Mazlum’unki hukuk tarihine geçen Dreyfus Olayı’ndan çok daha vahim, çok daha korkunç, çok daha delirtici. Ama Mazlum bir Dreyfus değil, ismiyle müsemma, yoksul bir Kürt çocuğu.
Başlıktaki repliğin geçtiği film sahnesini bilen bilir. Aktaracağımız hikâye ise teşbih kaldıramayacak kadar korkunç. Hukuk tarihine geçmeyecek dava mı kaldı diyecekseniz ama Mazlum İ.’nin hikâyesinin detayları, bırakın Türkiye hukuk tarihini, Oscarlık filmlere konu olabilecek vahamette.
Lehinde çok sayıda somut delil olan, aleyhinde ise siyasi hesaplar dışında hukuki dayanak bulunmayan 14 yaşındaki bir çocuğun (Mazlum), 16 yaşındaki bir başka çocuğun (Yasin) katili olarak cezalandırılmasının detayları tek kelimeyle nefes daraltıcı.
7 Ekim 2014 gününün akşam saatleri, o sırada ülkenin pek çok bölgesine yayılan Kobani olayları Diyarbakır’ın Bağlar ilçesi Cengizler Caddesi üzerindeki Öz Turan 3 Apartmanı önünde korkunç bir lince dönüştü. Akşam saat 18’de başlayıp 21 sularında sonlanan olayda Ahmet Dakak, Yasin Börü, Hasan Gökguz ve Riyat Güneş katledilirken, Yusuf Er ise yaralandı.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yaptığı soruşturma kapsamında yakalanan S.Ç. isimli bir şüpheliye fotoğraflar üzerinden “teşhis” yaptırıldı. Otuzdan fazla kişinin olaya katıldığını söyleyen S.Ç, daha sonra değiştireceği ilk ifadesinde 14 yaşındaki Mazlum İ. isimli çocuğun da olaylarda yer aldığını iddia etti.
Bunun üzerine olaydan iki ay sonra evine yapılan baskınla gözaltına alınan Mazlum İ.’nin 8 Aralık 2014 tarihinde ifadesi alındı. Mazlum ilk ifadesinde geçimini müzisyenlik yaparak kazandığını, olay sırasında Diyarbakır-Kulp’a bağlı bir köy düğününde abisi ve babasıyla sahne aldığını söyledi ve aynı gün tutuklandı.
Fakat Mazlum İ.’nin olay sırasında Kulp’taki köyde olup olmadığına dair savcılık veya kolluk eliyle herhangi bir araştırma yapılmadı. Daha sonra elde edilen HTS kayıtları sayesinde Mazlum İ.’nin telefonunun olay esnasında Kulp ve Lice ilçelerinden verdiği sinyal bilgilerine ulaşıldı. Ayrıca lincin gerçekleştirildiği olay yerindeki görüntüler üzerine yapılan araştırmada da bilirkişi, Mazlum İ. için “muhtemel tanımlama” değerlendirmesi yaptı. Yani “kesin odur” demedi. Zaten tanıkların ve görüntülerin de ortaya koyduğu üzere saldırganlar maskeli.
Öte yandan Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi HTS kayıtlarını “cep telefonları kişiye mutlak surette bağlı eşya olmadığından” diyerek sanık lehine bu güçlü delili dikkate almadı. Keza söz konusu düğünde tanık olabilecek kişilere başvurmaya, olası görüntü kayıtlarını araştırtmaya gerek bile duyulmadı.
Mahkeme için “Mazlum’u önceden tanıdığı için beyanı güçlü delil olarak kabul edilen sanık S.Ç.’nin soruşturmadaki teşhisi” ve bilirkişinin kesinlik barındırmayan, olay yerindeki kişilerden birinin Mazlum İ. olduğuna dair “muhtemel tanımlama” raporu, bir çocuğu cezalandırmaya yeterliydi. Böylece Mazlum İ.’nin “Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, canavarca his sevkiyle ve eziyet çektirerek 4 kişiyi öldürme, 1 kişiye karşı öldürmeye teşebbüs ve örgüt propagandası yapma suçları nedeniyle neticeten 124 yıl hapisle” cezalandırılmasına karar verildi.
