Sarıkamış “nereden çıktı” diye merak ediyorsunuz, muhtemelen. Bu Arnavut kızı savaşlara niye merak saldı acaba? Yoksa savaş mı çıkacak?
Savaşı çıkaracak sizsiniz farkında değil misiniz?
Arnavutları bilirsiniz. Osmanlının can yoldaşı. Son ana kadar “sözüne sadık kalmış millet”. Balkanlarda ilk önce bizimle tanışmışsınız, en son da bize elveda demişsiniz.
500 yıl bize “Türk demişler” ve öldürmüşler, 500 yıl “Türk olmuşuz” ve sizin adınıza ölmüşüz.
Kadir kıymet de bilmezsiniz ama neyse. Zor günlerdeyiz bir de ben “çıngar” çıkarmayayım.
Sarıkamış, barış gücündeki Türkiyeli komutanlar, Çanakkale, Kurtuluş savaşı, Sarıkamış gibi savaşları anlatırlardı, buralardaki meraklılarına. Ben de öyle öğrendim, kenarından köşesinden.
Zor zamanların, zor savaşları. Onlardan birinden bahsedeceğim, Sarıkamış.
1877-1878 Osmanlı Rus savaşı yeni bitmiş, Kafkaslarda ve Balkanlarda artık “Rus” Osmanlıya komşu olmuş. Hani çok sevdiğiniz, yere göğe sığdıramadığınız Putin var ya, onun büyük büyük dedeleri Osmanlıya en ağır darbeyi vurmuş. İki cephede Osmanlıyı çökertmiş.
Bu savaştan sonra Sarıkamış Rusların elinde. Ruslar bölgeye yerleşmiş, okul açmış, tren yolları yapmış, yani bayağı kalıcı durumda.
Birinci Dünya savaşı başlıyor, Ruslar Avrupa cephesinde Almanya ve Avusturya-Macaristan’la savaşta, Kafkas cephesinde-Sarıkamış bölgesinde, ateşkesi bozmak niyetinde değil.
Osmanlı Ordular komutanı “gözü kara” Enver paşa, iktidar ise “milliyetçi” İttihat Terakki.
Enver Paşa savaş istiyor, fetihler istiyor. Ama yokluk diz boyu. Kafkas cephesinde 3‘üncü ordu savaşa hazır değil. 190.000 insan, 60.000 hayvan mevcut. Yiyecek en az mermi kadar önemli. Kurmayların hesabına göre; 88 milyon kilo yiyecek gerekli, altı aylık bir harekatın sürdürülebilmesi için. Eldeki 1,2 milyon kilo. Hesap bu ya, Rusları yenerlerse onların yiyecek depolarından gerisi tamamlanacak. Aylardan Aralık, yani Sarıkamış’ta metrelerce kar ve dondurucu kış rüzgarları. Askerin kışlık giyecek elbisesi çok sınırlı. Bazı birlikler hala yazlık kıyafetlerle.
3’üncü Ordunun tecrübeli komutanları, savaşın bir çılgınlık olacağının farkındadır ve Enver paşanın savaş isteğine karşı çıkarlar. Ama Enver kararlıdır.
İbretlik bir hadiseyi de analım. Enver Paşa genç bir subayı 3 üncü Ordu bölgesine durumu incelemeye göndermişti. Yarbay Hafız Hakkı Bey.
Hafız Hakkı Bey Sarıkamış cephesini ve ordunun durumunu inceler. Enver paşaya rapor sunar. Rapor aşağıdaki ibretlik cümlelerle son bulmaktadır.
“Dağlar üzerinde yolları keşfettim, bir kısmını kendim de gördüm, bu mevsimde bu yollarda harekatın mümkün olduğuna kani oldum. Buradaki ordu ve kolordu komutanları, kafi derecede azim ve cesaret sahibi olmadıklarından, bu harekata samimi olarak taraftar olmuyorlar. Bu harekatın icrası, rütbem tahsis olunarak bana tevdi edilirse, ben bu işi deruhte ederim.”
Enver; tecrübeli ve yıllardır bu bölgede görev yapan komutanlara değil, bu yeni yetme yarbaya inanır. Çünkü o onun adamıdır. Bütün komutanları görevden alır, yerine tecrübesiz ama ona itaat eden gençleri koyar.
Sarıkamış savaşının kaderi aslında bu “atamalarla” belli olmuştur. Enver’in görevden aldığı ordu komutanı Hasan İzzet paşa, Enver’in kurmay akademisinden hocası, komutanıdır hem de.
Sarıkamış’ın meşhur “Allahu Ekber dağları” ve o gece, “Allahu Ekber gecesi” unutulacak gibi değil. Komutan Hasan Yüzbaşı, durmadan bağırıyordu askerlerine. “Ahmet evladım, durma yürü. Durursan uyursun, uyursan ölürsün.” Ama askeri yürütmek neredeyse imkansızdı. Kar, tipi, şiddetli soğuk, barınacak hiçbir yer yok ve 3000 metre yükseklik.
