Türkiye savunma sanayiinde son on yılda hızlı bir ilerleme kaydetti. Silah sanayi, füzeler, uydular; Deniz, Kara ve Hava kuvvetlerini tahkim eden heyecanlı bir hareketlilik mevcut.
Savunma sanayii, bir esnaf organizasyonu değil! ‘Ben şöyle bir silah geliştirdim bunu Kuzey Kore’ye, Çin’e, El Salvador’a satıp çok para kazanayım’ diyemez bir silah üreticisi.
Öncelikle bu silahı üretmesine devlet organizasyonunun müsaade etmesi gerekiyor. Devamında ise bu silahın kimler için üretileceğine, kimlerin bu ürünü satın alabileceğine devlet organizasyonu karar verir. ‘Mal benim istediğime satarım’ düşüncesi bu esnaf gurubu için geçerli değildir. Dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir silah üreticisi de bunu söyleyemez.
İnsani yardım organizasyonları, hayır kurumları, meslek örgütleri, dayanışma örgütleri, çıkar gurupları için de durum farklı değildir! Bu organizasyonlar devlet ve istihbarat örgütlerinin organizasyonu ile faaliyetlerini sürdürürler. Devletler hangi kriz bölgelerinde, hangi yardım organizasyonlarının gerçekleştirileceğine karar verirler. Yardım organizasyonları da bu kararlara uygun olarak faaliyetlerini sürdürürler.
Her ne kadar izin alınarak yardım organizasyonları gerçekleştirseler de zaman zaman izinli olmalarına rağmen ‘Giderken bana mı sordular?’ sendromu da sıklıkla yaşanabilir!
Sivil Toplum Örgütü (STK) dediğimiz ancak örneklerine Türkiye’de çoğunlukla rastlamadığımız organizasyonlar için de durum farklı değildir. Kimisi durumdan vazife çıkarmayı STK’cılık zannederken; kimisi politik organizasyonlarla dirsek temasının kariyer hesaplarının bir parçası olduğunu düşünür.
Çoğunlukla kişisel kariyer hesapları önceliklidir ancak; zaman zaman gurup menfaatlerinin öncelendiği hesaplar da ortaya çıkabilir. Devlet içerisinde kadrolaşma, ekipleşme, cemaatleşme gibi aksiyonlar da sıklıkla karşılaştığımız rahatsızlıklardandır.
Bunların dışında kerameti kendinden menkul kimilerinin, şöyle veya böyle kitleleri peşinden sürükleyebilen organizasyonların, sendika, meslek örgütü vb. çıkar eksenli organizasyonların yanaşıkdüzen çalışmaları da benzer rahatsızlıklar üretmeye devam ediyor.
Son on beş yılda Müslüman organizasyonların içine düştüğü zafiyet, artık telafi edilemez bir boyuta ulaştı! Bu zafiyetin bu saatten sonra sürdürülebilir olmadığı çok açık. Hatta zaafiyet olmaktan çıkmış, 7 Ekim’den itibaren bir hezimete dönüşmüş, metastaz bir organizasyonla nefes alıp verebilmek, ahlaklı bir hayatı sürdürebilmek imkân dahilinde görünmüyor.
![](https://www.haberdurus.com/resimler/2025-2/11/31354652110853.webp)
Gazze katliamının başladığı günden itibaren Müslüman organizasyonların içine düştüğü ikircikli durum son derece vahim! İzin verilen protesto gösterileriyle rahatlamaya çalışan, izin verilmeyen gösterilerle ilgili sesini çıkarmamayı tercih eden bir organizasyon yapısı yok olmaya mahkumdur. 1 Ocak’ta ancak icazetle sokağa çıkma iradesi gösterebilen insanların (ki, o gün sokağa çıkanlara hürmet ederek ama organize edenlerin ne yaptığını bilerek) da dile getirmeseler de durumdan hoşnut olduğunu sanmıyorum.