Avukatları ve savcılığın Mazlum için “beraat istemli” istinaf başvurusu ise Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi tarafından, herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin reddedildi.
Bunun üzerine avukatlar 10 Aralık 2018 tarihinde, Mazlum’un Kulp’a bağlı Demirli Köyü Keçiveren Mezrası’nda M.B’nin düğününde olduğuna dair görüntüleri, düğün davetiyesini, damat ve babasının yazılı beyanlarını bir dilekçe eşliğinde Yargıtay’a temyiz başvurusu olarak sundu.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Mazlum’un olay esnasında düğünde olduğuna dair bu güçlü delilleri dikkate bile almadı ve 3 Şubat 2020 tarihinde Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını, Yasin Börü cinayeti hariç, “3 öldürme, 1 öldürmeye teşebbüs, propaganda ve devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma” suçları üzerinden onadı.
Neyseki Yargıtay, Yasin Börü’yü öldürme suçu konusunda Mazlum hakkındaki kararı bozdu. Börü cinayeti hakkındaki bozma kararıyla birlikte dosya tekrar Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Avukatlar da haklı olarak, mealen, “Mazlum’un Börü cinayetinde olmadığının kabulü, aynı yerdeki diğer üç cinayete de iştirak etmediği anlamı taşıyor” diyerek savunma yaptı ve savcı da yeni delilleri dikkate alarak 28 Mayıs 2021 tarihili duruşmada dört sayfalık gerekçeli mütalaayla Mazlum’un beraatini talep etti!
Fakat arada her ne olduysa oldu ve aynı savcı 25 Haziran 2021 tarihinde, bir ay önceki mütalaasını değiştirerek Mazlum’un “tecziyesini”, yani cezalandırılmasını talep etti. Mahkeme ise diğer sanıkların cezalandırılmasına karar verirken Mazlum’un dosyasını ayırdı ve yargılanmanın yenilenmesi ile infazın durdurulması talebini oybirliğiyle kabul etti.
Bir ay önce Mazlum’un olay günü yüzlerce kilometre ötede olduğuna dair delilleri dikkate alan ve beraatini talep eden savcının 25 Haziran’da “değişen” mütalaası üzerine “sanığın olay gün ve saatlerinde olay yerinde olmadığına ilişkin düğün CD kaydının, temyiz aşamasında ileri sürüldüğü, dolayısıyla da bunun yargılamanın yenilenmesini gerektirecek yeni bir delil olmadığı” gerekçesiyle “yargılamanın yenilenmesi talebinin kabule değer bulunmasına ve Mazlum’un infazının durdurulmasına” ilişkin kararı mahkemece kaldırıldı.
Bunun meali şu: Mazlum olay sırasında başka bir yerde, bir düğünde olabilir ama bunun kanıtı bize geç geldiği için kararı değiştirmiyor, üstelik Mazlum’u hapiste tutmaya devam ediyoruz! Avukatlar tabii buna da itiraz ediyor ama mahkeme kararın kesin olduğuna hükmediyor. 5 Ağustos 2021 tarihinde de Mazlum’un avukatı Mahsuni Karaman, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapıyor.
Bu arada 29 Eylül 2021 tarihinde, Yasin Börü cinayetiyle ilgisi olmadığına dair karar üzerine ayrılmış dosyada Mazlum tekrar mahkum ediliyor. Yani bir ay önce Börü cinayetine dahil olmadığına karar verilen Mazlum, bir kez daha Börü cinayetinin faili olarak kabul ediliyor!
