Adelina Sfishta; Seçimler ve ittifaklar

Erdoğan’ın uluslararası bir gerekçe ile seçimleri yaptırmayabileceğini iddia ediyor.

 Adelina Sfishta; Seçimler ve ittifaklar

 

Normal seçim takvimi işlerse, Haziran 2023 tarihinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri olacak Türkiye’de.

Siyasi analizler; seçimlerin erken olabileceği yönünde ağırlık kazanıyor. Bazı analistler de, Erdoğan’ın uluslararası bir gerekçe ile seçimleri yaptırmayabileceğini iddia ediyor.

Seçim ittifaklarının önünün açılmasından bu yana, Türkiye’deki siyasi partiler üç ana grupta kümelendi.

  • Birinci grup-milliyetçiler: Halen iktidardaki grup. AKP-MHP-BBP-VP’den oluşmakta ve “Cumhur İttifakı” olarak isimlendirilmekte. Söz konusu ittifakın bozulacağına dair henüz bir işaret yok.
  • İkinci grup-demokratlar: CHP-İYİ P-Saadet P-Demokrat P’den oluşmakta ve “Millet İttifakı” olarak isimlendirilmekte. Bazı rahatsızlıklar olmakla birlikte, ortadan kalktığına dair kurumsal bir tutum henüz deklare edilmedi.
  • Üçüncüsü ise-Kürt siyasi hareketi: HDP tek başına. Çoğunlukla kendi adaylarını tercih ediyor. Yerel seçimlerde, bazı yerlerde “Millet İttifakı” adaylarını destekledi.

Son aylarda siyasette iki önemli gelişme meydana geldi. Hepinizin yakından bildiği gibi, Ahmet Davutoğlu’nun liderliğinde Gelecek Partisi kuruldu. Ali Babacan’ın liderliğindeki parti ise, akşama sabaha resmi kuruluşunu yapacak. 

Bu gelişme; bir yandan güçlü partileri etkileyecek, diğer yandan seçim ittifaklarını.

Bu iki parti de; AKP’de başbakanlık, dışişleri bakanlığı, ekonomiden sorumlu bakanlık ve başbakan yardımcılığı yapmış olan iki güçlü kişi tarafından ve AKP eleştirilerek, oluşturuldu.

Her ikisi de geniş bir tabandan oy almak istiyor. Ancak AKP tabanını da oldukça etkileyecekler. Son günlerde yapılan anketlerde; AKP seçmeninin % 25’i yeni bir partiye ihtiyaç var diyor. Bu rakam AKP oylarının daha bu safhada bile % 10 oranında düşeceğini gösteriyor. Erdoğan’a güven endekslerinde (görev onayı) de buna paralel düşüşler var.

Son yerel seçimlerde muhalefetin büyük şehirlerde elde ettiği başarı ve özellikle de tekrarlanan İstanbul seçiminde ortaya çıkan ezici muhalefet zaferi, seçmen dengesini “Millet İttifakı” lehine çevirdi. Büyük şehirler “gelecek projeksiyonu” açısından oldukça önemli gösterge. 

Şimdi değerlendirilmesi gereken; AKP’den kopan iki siyasi hareketin nasıl konumlanacağı ve buna da bağlı olarak, seçim ittifakları konusu.

Erdoğan, seçim yasalarında herhangi bir değişikliğe gitmezse, gelecek seçimlere ve seçim gruplanmalarına ilişkin benim analizim şöyle:

1. Türkiye demokratikleşme yerine giderek daha da sıkılaştırılan, güvenlikçi bir yönetim anlayışına doğru ilerliyor. Bunun devam edeceğini düşünenlerdenim. Bazı işaretler bunu gösteriyor.

  • Erdoğan’ın yönetim konusunda yaptıklarına, ileriye dönük hazırlıklarına dikkatlice baktığımda, giderek “otokratlaşan bir yönetim biçimine” doğru ilerlendiğini düşünüyorum. Sıradan demokrasilerin temel özelliği olan; yasama-yürütme-yargı denilen, üç önemli yönetim enstrümanının, birbirinden bağımsız olması şartı ve dengeleme-denetleme şartı, neredeyse tamamen, direkt veya endirekt yapılandırma teknikleri kullanılarak, ortadan kaldırılmış ve hepsi için “tek karar verici sistemi” oluşturulmuş,
  • Aynı zamanda parti başkanı da olan tek karar verici; yönetimin üç enstrümanını da “parti tercihleri ile” şekillendirmiş, böylece “devlet denen” ve her vatandaşa eşit mesafede bulunması-davranması gereken “güç”, “tarafgir” hale gelmiş,
  • Türkiye toplumu; kendisini yöneten ve yine sıradan demokrasilerin en basit kurallarından olan hesap vermek, şeffaflık, yasaların üstünlüğü gibi ilkelerin neredeyse hiç uygulanmadığı, soru soranlara “hain” denildiği, söz söyleme, hak arama, beğenmediği uygulamaları eleştirebilme-protesto edebilme gibi, sıradan vatandaş haklarının bile uygulanamadığı, bir toplum haline gelmiş,
  • Ayrıca, devlet yönetiminde, aşırı güvenlikçi bir yapının oluşturulduğu görülüyor. Polis-Jandarma ve ilaveten “yetkili bekçiler” giderek artmakta ve partileşmekte. Erdoğan’ın; “artık şehirlerimizin güvenliğini sadece kolluk güçleriyle sağlayacak değiliz” açıklaması, Rusya ile yapılan işbirlikleri neticesinde, Rusya Ulusal Muhafızlar Birliği (Rosgvardiya) tarzı özel güvenlik birimlerinin kurulup kurulmadığı konusu, SADAT’ın rolünün açık olmaması gibi meseleler, çok ciddi işaretler,
  • Sosyal medyada vatandaşların birbirlerine; “silahlandık, bekliyoruz, gelin” gibi tehditlerde bulunması ise insanı ülkesi ve toplumu adına daha da endişelendiriyor.