Lütfen en yukarıdaki haritaya tekrar bakın. 3 kolordu taarruz ediyor. Biri cepheden saldırıp Rusları tutuyor, biri kısa kuşatma ile Sarıkamış’a girecek, diğeri ise Allahu Ekber dağlarını geniş kuşatma ile aşacak ve Rusları tam geriden çevirecek.
Geniş kuşatmayı yapacak 10‘uncu kolordu. 3100 metre yüksekliğinde dağları aşması gerekiyor. 4 günlük erzak var, askerin doğru dürüst kışlık kıyafeti bile yok. Kar adam boyu. Rüzgar ve fırtınanın 3100 metre yükseklikteki etkisi nasıl olur, bir düşünün.
Ve tecrübeli komutanların “önceden bildiği akıbet”, tecrübesiz komutanların-kadroların elinde, yaşanarak görülür ve 90.000 asker-fidan soğuktan donarak şehit olur Allahu Ekber’de.
Erken yaşlarda Osmanlı ordusunun başına geçen Enver, aslında parlak bir kurmay subay idi. Mustafa Kemal’le de kurmay okulunda sınıf arkadaşı. Okulda herkesin tozunu attırdı ve birinci bitirdi. Zekasına diyecek yok. Lakin; gem vurulamaz hırsları, ateşin arzuları, hayalleri zorlayan istekleri, onun zekasını; başarıyı aramaya bulmaya değil, hırslarını gerçekleştirmeye yöneltti ve çıkmaz sokaklarda, felaket labirentlerinde, ordunun ve ülkenin mahvolmasına neden oldu.
Enver Paşa’nın vatanseverliğinden, Rusları Kafkas cephesinde mağlup ederek, ta Bakü’ye kadar coğrafyayı ve halkı kurtarma arzusundan kim şüphe edebilir ki? Ama “mümkün olabileceği de görmek” bir vatanseverlik değil mi? Mümkün olmayan işlere girişenleri ikaz etmek vatanseverlik değil mi? Riskleri anlatmak vatanseverlik değil mi?
Ama hırslar, aklın ve vicdanın önüne geçince, akıl olması gerekeni değil de hırsları nasıl realize ederim arayışına girince, ortaya makul yerine “kişisel hesaplar” çıkmaz mı?
Elbette çıkar. Tarih bu kişisel hesapların peşinde koşanların millete ne büyük kötülükler ettiğinin, bir türlü ibret almadığımız, ibretlik olaylarıyla doludur.
Hedef ve güç arasında ilişki kurulmadan alınacak kararların ve girişilecek “maceraların” nice Sarıkamış felaketleri ortaya çıkaracağını bilebilmek, her vatanseverin “vicdanlı gözleriyle” çok kolay görülebilecektir, oysa.
Burada sıkıntı, bu felaketlere sebep olanların eleştirilememesi, “vatanseverlik kılıfı” ile olanların görmezden gelinmesi. Hatta eleştirilerin ihanet ile suçlanması. Tıpkı Enver’in hocası Hasan İzzet Paşa’nın harekata karşı çıkması üzerine “hocam olmasaydın seni asardım” demesi gibi.
Vatanı için şehit olan sıradan insanların “kararda” etkileri yoktur. Onlar emre uymuşlar sadece. Ya emri verenler, Sarıkamış’ın arkasına saklanabilirler mi? Memleketi ve milleti şahsi hırsları nedeniyle felakete sürükleyenler “sorgulanmamalı mı?”
İyi analiz yapılabilseydi, Rusya’nın Ekim 1917 devrimi ile savaştan çekileceği görülebilir ve 90.000 insan, hırslarına yenilmiş acemi lider ve kadroları tarafından ateşe atılmamış olurdu.
Bu savaşı niye anlattım size?
Son birkaç yıldır, Türkiye savaşa girmek için adeta yarış halinde. Erdoğan milli menfaatleri “savaş yoluyla” gerçekleştirmenin çok kolay olacağını düşünüyor. Ben de bu “çözüm tarzının” tehlikelerle dolu olduğunu ve en masraflı seçenek olduğunu anlatmak istedim sizlere.
Ben Erdoğan’ın ne yapmak istediğini gerçekten anlayamıyorum. Savaş riskini almadan, maliyeti az seçeneklerle çözüm neden düşünülmez, akıl erdiremiyorum. Mesela Suriye savaşı, Libya savaşı? Gerçekten neler yapılıyor oralarda?