Bu arada Mazlum’un ismini veren S.Ç.’nin 10 Ekim 2015 tarihli duruşmadaki ifadesini de aktaralım: “Ben gözaltındayken mahalleden birkaç tanıdığım, arkadaşları bana gösterdiler. ‘Bunları mahalleden tanıyorum’ şeklinde söyledim. Ben bunların olaylara karıştığını söylemedim. Zaten görüntülere bakarsanız hepsinin yüzü kapalıdır. Sonra önüme kağıt getirdiler. Ben polisle ilk defa karşılaşıyordum. İfade vermeyi bilmiyordum. Gizli tanığın ne demek olduğunu da bilmiyordum. Bana kağıdı imzala dediler. Ben de imzaladım. İmzaladığım kağıtta yazan ifadeleri bilmiyordum. Polisler kafalarına göre düzenlemişlerdir. Ben savcılıkta bile bu ifadeleri doğrulamadım… Daha önce teşhiste bulunduğum kişilerden hiçbirini olay yerinde görmedim…”
Ee, elde ne kalıyor peki? Bilirkişinin raporundaki “muhtemel tanımlaması” dışında Mazlum aleyhinde tek bir delil yokken, lehine delil olarak olay esnasında 140 kilometre ötede olduğuna dair görüntüler, HTS kayıtları, tanık beyanları, hatta savcılığın beraat talebi bile var. Bilirkişi raporunda Mazlum için “muhtemel tanımlama” denirken, aynı tarihli düğün görüntülerindeki kişinin Mazlum olduğuna dair bilirkişi raporunda “kuvvetle tanımlama” deniyor. Üstelik her iki raporun altında da aynı bilirkişinin imzası var!
Ayrıca yapılan incelemede düğün görüntülerin beyan edilen tarihle örtüştüğü sonucuna da varılıyor. Mazlum ve babasını düğüne götüren taksi şoförünün, damadın, damadın babasının ve pek çok tanığın beyanları da cabası.
Dahası, iki sanık ve bir gizli tanığın beyanları dışında aleyhinde hiçbir delil bulunmadığı halde aynı dosyadan yargılanan A.A.Y.’nin olay esnasında hapiste olduğu, dolayısıyla teşhis tutanaklarının zaten hüküm vermek için yeterli olamayacağı ortaya çıkıyor.
Peki yukarıda hikâyesini okuduğunuz korkunç “yargılama” süreci boyunca, lehinde çok sayıda delil ortaya çıktığı halde “bana Mazlum’u getirin” deyip bir çocuğu kurban seçenlerin gayesi ne?
Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere 108 HDP’linin yargılandığı 6-8 Ekim Kobani davasında kamuoyuna yönelik iktidar propagandasının sembol ismi Börü’nün katillerden biri olarak yaftalanıp 7 yıldır hapiste tutulan Mazlum’un suçsuzluğunun kabul edilip beraat ettirilmesi, bu siyasi davayı da doğrudan etkileyecekti. Oysa Kobani davası, paralel süreçte işletilen HDP’yi kapatma davasının ana kaynaklarından biri olarak işlevselleştirilmek isteniyor.
Hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi’nin 22 Aralık 2020 tarihli kararındaki “HDP twitleri ile meydana gelen ölüm olayları arasında illiyet bağı olmadığı, yapılan çağrının barışçıl protesto çağrısı olduğu” yönündeki tespit ve kararına rağmen.
Hasılıkelam, savcılığın, mahkemenin 28 Mayıs 2021 tarihinde masumiyetini teslim ettiği, 28 gün sonra da tam tersi bir karara varıp mahkum ettiği 14 yaşındaki bir mazlum, iktidarın siyasi hedefleri için diri diri dört duvar arasına gömülüyor. 14 yaşındayken tutuklanan Mazlum, insan öldürme suçundan 7 yıldır hapiste tutulmaya devam ediliyor.
Mazlum’unki hukuk tarihine geçen Dreyfus Olayı’ndan çok daha vahim, çok daha korkunç, çok daha delirtici. Ama Mazlum bir Dreyfus değil, ismiyle müsemma, yoksul bir Kürt çocuğu. Dolayısıyla kimse sahip çıkmazsa belki de ömrünün sonuna kadar hapiste tutulacak. Örnekleri de yok değil. 1990’larda benzer yargılamalarla, işkence altında alınan ifadelerle müebbet hapis cezalarına çarptırılan, sahip çıkılmadığı için hâlâ hapiste tutulan sayısız insan var. Bizzat tanık olduğum bir örneği burada.
Yeri geldikçe kendi çağımızdaki Dreyfus Olayları’nı, mazlumları yazmaya devam edeceğiz…
Kaynak: Farklı Bakış