2. Türkiye; 70 yıldır mensubu olduğu uluslararası kuruluşlardan giderek kopuyor. AB-ABD-NATO gibi batılı demokrasilerle işbirliği alanından, Rusya-Çin-Macaristan-İran gibi demokrasiyi “önemsemeyen ülkeler” grubuna doğru evriliyor. Uluslararası analizler, Türkiye’nin “Avrasyacı Bloka” geçebileceğini, tercih edebileceği bir seçenek olarak görüyor.

3. Suriye, Libya gibi bazı kriz alanlarında; diplomasi ile sorunların çözümü seçenekleri yerine, silahlı güç kullanılması tercih ediliyor.

4. BM’ler gibi uluslararası kuruluşlarca ve ayrıca ABD-Rusya-AB gibi önemli güçlerce “cihatçı terörist” olarak tanımlanmış bazı örgütlerin, “Proxy güç” olarak, Türkiye tarafından Suriye ve Libya gibi savaş ve kriz alanlarında cepheye sürülüyor eleştirisi alması, Türkiye’yi uluslararası alanda farklı bir yere koyuyor.

Yukarıda belirttiğim bu dört kategorideki gelişmeler, Erdoğan’ın; sıradan demokrasilerin dahi olmazsa olmazını, yani halkoyuna müracaat etme gerekliliğini, “öteleyebileceği” kanaatinin uyanmasına neden oluyor.

Bu elbette “kötümser” bir analiz olabilir. Ama işaretler, geride kalan ayak izleri, gidilecek istikameti gösteriyor bence. Moralinizi bozmayayım ama ben böyle bir endişeye sahibim. İstanbul tekrar seçimleri bu alanda bir denemeydi. Seçimin bir şehirle sınırlı olması, uluslararası tepkileri de sınırlı tuttu. Seçimin gerekçesiz ötelenmesi, uluslararası ilişkilerde altından kalkılabilecek bir durum değildir. Demokrasi biter, diktatoryal rejime dönüşürsünüz.

Varsayalım seçimler zamanında yapılacak. Bu durumda, yeni partileri de dikkate aldığımızda, yeni ittifaklar nasıl şekillenebilir? Bununla yazımızı noktalayalım.

Erdoğan’ın ülkenin yönetimine ilişkin vizyonunda herhangi bir değişim görülmüyor. O halde, Erdoğan’ın vizyonuna destek veren partilerle yoluna devam edeceğini varsayabiliriz. Öncelikle cevaplanması gereken; yeni kurulan iki partinin Erdoğan’la işbirliği yapıp yapmayacağı ve İYİ P’nin Erdoğan’ı destekleyip desteklemeyeceği meselesi.

İYİ P ile ilgili geçmişte böyle bir yakınlaşma ihtimalinden bahsedilmiş olmakla birlikte, Erdoğan’ın AKP’sinin oy oranının % 34’lere düşmüş olmasını ve giderek erimesini, İYİ P’nin dikkate alacağını ve daha efektif ortaklıklar keşfedeceğini düşünüyorum. İYİ P için, Erdoğan’la işbirliği defteri kanaatimce kapandı.

Davutoğlu ve Babacan’ın partilerinin de; iktidara talip olmak vizyonu yerine, viraneye dönmüş evi tamir için yardıma giden “yamaklığa” razı olacağını zannetmiyorum.

Bu nedenle Erdoğan, eski arkadaşları ile ve eski söylemi ile yoluna devam edecektir. Ekonomide halkın dikkate alabileceği ölçüde bir düzelme gerçekleştirebilirse ne ala.

Gelelim muhalefet cephesine. Muhalefet neler yapabilir?

