Davutoğlu “partisini” kurdu. Hayırlı olsun.
Birkaç gündür tartışılıyor.
Güven noktasından bir sıkıntı yaşıyor Davutoğlu. Toplumun verdiği reaksiyon içerisinde, en çok “güven” meselesi dikkati çekiyor. Toplumun Davutoğlu’na “güven” duyamamasının altında onun geçmiş uygulamaları yatıyor elbette.- Suriye politikası ile “Sen de Erdoğan’la birlikteydin”, en önemli güvensizlik alanları.
Haksız da değiller.
Ama zamanı mı diye soruyorum kendi kendime. Öncelikle bu meseleleri mi konuşmalıyız?
Türk siyasetinin “kilitlenmişliği” Davutoğlu tartışmaları ile çözülebilecek “hafiflikte mi?”
Hayır, elbette hayır. Geçmişi tartışmanın hiç zamanı değil. Yük ağır.
Davutoğlu; kesinlikle “konuşmak” zorunda, “öz eleştiri” yapmak zorunda, “neler yaşandı” anlatmak zorunda. Hepinizden önce “ben” bu soruları sormak isterim.
Ama şimdi “hesap zamanı” değil. Parti kurulsun, yola çıksın, bakalım neler diyecek, ne yapacak. Gözleyelim, radarlarımız üzerinde olsun. Ama öncelikle, “yeni biri olma şansı” verelim. “Yeni Davutoğlu’nu” ise kıyasıya eleştirelim. Partisini eleştirelim, programını eleştirelim. Bu konuda “atış serbest”. Demokrasi safında duranlar için, zaman henüz “geçmişi eşeleme” zamanı değil.
Davutoğlu çok önemli bir iş yapıyor. “Rubicon’u geçiyor.”
Sezar’ın ordusu ile başkent Roma’yı ele geçirmek için, Rubicon Nehrini geçip, iktidarı devirdiği gibi. AKP’nin “tabularını” yıkıyor ve “yasak” bir işi, “hain” diye suçlanmak pahasına yapıyor.
Roma’nın “endişe” duymadığını mı sanıyorsunuz? Ya da çok kolay mı olduğunu düşünüyorsunuz? Başına gelebilecekleri tasavvur etmek bile hayli zor.
Türkiye’nin içinde bulunduğu politik sıkışmışlık dikkate alındığında, bu çok “kıymetli” bir şey.
Davutoğlu; Gelecek Partisi’ni tam da Erdoğan’ın “arazisi” üzerine kurdu. Parti’nin hedefi Erdoğan ve politikaları. AKP’ye oy veren seçmenler. Davutoğlu tam “merkeze” ateş ediyor.
Bence Erdoğan; Kılıçdaroğlu’ndan değil, Davutoğlu’ndan rahatsız.
Eleştirenlere hatırlatmak isterim. Unuttunuz mu? Daha son yerel seçimlerde, 8 ay kadar önce, muhalif olan herkesin “hain-terörist” ilan edildiği bir “demokrasi anlayışından” geçiyordunuz.
İstanbul’un tekrarlanan seçimlerinde, “halkın feryadını” 800.000 oy fark ile herkes gördü. Bu oyun “alaşımını” iyi analiz edememiş olanların, bu müthiş “halkın çıkışını” yönetemedikleri de görüldü. Ve yakın gelecekte, yönetebileceklerine ilişkin hiç bir işaret de göremiyorum açıkçası.
Türkiye toplumu; içerisinde bulunduğu “sosyolojik süreçte”, siyasi aktörleri tercih ederken bizim beklediğimizden farklı bir “algılama biçimi” ortaya koyuyor. Toplum, “mevcut muhaliflerden” herhangi birinde “yığınaklanmıyor.” Gücünü parçalı tutuyor.
Toplum “çıkış aradığını”, İstanbul seçimlerinde gösterdi. Buna rağmen tek bir siyasi yapıyı iktidara getirmek için “odaklanmıyor.” Muhalif siyasi yapılanmaların hiçbiri üzerinde “mutabakatı” yok henüz. Memleketin durumunun ise beklemeye tahammülü yok.
Halkın önemli bir kısmının; ekonomideki sıkıntılar dahil, her türlü olumsuzluğa rağmen, Erdoğan üzerindeki desteğini sürdürmesi, Erdoğan’ın liderlik özelliklerinden kaynaklansa da, diğer liderlere “yeteri kadar” güvenememesini de dikkate almak zorunluluğu var.
Benim anladığım; “AKP seçmeni bulunduğu yerden memnun değil, ama kendisine benzeyen yapılar göremediği için, çekiniyor ve hala yerini korumayı tercih ediyor”.
Ne CHP, ne İYİ P, ne de Saadet Partisi, AKP seçmeni için kitlesel geçiş adresleri niteliği kazanamadı henüz. Bu üç siyasi parti de, bu kopuşları karşılamak için kendilerini “uyumlaştıramadılar.”
Araştırmalar, AKP seçmeninin ancak % 25’inin “AKP’ye oy vermede ısrarcı olmayacağını” gösteriyor. Yani eğer “güvenebileceği adres” görürse AKP’ye değil, bu yeni adrese verebilirim diyor. Geri kalan % 75 Erdoğan demekte “ısrarlı”. Güvenmiyor başkasına.
Ekonomik kriz, toplumsal kaos, yanlış dış politika “vız” geliyor AKP seçmenine. ANAP-DYP-DSP’de yaşanan kitlesel çözülme, büyük çöküş yaşanmıyor.
