Türkiye siyasetinde kullanılan birkaç sloganı gelin birlikte hatırlayalım.
“Beka”, “milli menfaat”, “milli mesele”, “yerli milli”, “hain”, “vatan haini”, “terörist” vb. ne kadar çok kullanıldı değil mi?
Bu söylemlerin tek bir hedefi var; söylenenlere itaat etmeyenleri, itiraz edenleri, farklı şeyler söyleyenleri, “hainlikle suçlayabilmek”, “sindirebilmek”, “pasifize edebilmek”.
Koskoca bakanın dediğine bakar mısınız? “Libya ile yapılan anlaşmaya karşı çıkanlar haindir”. Hoppalaaa.
Bir dakika. “Ben dış politikanızı yanlış buluyorum” diyemeyecek miyim? “Ben farklı düşünüyorum” diyemeyecek miyim? “Bana göre şöyle olmalı” diyemeyecek miyim?
Eğer bu sorularıma cevabınız “evet” ise, rejimin adını değiştiriyorsunuz demektir.
Öyle bir iklim var ki Türkiye’de, “söz söylemeye”, “yazı yazmaya”, “eleştirmeye” yürek ister.
Ama bu sağlıklı bir yol değil. Hem devlet için, hem de toplum. Baskı altında toplum gelişemez. Farklı düşünceleri var diye insanlar ötekileştirilmemeli.
Düşünmeyen, analiz etmeyen, sözünü söyleyemeyen, eleştiremeyen, itiraz edemeyen bir toplum olabilir mi? Böyle bir ortamda devlet kendini “güvende” addedebilir mi? Böyle bireylerden ilim irfan bekleyebilir misiniz? Ya da bilimsel çalışmalar olur mu zannediyorsunuz?
Dahasını söyleyelim. Ekonomik kalkınma olur mu? Uzun ömürlü yönetimler olabilir mi?
Toplumu parçalamaz, bölmez miyiz?
Ezik, sindirilmiş, içine kapatılmış, kendine güveni olmayan, inanmadan itaat eden, pısırık, güvensiz, rekabet edemeyen, dünyada değeri olmayan “köle toplum” yaratmış olmaz mısınız?
Mesela; bir savaş zamanı, ciddi bir ekonomik kriz zamanı, büyük felaketler zamanı, bu ayrıştırdığınız, böldüğünüz toplum, o yönetimlerin arkasında durur mu zannediyorsunuz?
Bu lekeleyici anlayış; sadece bireylerin sindirilmesi için değil, siyasi partilerin de sindirilmesi için uygulanıyor, maalesef.
Bu “şeytanlaştırıcı” suçlama nedeniyle, muhalefet konumundaki partiler; anayasa dahi çiğnense sesini çıkaramıyor, kanunsuz işler yapılsa eleştiremiyor, savaşa karşı olsa dahi destekliyormuş izlenimi veriyor, açlık sınırının altında inleyen toplumsal kesimlerin haklarını savunamıyor, kitlevi işten atılmalara ses çıkaramıyor, işkencelere gıkını çıkaramıyor, zamları protesto edemiyor, Libya politikasını eleştiremiyor, vb.
Neden korkuyor? Ya “vatan haini derlerse” diye siniyor ve sesini çıkartamıyor.
“Hain” suçlaması sadece siyasetin içindekilerin birbirlerine söylediği söz olarak kalmıyor. Çarşıda pazarda, otobüste, yani sokakta, eğer hükümetin dış politikasını eleştirirseniz, birileri hemen üzerinize atılıyor, “vatan haini, hain” suçlamalarını makinalı tüfek gibi saydırıyor.
Anlayacağınız, eleştiren herkes “vatan haini”, “devlet düşmanı” damgasını yiyor.
Eh, toplumda da “kutsal devlet”, “devlet demişse vardır bir bildiği” gibi kavramlar içselleştirilmiş ve dokunulmazlık kazanmışsa, işiniz hayli zor.
Ya susacaksınız, ya da “vatan hainliğini, devlet düşmanlığını göze alıp” fikirlerinizi söyleyeceksiniz, eleştirilerinizi yapacaksınız.
Fikirlerini söyleyenler, eleştirenler gerçekten “hain” mi? Nasıl anlayabiliriz acaba?
Birkaç tutamak sıralayayım belki bunlardan kestirebiliriz bu “hainleri”:
Siz bakmayın; Kılıçdaroğlu, Babacan, Karamollaoğlu, Akşener, Davutoğlu, Gül vb.nin öyle masum-uslu durduklarına. “Devlet” neler biliyor, ne “belgeler” var, sizin haberiniz yok. Hainlikle suçlandıklarına göre, “devletin vardır bir bildiği” mi diyelim?
Komik değil mi?
Ama ben “hain” olduklarına inanıyorum. “Hain” diye suçlanan insanlar gerçekte ne yapmıyor? Anayasanın kendilerine tanıdığı “ifade özgürlüğünü” kullanmıyor. Ve “susarak” suç işliyor. Onlar susarak “hain” damgası yemekten sakındıklarını zannediyorlar.
“Hainler”: T.C. Anayasası’nın 26’ıncı maddesinde belirtilen; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar” hükmüne riayet etmeyerek, tüm topluma karşı mesuliyetlerini kullanmıyor ve gelecek nesillerin daha demokratik ve özgür bir ortamda yetişmelerinin önünü tıkayarak, topluma karşı “hainlik” ediyor.
Özgür bireyler yetiştirmeyerek, ülkenin kalkınmasına mani oluyor, ilimde-fende Türkiye’nin geri kalmış bir ülke olmasına neden oluyorlar.
Eğer, birine “hain” diyeceksek; “topluma ve gelecek nesillere karşı sorumluluklarını yerine getirmeyen”, “kendi rahatı peşinde koşan”, “adam yerine konulmamayı içselleştirmiş olan”, “mazlumun derdine sırtını dönen”, “haksızlıkları görmezden gelen”, “kendine dokununcaya kadar adaletsizlikleri umursamayan”, “demokrasiyi insan onuruyla eşdeğer göremeyen”, “komşusu zulüm görürken rahat rahat uyuyan-eğlenen-kahkaha atan”, “geçim derdi ile intihar eden insanları görmeyen”, “insan olmayı dizi seyretmek sanan”, “susan-susan-susan” bireyler ve toplumlar için kullanmalıyız bu “yakışıksız” kelimeleri.
Ama bizler insanız. Sorumluluklarımız var. En büyük sorumluluğumuz çocuklarımız, gelecek nesiller ve güzel ülkelerimiz. Özellikle ezilen, horlanan, adaletsizliğe maruz bırakılan insanlara karşı mesuliyetimiz var.
Ama bizler insanız. Vicdanımız ve merhametimiz var. Diğer insanların haksız yere yaşadıkları bizleri de üzmeli. Zulüm görenlerin yanında olmalıyız.
Ama biz insanız. Fikirlerimiz var. Ülkemizin nasıl yönetileceği konusunda “suskun” kalmamalıyız. Park nereye yapılacaktan tutun, Libya’da savaşa girilsinmiye, Kanal İstanbul yapılsınmıya, asgari ücret ne kadar olsuna, elektrik zamlarına, her şeye, her şeye dair fikirlerimiz var. Ve biz bu fikirlerimizi söylemeliyiz.
Herkes çok konuştu. Artık konuşma sırası “hainlerde” bence.
Belki, böylece her şey daha güzel olur.
Ne dersiniz? Ya da belki de hiçbir şey demez “susarsınız”.