Milli İrade Platformu gibi arka bahçe organizasyonları tarafından rehin alınan Müslüman organizasyonlar, ideolojik sadakatlerine yenilerek bağımsızlıklarını yitirdiler. Sadece bu da değil! Müslüman organizasyonlar özellikle son on yılda ciddi bir itibar kaybetti. Sadece kamuoyundaki güvenilirlik değil, Müslümanlar kendi içlerinde de birbirlerine güvenlerini yitirdiler! Benim açımdan öyle en azından.
Otuz yıl boyunca bir organizasyonu yöneten ve büyük paralara hükmeden dernek ve vakıfların yöneticilerinin taşıdıkları etiketleri bugün hala liyakatle taşıyıp taşıyamadığını konuşamıyoruz. Bunun yerine susmayı ve arıza çıkarmamayı tercih ediyoruz.
Müslüman organizasyonların bugüne kadar yaptıkları hizmetler gerek insan hakları gerekse yardım organizasyonları ve dini eğitim ve kültürel faaliyetler büyük bir alkışı ve tebriği hak ediyor. Ancak; geçmişin çıkarımları sebebiyle gerçeklikle bağını yitirmiş organizasyonları savunmak zorunda kalmak, aman zarar vermeyelim diyerek yaşadığımız, gördüğümüz sorunları sümenaltı etmek İslam’a ve Müslümanlara büyük bir ihanettir.
Usulü dairesinde bugüne kadar yapılan hizmetlere teşekkür ederek yenilenmenin, eski kadroların tamamen tasfiye edilmesinin, yeni bir heyecan ve vizyonla yeni fırsatların önünü açmanın zamanı geldi de çoktan geçti!
Üstelik eğer bu yapılmazsa, Müslümanlar kendi organizasyonlarını yenileyemezlerse otorite tarafından teker teker köleleştirilerek yok edilecekler. Bir zamanlar liyakat iddiasında olan camia sadakatin kör kuyularında lime lime doğranacak.
Kişisel çıkar ve hırslarına yenik düşen eski model ‘İslamcılık’ kendisiyle birlikte otuz yıldır uyuşturduğu, sarhoş ettiği kitleyi daha vahimi Müslümanların geleceği yeni nesli kötürüm hale getirecek.
Slogan atmak için sokağa çıkabilen ama konuşma ve düşünme yeteneği olmayan duygusal, ırkçı (ulus ve mezhep temelli), İslam’la ilişkisi sadece kullanılabilirlik eksenli mongol bir kitle çevremize hakim olacak.
Mevcut STK yöneticilerinin taşıdıkları etiketleri terk edebilme ahlak ve iradesine sahip olmadıklarını, kendilerini, bulunmaz Hint kumaşı zannettiklerini, kendileri olmazsa bütün organizasyonun çökeceğini düşündüklerini biliyoruz. Teşbihte hata olmaz! İnsanlık tarihi boyunca bütün yanılmışlar, bütün yenilmişler böyle düşündüler.
O halde yönetici muhataplardan, koltuklarını asla terk etmeyeceklerini bildiğimiz insanlardan ayrılık erdemi beklemenin lüzumu yok! Eğer bir temizlik gerekiyorsa, bu temizliği içeriden temizlik talep edenler yapmalı. Korkarak, başım ağrımasın diyerek, bana ne canımcılıkla Müslümanların geleceğine ihanet etmek istemeyen herkese açık bir çağrıdır bu.
Burada bu satırları yazdıktan sonra STK yöneticilerini hizaya çekmek, onları tasviye etmek, yerlerine liyakatli, adil, ahlaklı isimler belirlemek; isimlerinden, bugüne kadar ne yaptıklarından bağımsız sürelerinin dolduğunu ve artık zarar verdiklerini yüksek sesle dile getirmek herkesin üzerine ağır bir yükümlülüktür!
Kaynak: Farklı Bakış