normalliğine kanaat getirerek yalnızlığını pekiştirecek eylemlere devam eder.

Yalnızlık, makam ve mevkii yüzünden kendisine sımsıcak bakacak bir çift göz bulamamaktır... İnsan, ancak kendisine yöneltilmiş sıcak bir bakışla ruhu ontik yalnızlığını bir nebze geride bırakır. Ama insan, belirli bir makam ve mevkie ulaştığında oranın aldatıcı sıcaklığı ve oraya ait bir sahte saygınlığa aldanarak geçici bir zevke erişir. Ancak sahte ve aldatıcılık hem sathi hem de kısa ömürlüdür. Gerçek kendisini dayatır ve kişi kendi yalnızlığı ile baş başa kalır. Bu seferde insan, makam ve mevkisini kullanarak bir muhabbet oluşturmaya çalışır. Ancak o şekilde sadece minnet duyacak, bu minnetinde iş ile sınırlı bir zemine haiz oluşu yüzünden yine doyumsuz bir ilgiyi bekler bulacaktır kendisini kişi… Yani doğru bir zemin olmadan sürekli bataklığa dönüştürecek bu makam ve mevkii kişiyi, dostluğa ve sıcak bir yüreğin atışına hasret bırakarak azgınlaşmasına neden olacaktır. İşte gerçek yalnızlık, azgınlığın azdığı zeminde neşvünema bulmasıdır.

Yalnızlık, kelimelerin Kalabalığından kavram sahibi olamamaktır... Kavram, bir idrakin kelimeye ruh üflemesidir. Kelimeler çok olsa da ruh kazandığında kavrama dönüşüp ortak bir idrakin temelini kurar. Yani kişi, ancak kendi dışına akacak bir algının, idrakin ve yönelişin anlam bularak kendi kelimelerini insanların ortak idrakine açık hale getirmesi ile yalnızlığının pozitif tarafını güçlendirir ve hem dava, hem idealine uygun ve hem de sahici ilişkiler sonucunda dostlara sahip olacaktır. Bu da öz güven üzerinden sahip olduklarını bir üstünlük vesilesi yapma yerine başka insanların ihtiyaçlarını gidermeye yönelik bir doğru ve güzellik olarak sunmasına yarayacaktır. Bu insan, yalnızlığı ontik bir zeminde yaşarken, ilişkilerde ise dostluğun sıcaklığında bu ontik yalnızlığını dinlendirmeyi sağlayacaktır.