Böyle bir sosyolojik eğilim içindeki, sosyal psikoloji içindeki toplum yapısı varken, “Davutoğlu eleştirisi” hayli naif. Adama demezler mi? Senin başarın ne? Demokrasi için sen ne yapabildin?
Hala festivalde rakı içilecek mi içilmeyecek mi eşiğini aşamamış bir “sola-CHP’ye” oy verir mi AKP seçmeni? Siyaset yaptığınız toplumun Türkiye toplumu olduğunu unutmak ne hazin.
Türkiye toplumunun neredeyse 100 yıllık bir “travması” var. Haklıdır, haksızdır ayrı.
“Yönetenler ile toplum arasında” sosyolojik bakış açısı farklılığı 100 yıldır sürüyor. Nedeni ayrı bir tartışma konusu. Bu gün itibariyle, bunun siyasette “iz düşümü”; “kurucu siyaset” ile “toplumsal sosyoloji” uyumsuzluğu. Uyumsuzluk “din alanında” başladı, bugün “Kürt meselesiyle” sürüyor. Toplumu dizayn etme arzusundaki “aşırılık”, “topluma göre siyaset üretme” yöntemine hep yenildi, yine de yenilecek. Geldiğimiz yer burası. Menderes‘in, Demirel‘in, Özal’ın, Erdoğan‘ın başarılarına böyle bakın. “Toplum mühendisliği” ile “topluma uygun siyasetin” yarışı, mühendisliğin kaybetmesi ile sonuçlanmıştır hep.
“Çobanın oyu ile profesörün oyu bir mi” diyenler, işte tam da böyle bir toplumu yönetmek zorunda olduklarının farkında bile değiller.
“Yeni Erdoğan’ın” kaybetme nedeni de bu olacak, “toplumu dizayn etme arzusu”.
CHP’nin; muhalefet etmek için önüne serilen kırmızı halılara rağmen, halkın çoğunluğunu kendine döndürememesi, % 25’lerde kilitlenmesi, kuruluştan bu yana “toplum mühendisliğini tercih etmesi değil mi?” Topluma rağmen, topluma karşı. Kılıçdaroğlu’nun gayretlerini de anlamayan “kafa” bu zaten. Beğenmediğiniz toplum, yönetmek zorunda olduğunuz toplum.
Türkiye’nin son dönemde gençleşen ve değişen toplumsal yapısı belki “sol” diyebilir. Ama mevcut sol, toplumla uyumlu bir sol siyaseti, henüz oluşturabilmiş değil.
İşte bu nedenle, AKP seçmeni sol siyasete bir türlü güvenemiyor ve hala Erdoğan’dan “kopmaya korkuyor”. Gideceği adresten emin olamıyor.
İşte böyle bir ortamda, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan gibi siyasi figürlerin “hayati önemi” ortaya çıkıyor. Beğensek de beğenmesek de. Geçmişte şunu yaptılar, bunu yaptılar desek de. AKP seçmeni böyle bir yapıyı güvenilir buluyor.
Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin “yeniden demokratik bir ülke” olabilmesi için çok önemli siyasi figürler. AKP seçmeni açısından da “güvenilebilir figürler”. Erdoğan’dan sonra AKP genel başkanlığı anketinde iki isim de ön planda hala unutmayın.
Davutoğlu’nun, daha önceki konuşmalarında ve son parti açılışı konuşmasında, sıklıkla vurguladığı ve benim dikkatimi çeken bir şey var. “Devlet Aklı”. Ben bu ifadeyi hayli “ürkütücü” buluyorum.
“Devlet Aklı” denilen şey nedir, bu henüz Türkiye’de tartışmalı ve kurumsallaşmamış bir konu.
Zamana ve uluslararası konjonktüre göre değişen bir “Devlet Aklı” var. Kimin aklı Devlet Aklı? Erdoğan’ın mı, Bahçeli’nin mi, Perinçek’in mi? Mustafa Kemal’in mi? Tek Parti rejiminin mi?
Bir de Menderes var, Özal var, Demirel var.
Bu mesele Türkiye’de yerli yerine oturmuş değil ve “kurumsal bir devlet aklı” henüz yok.
İktidara gelen eğilim, “devlet aklını” nasıl işine uygun ise öyle şekillendiriyor.
Kurumsal yapıları güçlü ülkelerde, gelenekleri oturmuş ülkelerde bir “devlet aklından bahsetmek” mümkün. Bu henüz “genç T.C. için” oluşmamış veya değişken.
Bu nedenle, ben, Davutoğlu’nun olmayan bir şeye atıfta bulunmasını “çok tehlikeli” buldum.
Davutoğlu’nun; Erdoğan’ı da “eski çizgisinden” çıkaran şeye, “devlet aklı” dediği endişesine kapıldım.
Davutoğlu’nun kastı bu ise, “yandık”. Eğer böyle ise, bu toplumun demokratikleşmesi adına ne bekleyebiliriz, endişeliyim.
Anlayacağınız ben “çok devletçi” gördüm Davutoğlu’nu.
Kurumsal anlamda, oturmuş bir devlet yapısı var mı? Tek bir kişi her şey değil mi Türkiye’de?
Bunun cevabını bile bile, Davutoğlu’ndan “bu selam kime?”
Dindar Devletçi Davutoğlu?
Bu Davutoğlu’nun bütün demokrasi vurgularını “çöp” yapar.
Bunu kıyasıya eleştiriyorum, vizyonsuzluk olarak görüyorum, bu politikasına katılmıyorum.