  • Birinci alternatif (Benim önerim bu): “Parlamenter demokrasiden” yana bütün partilerin kimliklerini koruyarak, oluşturabilecekleri bir seçim ittifakı ile seçime girmeleri. Demokrat-Özgür-Geleceğine Güvenle Bakan-Zengin-Huzurlu-Birbirine Saygılı bir Türkiye vizyonu ile. Bu; kazanma ümidini maksimize eder, toplumun değişik katmanlarının buluşması ile seçim sinerjisini en yüksek seviyeye çıkarır. Ancak, partilerdeki HDP “alerjisi veya korkusu” süratle aşılmalıdır. Benim kanaatim; hem Kürtlerin, hem HDP’nin “Kürt meselesinde” başka bir siyasete ihtiyaç olduğuna ikna oldukları yönünde. Bu alternatif sadece iktidarı elde etmez, devletin ve milletin tam olarak “bekasını sağlar”, memleketi bölünmekten kurtarır. Yaraları iyileştirir, Çanakkale-İstiklal Savaşı ruhunu yeniden canlandırır. HDP ve Kürtler ülke ile yeniden bütünleşir. HDP üzerinden oluşturulacak baskıya vizyonel bir cevap hazırlanmalıdır.
  • İkinci alternatif: “Ali Babacan Hareketi-İYİ P- Demokrat P” bir grup, “Gelecek P-Saadet P” bir grup, CHP tek başına, HDP tek başına seçime girmeleri. Bu alternatif; siyasi partileri HDP üzerinden oluşturulacak baskıdan kurtarır. Özellikle; İYİ P içindeki ve CHP içindeki daha milliyetçi-ulusalcı kesimlerin, HDP konusundaki rezervleri tartışma dışına atılmış olur. İYİ P ile MHP’nin bu mesele üzerinden birbirleri ile tartışmalarının anlamı kalmaz, yaşlı Bahçeli yerine bir kısım milliyetçilerin Akşener’e kayması kolaylaşır. CHP’de ise, özellikle ulusalcı kanadın, partiyi bölmek için aradıkları en güçlü gerekçe “HDP ile ittifak yapılıyor” oluşmaz, CHP’yi böleceklerse de “geçerli” bir sebebe dayanmayan bölünme, şahsi menfaat olarak değerlendirilir ve CHP’den % 1’den fazla oy kaybı olmaz. Burada en önemli risk, oldukça yıpratılan ve genel başkanı Demirtaş’ın hapiste olması ile zayıflatılan HDP’nin % 10 barajını geçip geçemeyeceği meselesidir. HDP’nin seçimlere girmemesi bu alternatifte başarının da anahtarı olabilir. Zayıflatılmış HDP’nin tek başına girmek yerine, vereceği adayların katılması formülünü kolaylaştırır. Söz gelimi Kürt adaylar; Güney Doğu’da Saadet-Gelecek ittifakından, batıda ise CHP’den aday gösterilebilirler. Bu Saadet-Gelecek ittifakının baraj problemini de ortadan kaldırır. CHP-HDP ikili ittifakı asla kurmamalıdır. 

Türk toplumunun bütün renklerini kucaklayarak, vatanın selametini tam garantiye almayı, toplumun bölünmesinin önüne geçmeyi arzu ediyorsak, HDP’nin “büyük Türkiye ittifakının” içine dahil edilmesi gerekir. CHP-HDP kombinasyonu uygun olmaz. CHP’yi bölmek isteyenlerin eline çok güçlü bir gerekçe sunulmuş ve CHP’den ayrılacakların kalanları “terörist” suçlamasının muhatabı haline getirir ve partiden en az % 8-9 puan oy götürür. Erdoğan’ın eksilen oyları da böylece tamamlanır. CHP tek başına bu yükü kaldıramaz. Zira ortada; kirletilmiş, ilişki kurulamaz hale getirilmiş, konuşulamaz hale gelinmiş bir ortam var. Bu ortamda Kılıçdaroğlu’ndan bu yükün altına tek başına girmesi beklenmemeli, zaten netice de alınamaz. CHP çöker. Erdoğan da iktidarına devam etme şansı bulur. 

Birinci alternatifte, bütün partiler bu yükü (HDP’yi normalleştirme yükü) yüklenecekleri için, kirletilmiş alan kolaylıkla aşılır. HDP normal zemine çekilir, ülkenin ve toplumun “bekası” sağlanır. Kazanç sadece demokrasi olmaz, ülkenin geleceği de kazanılmış olur. Bu nedenle de hayati derecede önemlidir.

Bu alternatifle; hem Türkiye içinde Kürtlerin olması gereken noktaya, demokrasi yoluyla çekilmesi sağlanmış, Kürt meselesi tehdit oluşturma riskinden uzaklaştırılmış, hem de Türkiye dışındaki Kürt toplumları ile de, gelecek perspektifli, anlamlı ilişkilerin kurulması kapısı açılmış olur. Bu, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini demokrasi bloku içinde güçlendirir ve Türkiye’nin bölgesel gücünü maksimize eder, Türkiye’nin bölge barışına daha güçlü katkı sağlamasına imkan verir.

Bunlar benim düşüncelerim.

Gelecek seçim, sıradan bir seçim olmayacak. Türkiye’nin geleceği oylanacak aslında. Türkiye’nin gerçek anlamda “bekası” için bir tercih yapılacak. Ve ayrıca Türkiye’nin bölgesinde yeniden güçlenmesinin ve etkili bir aktör haline gelmesinin de başlangıcına gelinmiş olacak.

Türkiye’nin önündeki bütün kilitler açılacak.