Suriye’de “Esat rejimini değiştirmek” politik hedefi ile başlanan savaşta, askeri hedef olarak neresi belirlendi? “Şam’ı ele geçirmek.” Doğru mu? Doğru. Neredeyiz şimdi? Sınırda bir iki küçük “cep” kontrol edildi. İdlip ise düştü düşecek. İki küçük alanın askerlerle kontrolü belirlenen Esat’ı devirmek politik hedefini gerçekleştirebilecek mi? Hayır. Diyebilirsiniz “Kürtler devlet kuracaktı Suriye’de kurdurmadık, önüne geçtik.” Doğru değil. Önce başlangıçtaki hedefiniz bu değildi. Esat’ı devireceğiz diyordunuz. Hedef Kürt devleti kurdurmamak idiyse, Esat’a biraz yardım etseydiniz, hiç ordu kullanmadan o işi çözerdiniz. Binlerce IŞİD’ci de üstünüze kalmazdı. Ya “tornistan edemeseydiniz” ve “illa Esat’ı devireceğim” demeye devam etseydiniz, Ruslarla destekli Suriye ordusu ile savaşa tutuşmak zorunda kalsaydınız, ne olurdu? Türkiye’ye göç eden Suriyelilere harcanan milyarlarca dolar, ilaveten savaş için harcanan milyarlarca dolar. Ayrıca gelecekleri karartılan Suriyeliler, İslam devleti kuracağız diye Dünya’nın her yerinden bölgeye gelen “zavallı kandırılmış insanlar”, binlerce insanın ölümü, milyonlarca göçmen ve dünyaya tehdit oluşturan IŞİD mirası.
Hiç sizi rahatsız etmiyor mu? Daha kolay yol ve yöntemlerin önünü kesen nedir? Hırslar mı?
Peki, Libya’ya ne demeli? Libya’da politik hedef nedir? Kimsenin hedef söylediği yok ama biz çıkarımda bulunalım. “Doğu Akdeniz’de enerji payımızı garantiye almak” en makul gelen bu. Askeri hedef nedir? Bu da belli değil. Biz söyleyelim. İç savaş içindeki Libya’da, uluslararası hukuk açısından “legal” olduğunu düşündüğümüz tarafı desteklemek, onun iktidarda kalabilmesini sağlamak, bu iktidarla da yapılan deniz anlaşması ile Doğu Akdeniz’de “hepsi beraber olmuşların” önünü kesmek. Okunup anlaşılması bile zor bir askeri hedef. Yani sadece Libya’da başarılı olmak yetmiyor Türkiye’ye, Doğu Akdeniz’de de kazanmak gerekiyor. Peki, deniz alanlarındaki anlaşmazlıkları neresi çözüyor? Uluslararası mahkeme. Libya’da ve Doğu Akdeniz’de savaşı kazansanız da yine o mahkeme çözecek. Baştan itibaren hukuk yolu izlense olmaz mı? Hukuk yolunu kaybederiz diye endişe ediyor olabilirsiniz. Ya askeri gücünüz yetecek mi? ABD-AB-Mısır-Yunanistan ülkeleri ile savaşsanız, kazanabilecek misiniz? Hayır. Peki, macera olmaz mı bu? Ya da ülkeyi ve memleketi felakete sokmuş olmaz mısınız? Olursunuz.
O zaman soru. Neden böyle bir macera tercih ediliyor?
Akılla bu tercihin anlaşılması imkansız olduğuna göre, akıl; arzulara, hırslara hal tarzı üretmeye mi koyulmuş, tıpkı Sarıkamış’ta Enver Paşa’nın aklı gibi.
Araştırmalar, ahalinin çok büyük ekseriyetinin “savaşarak sorun çözmeye” onay vermediğini gösteriyor. Libya için destek % 37’lerde. Askeri harekatın ne kadar zor olduğu açık aşikar. Bunu Erdoğan da elbette görüyor. Peki, neden savaş yöntemini tercihten vazgeçmiyor? Savaşla elde edebileceği ne? Sonuca varabilmesi mümkün mü? Çok zor ve riskli.
Rus medyasının yazdığına göre, yüklü meblağlarla silah satışı ve petrol ticareti yapılmış. Doğruluğu teyide muhtaç ama 1 milyar doların üzerinde bir rant elde edilmiş. Türk silah sanayisinin 2019 silah ihraç kalemlerinde Libya bölümüne bakmak gerek, savaşa değecek bir satış yapılabilmiş mi? Ne kadar petrol ticareti yapılmış? Devletin kasasına kaç para girmiş?
Hani meşhur bir söz tekrar edilip duruyor son günlerde. Kurtlar Vadisi dizisinden alıntı. “Sonunu düşünen kahraman olamaz” deniyor. Asıl sonunu iyi düşünenler, iyi hesaplayanlar kahraman olur. Sonunu düşünmeyip, orduyu Allahu Ekber dağlarına kışın ayazında salanlar 90.000 şehidin mesulü olur. Ve tarihte, hiç de iyi anılmazlar.
Not: Bülend ÖZEN beyin Sarıkamış savaşı haritalarından istifade ettim. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum.