Tarih: 03.02.2020 07:13

 Adelina Sfishta; Seçimler ve ittifaklar

Facebook Twitter Linked-in

 

Normal seçim takvimi işlerse, Haziran 2023 tarihinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri olacak Türkiye’de.

Siyasi analizler; seçimlerin erken olabileceği yönünde ağırlık kazanıyor. Bazı analistler de, Erdoğan’ın uluslararası bir gerekçe ile seçimleri yaptırmayabileceğini iddia ediyor.

Seçim ittifaklarının önünün açılmasından bu yana, Türkiye’deki siyasi partiler üç ana grupta kümelendi.

Son aylarda siyasette iki önemli gelişme meydana geldi. Hepinizin yakından bildiği gibi, Ahmet Davutoğlu’nun liderliğinde Gelecek Partisi kuruldu. Ali Babacan’ın liderliğindeki parti ise, akşama sabaha resmi kuruluşunu yapacak. 

Bu gelişme; bir yandan güçlü partileri etkileyecek, diğer yandan seçim ittifaklarını.

Bu iki parti de; AKP’de başbakanlık, dışişleri bakanlığı, ekonomiden sorumlu bakanlık ve başbakan yardımcılığı yapmış olan iki güçlü kişi tarafından ve AKP eleştirilerek, oluşturuldu.

Her ikisi de geniş bir tabandan oy almak istiyor. Ancak AKP tabanını da oldukça etkileyecekler. Son günlerde yapılan anketlerde; AKP seçmeninin % 25’i yeni bir partiye ihtiyaç var diyor. Bu rakam AKP oylarının daha bu safhada bile % 10 oranında düşeceğini gösteriyor. Erdoğan’a güven endekslerinde (görev onayı) de buna paralel düşüşler var.

Son yerel seçimlerde muhalefetin büyük şehirlerde elde ettiği başarı ve özellikle de tekrarlanan İstanbul seçiminde ortaya çıkan ezici muhalefet zaferi, seçmen dengesini “Millet İttifakı” lehine çevirdi. Büyük şehirler “gelecek projeksiyonu” açısından oldukça önemli gösterge. 

Şimdi değerlendirilmesi gereken; AKP’den kopan iki siyasi hareketin nasıl konumlanacağı ve buna da bağlı olarak, seçim ittifakları konusu.

Erdoğan, seçim yasalarında herhangi bir değişikliğe gitmezse, gelecek seçimlere ve seçim gruplanmalarına ilişkin benim analizim şöyle:

1. Türkiye demokratikleşme yerine giderek daha da sıkılaştırılan, güvenlikçi bir yönetim anlayışına doğru ilerliyor. Bunun devam edeceğini düşünenlerdenim. Bazı işaretler bunu gösteriyor.

2. Türkiye; 70 yıldır mensubu olduğu uluslararası kuruluşlardan giderek kopuyor. AB-ABD-NATO gibi batılı demokrasilerle işbirliği alanından, Rusya-Çin-Macaristan-İran gibi demokrasiyi “önemsemeyen ülkeler” grubuna doğru evriliyor. Uluslararası analizler, Türkiye’nin “Avrasyacı Bloka” geçebileceğini, tercih edebileceği bir seçenek olarak görüyor.

3. Suriye, Libya gibi bazı kriz alanlarında; diplomasi ile sorunların çözümü seçenekleri yerine, silahlı güç kullanılması tercih ediliyor.

4. BM’ler gibi uluslararası kuruluşlarca ve ayrıca ABD-Rusya-AB gibi önemli güçlerce “cihatçı terörist” olarak tanımlanmış bazı örgütlerin, “Proxy güç” olarak, Türkiye tarafından Suriye ve Libya gibi savaş ve kriz alanlarında cepheye sürülüyor eleştirisi alması, Türkiye’yi uluslararası alanda farklı bir yere koyuyor.

Yukarıda belirttiğim bu dört kategorideki gelişmeler, Erdoğan’ın; sıradan demokrasilerin dahi olmazsa olmazını, yani halkoyuna müracaat etme gerekliliğini, “öteleyebileceği” kanaatinin uyanmasına neden oluyor.

Bu elbette “kötümser” bir analiz olabilir. Ama işaretler, geride kalan ayak izleri, gidilecek istikameti gösteriyor bence. Moralinizi bozmayayım ama ben böyle bir endişeye sahibim. İstanbul tekrar seçimleri bu alanda bir denemeydi. Seçimin bir şehirle sınırlı olması, uluslararası tepkileri de sınırlı tuttu. Seçimin gerekçesiz ötelenmesi, uluslararası ilişkilerde altından kalkılabilecek bir durum değildir. Demokrasi biter, diktatoryal rejime dönüşürsünüz.

Varsayalım seçimler zamanında yapılacak. Bu durumda, yeni partileri de dikkate aldığımızda, yeni ittifaklar nasıl şekillenebilir? Bununla yazımızı noktalayalım.

Erdoğan’ın ülkenin yönetimine ilişkin vizyonunda herhangi bir değişim görülmüyor. O halde, Erdoğan’ın vizyonuna destek veren partilerle yoluna devam edeceğini varsayabiliriz. Öncelikle cevaplanması gereken; yeni kurulan iki partinin Erdoğan’la işbirliği yapıp yapmayacağı ve İYİ P’nin Erdoğan’ı destekleyip desteklemeyeceği meselesi.

İYİ P ile ilgili geçmişte böyle bir yakınlaşma ihtimalinden bahsedilmiş olmakla birlikte, Erdoğan’ın AKP’sinin oy oranının % 34’lere düşmüş olmasını ve giderek erimesini, İYİ P’nin dikkate alacağını ve daha efektif ortaklıklar keşfedeceğini düşünüyorum. İYİ P için, Erdoğan’la işbirliği defteri kanaatimce kapandı.

Davutoğlu ve Babacan’ın partilerinin de; iktidara talip olmak vizyonu yerine, viraneye dönmüş evi tamir için yardıma giden “yamaklığa” razı olacağını zannetmiyorum.

Bu nedenle Erdoğan, eski arkadaşları ile ve eski söylemi ile yoluna devam edecektir. Ekonomide halkın dikkate alabileceği ölçüde bir düzelme gerçekleştirebilirse ne ala.

Gelelim muhalefet cephesine. Muhalefet neler yapabilir?

Türk toplumunun bütün renklerini kucaklayarak, vatanın selametini tam garantiye almayı, toplumun bölünmesinin önüne geçmeyi arzu ediyorsak, HDP’nin “büyük Türkiye ittifakının” içine dahil edilmesi gerekir. CHP-HDP kombinasyonu uygun olmaz. CHP’yi bölmek isteyenlerin eline çok güçlü bir gerekçe sunulmuş ve CHP’den ayrılacakların kalanları “terörist” suçlamasının muhatabı haline getirir ve partiden en az % 8-9 puan oy götürür. Erdoğan’ın eksilen oyları da böylece tamamlanır. CHP tek başına bu yükü kaldıramaz. Zira ortada; kirletilmiş, ilişki kurulamaz hale getirilmiş, konuşulamaz hale gelinmiş bir ortam var. Bu ortamda Kılıçdaroğlu’ndan bu yükün altına tek başına girmesi beklenmemeli, zaten netice de alınamaz. CHP çöker. Erdoğan da iktidarına devam etme şansı bulur. 

Birinci alternatifte, bütün partiler bu yükü (HDP’yi normalleştirme yükü) yüklenecekleri için, kirletilmiş alan kolaylıkla aşılır. HDP normal zemine çekilir, ülkenin ve toplumun “bekası” sağlanır. Kazanç sadece demokrasi olmaz, ülkenin geleceği de kazanılmış olur. Bu nedenle de hayati derecede önemlidir.

Bu alternatifle; hem Türkiye içinde Kürtlerin olması gereken noktaya, demokrasi yoluyla çekilmesi sağlanmış, Kürt meselesi tehdit oluşturma riskinden uzaklaştırılmış, hem de Türkiye dışındaki Kürt toplumları ile de, gelecek perspektifli, anlamlı ilişkilerin kurulması kapısı açılmış olur. Bu, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini demokrasi bloku içinde güçlendirir ve Türkiye’nin bölgesel gücünü maksimize eder, Türkiye’nin bölge barışına daha güçlü katkı sağlamasına imkan verir.

Bunlar benim düşüncelerim.

Gelecek seçim, sıradan bir seçim olmayacak. Türkiye’nin geleceği oylanacak aslında. Türkiye’nin gerçek anlamda “bekası” için bir tercih yapılacak. Ve ayrıca Türkiye’nin bölgesinde yeniden güçlenmesinin ve etkili bir aktör haline gelmesinin de başlangıcına gelinmiş olacak.

Türkiye’nin önündeki bütün kilitler açılacak. 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —