Tarih: 08.05.2020 01:10

Adalet politik tercihlere göre dağıtılır oldu..

Facebook Twitter Linked-in

 

İslam dünyası toplumları-kültürleri, ulus-devlet kutsallarına/realizmlerine ters düşebilecek bağlılıkları, tercihleri sahiplenmeye cesaret edemedikleri için, tevhidi dünya görüşüne ve hayat tarzına ilişkin derin ve muhteşem farkındalığı kaybettiler. Bu farkındalığın kaybı kolektif hafıza ve kolektif bilinç kaybıyla sonuçlandı.

Atasoy Müftüoğlu, İslami Analiz’deki yeni yazısında popülizm ve hamaset rüzgarlarının yön verdiği Müslüman toplumlarda insanların politik tercihlerine göre değerlendirildiğini, adaletin bile bu doğrultuda dağıtıldığını dile getirdi.

İşte "Tarih sömürgeciliğin, sömürgecilerin mülkü değildir" başlıklı o yazı: 

Aklın aşırılıklarının hakim olduğu toplumlarda, bu aşırılıklar, ruhu/ahlakı/vicdanı kötürümleştirirken, duygusallıkların, hamasetin, popülizmlerin hakim olduğu toplumlarda da, bu aşırılıklar, aklın ve bilincin kötürümleşmesine neden oldu. Küresel koronavirüs sağlık krizi, günümüz dünyasını/insanlığını, rasyonalist akıl yoluyla terörize ediyor, bütün toplumlara tek bilme, tek algılama ve tek görme biçimini dayatıyor. Bu krize tek parçadan baktığımız için, hiçbir insani ilişkiye yer bırakmayan, bir dehşet tablosu ile karşı karşıya bulunuyoruz. Rasyonalist akıl sadece korkutuyor, dehşete düşürüyor ve bütün bir insanlığı bir şekilde şeyleştiriyor.

Tarihin kimi dönemlerinde ideolojik salgınlara, kimi dönemlerinde popülist/hamasi/faşizan salgınlara, kimi dönemlerde de fizyolojik salgınlara maruz kalan toplumlar/kültürler, maruz kaldıkları etkiler sebebiyle, her durumda özgürlüklerinden feragat ettiler. Maruz kaldığımız ya da maruz bırakıldığımız her etki, hepimizi işlevsiz kendiliklere dönüştürdü. İslam dünyası toplumları-kültürleri modern zamanlar boyunca, kendilerine dayatılan maduniyet ve mağlubiyeti içselleştirdikleri için, küresel/tarihsel olayları/krizleri/salgınları altüst oluşları kendi referansları temelinde algılayamıyor, açıklayamıyor, yorumlayamıyor. Maduniyet ve mağlubiyetin içselleştirilmesi durumunda, bir başka seçenekten söz etmek imkansız hale gelebiliyor.

Küresel koronavirüs sağlık krizi karşısında, İslami akıl/bilgi/bilinç/bilgelik, İslami bütünlüğün hakkını vermek suretiyle, rasyonalist aklın dayattığı şiddete boyun eğmeyebilirdi. Bütünlüğün hakkını vermek, varoluşun/hayatın/ölümün İslami anlamlar/içerik doğrultusunda idrak edilmesiyle mümkün olabilirdi. Bu bütünlüğün hakkını vererek, rasyonalist aklın ürettiği korku-dehşeti aşabilirdik. Maduniyet ve mağlubiyeti içselleştiren İslam toplumları, hangi alanda olursa olsun, ne yazık ki, kendi ontolojik-epistemolojik referanslarını kullanamıyor. Entelektüel tükenmişlik sebebiyle, maduniyeti içselleştiren İslami bünye, hakim dünya düzeninin referans-paradigma sistemine dahil olmaktan başka bir yol bulamıyor, bu nedenledir ki, Müslümanlar olarak bugün yeni seçenekler üzerinde çalışmıyor, çalışma ihtiyacı duymuyoruz.

Hamaset alanının/dilinin belirleyiciliği, derin bilincin, eleştirel-derin düşüncenin hiçbir şekilde ulaşamayacağı bir yere işaret ediyor. Hamaset ideolojisi, hiçbir şey olmamakla ilgili bir zihniyete işaret ediyor. Hamaset ideolojisinin her zaman, her durumda büyük bir aldatmaca ve kaçıştan ibaret olduğunu anlamak, bilmek gerekiyor. İslami varoluş, inanarak/bilerek yapmak, içtenlikle yaparak bilmekle ifadesini bulan bir varoluştur. Hamaset, propaganda yoluyla bilmek, propaganda yoluyla yapmak demektir. Hangi toplum ve kültür olursa olsun, aynıyı tekrar eden bir yapı/bünye için gelecek yoktur. Aynıyı tekrar eden bir yapı/bünye yenilenmeye, bilgiye ve bilince olduğu gibi, cesaret ve sorumluluğa da ihtiyaç duymaz.

İslam dünyası toplumları-kültürleri, ulus-devlet kutsallarına/realizmlerine ters düşebilecek bağlılıkları, tercihleri sahiplenmeye cesaret edemedikleri için, tevhidi dünya görüşüne ve hayat tarzına ilişkin derin ve muhteşem farkındalığı kaybettiler. Bu farkındalığın kaybı kolektif hafıza ve kolektif bilinç kaybıyla sonuçlandı. Muhteşem farkındalığı kaybedince, muhteşem bir mahrumiyetle karşı karşıya geldik. Kolektif hafıza ve bilinç kaybına uğrayan İslami bünye, maalesef hem zihinsel anlamda, hem de ruhsal anlamda aşırı bir biçimciliğe, hareketsizliğe, katılaşmaya mahkum oldu. Sözünü ettiğimiz biçimcilik, katılaşma, hareketsizlik, hamaset, popülizm sebebiyle; bugün İslam toplumları, hamaset/popülizm demagogları yetiştirirken, düşünürler/filozoflar/bilgeler yetiştiremiyor. Biçimcilikler, katılaşmalar, hareketsizlikler, hamaset ve popülizm yoluyla, büyük kalabalıklar/sürüler oluşturuluyor. Büyük kalabalıklara/sürülere katılanlar, kim olursa olsunlar, bilgiden, bilgelikten, üretkenlikten muaf sayılıyor. Büyük kalabalıkların da, ne düşünceye, ne kültüre, ne de entelektüel hayata hiçbir katkıları olmuyor, olamıyor. Büyük kalabalıklar, gündelik gerçekliğin tekdüzeliğini aşma iradesi gösteremiyor. Sosyal medyanın kötüye kullanılabilmesi de, bırakınız yapsınlar tarzı bir aşırılığı normalleştirebiliyor.

Olağanüstü zamanlarda, zor koşullar içerisinde üretmenin, daha iyiye gitmenin, iyilikleri çoğaltmanın yollarını bulmak etkin akıl, etkin bilinç, etkin irade, kavrayış ve engin-etkin öncülükle mümkün olabilir. Hayatın her alanında, her durumda tutarlılık inşa edebilmek için, ölçüsüz iyimserlikler kadar ölçüsüz kötümserlikler konusunda da dikkatli olmak gerekir. Hamaset dili/söylemi ve siyasetinin zihinsel alana/dünyaya değil, duygusal alana/dünyaya hitap ettiğini unutmamak önemlidir. Hamaset dili/söylemi özellikle genç kuşakların entelektüel yeteneklerini yok ettiği için, bugün, genç kuşaklar İslami bütünü anlama ve kavrama, niteliksel algılama hassasiyetini de yitiriyor.

İnsanlığın dünyası, modern zamanları, özellikle, ahlaki anlamda akıldışı bir tarihe maruz kalarak geçirdi. İnsani, vicdani anlamlar/amaçlar/değerler, insan onuru gibi erdemleri/bilgelikleri içermeyen, yalnızca bilimselleştirme ve teknikleştirme olguları üzerinde temellendirilen modern uygarlık, rasyonalist aşırılıkları/sorumsuzlukları, endüstriyel/çevresel aşırılıkları ve sorumsuzlukları ideolojik ve politik bağlamda dünyaya dayattı, dayatmayı başardı. Araçsal aklın aşırılıkları, aklın kendi sınırlarının ve işlevlerinin farkına ve bilincine varmasına mani oldu. Hayatın içerisinde, her alan ve her şey verimlilik ilkelerine ve ilerleme ihtiraslarına göre değerlendirildi. Dünyayı anlama ve biçimlendirme yöntemi olarak, burjuva kültürüne dayalı bir dünya görüşü, insanlık tarihini Batı tarihiyle özdeşleştiren patolojik bir kibir ve küstahlıkla evrensel geçerlilik kazandı. Kapitalist ve seküler bilim aracılığıyla, insani varoluş ve insan bütünüyle maddileştirildi. Sözünü ettiğimiz dünya görüşü, maddi-bedensel bakımdan sağlıklı kadın-erkekler yetiştirmeyi amaçladığı için; özellikle koronavirüs küresel sağlık krizi sırasında somut olarak yaşanıldığı üzere, yaşlılığın nasıl algılanabileceğine ilişkin, yaşlılara nasıl hitap edilebileceğine ilişkin insani/ahlaki bir kültüre sahip olunmadığı için, yaşlı varoluşların harcanabilir/hırpalanabilir varoluşlar olduğu yaklaşımı öne çıktı.

İslam dünyası toplumları/kültürleri dini ve politik popülizme maruz kaldıkları günden bu yana, nitelikli ve derinlikli çözümlemeler yapamıyor, nitelikli ve derinlikli tasavvurlar üretemiyor. Toplumlarımız nitelikli bir idrak yeteneği geliştiremedikleri için, bilimi deneysel bir sorgulama yöntemi olarak değil, mutlak bir değer sistemi olarak algılayabiliyor, dokunulmaz kılabiliyor.

İslam dünyası ve kültürleri olarak, vicdansız modern tarih ve vicdansız sömürgeci siyasetler karşısında, maduniyet ve mağlubiyeti kabul etmemiş, içselleştirmemiş olsaydık, İslami dünya görüşüne ve hayat tarzına gerçeklik kazandırmak üzere, bugün, özgür tasavvurlar üzerinde çalışıyor olacaktık. Özgür tasavvurlar üzerinde çalışmadığımız için, başkalarının iradeleri doğrultusunda tercihler yapmaya devam ediyoruz. Ahlaki/entelektüel cesaret/içtenlik/sorumluluk olmadığı takdirde, hiçbir tercih, tarz, duruş, değer gerçekliğe dönüştürülemez. Kendi referanslarını özgürleştiremeyen toplumlar ve kültürler, entelektüel bir hiçlik içerisinde, bu hiçliği hissetmeden yaşamaya devam ederler. Bir edilgenliği, zaafı, kötülüğü, felaketi aşabilmek için, ondan kurtulabilmek için, o şeyin kötü olduğunu derinliğine hissetmek ve ondan rahatsızlık duymak gerekir. Bugün, karşı karşıya bulunduğumuz entelektüel hiçlik sebebiyle, İslami sorunları/çözümlemeleri ancak akademik ilginin soyut sınırları içerisinde konuşabiliyor, bunları hayatın/toplumun kalbine, bilincine taşıyamıyoruz.

Günümüzde, İslam dünyası toplumlarında, insanları, insani anlam ve değerlere bağlılıklarıyla değerlendirmek yerine; politik tercihlerine göre değerlendiren utanç verici, yüz kızartıcı, ahlaki olmayan, adil olmayan bir gelenek oluşturuluyor. Bu geleneğe göre, adalet de politik tercihlere göre dağıtılıyor. Kutuplaştırıcı, ötekileştirici, kibirli-sorumsuz politik dilin/söylemin derin tahribatını görmemek, toplumlarımızın politik bencilliğin körlüğüyle malul bulunduğunu gösterir.

Modern dünya düzeni, ancak, tahakküm, baskı, denetim, sömürgecilik vb. pahasına sürdürülüyor, sürdürülebiliyor, insani/ahlaki bir yanı olduğu için değil. Modern tarihin, yalnızca fiziksel süreçler halinde gerçekleştirilebildiğini belirtmek gerekiyor. Sözünü ettiğimiz bu fiziksel süreçler, yapısal kötülüklerle birlikte ilerliyor. Maduniyet ve mağlubiyetle, bunların nedenleriyle yüzleşmeleri, hesaplaşmaları, maduniyete uğrayan toplumların/halkların/kültürlerin yok sayılan haklarını savunmaları gereken İslam toplumları bugün, yalnızca günü kurtarma çabası içerisinde oldukları için, entelektüel hiçlikten kurtulma mücadelesi ile ilgilenmiyor. Maruz bırakıldığımız utanç verici edilgenlikler sebebiyle, İslami bilincin yıkımına yönelik hiçbir entelektüel hesaplaşmaya cesaret edemiyoruz. Bilincimiz yoksullaştırılmamış olsaydı, entelektüel yıkımlardan hareketle yeni bir inşanın imkanları üzerinde yoğunlaşabilirdik. Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, gerçeklik, ideolojik klişelerle, hamaset klişeleriyle uzun süre örtülemez. Propaganda ve manipülasyon klişeleri, çoğu kez kadavraya dönüşmüş sözcüklerden ibarettir. Yanlışlarla, yanılsamalarla yüzleşmek, ahlaki bir cesaret ve sorumluluk gerektirir.

İçe ve geçmişe kapanan İslam dünyası toplumları ve kültürleri, içe ve geçmişe kapanmanın muhtemel sonuçlarını öngöremedikleri için, bu tercihleriyle birlikte çok uzun süren bir belirsizlik sürecine girdiler, dünyada/dışarıda yeni bir tarih oluşurken, bu tarihin dinamiklerini, yönünü, kapsamını, etkisini gereği gibi kavrayamadılar, bu tarihin ne gibi bir projesi olduğunu/olabileceğini merak etmediler. İçe ve geçmişe kapanan toplumlarda ve kültürlerde, bilinç ve üretkenliğe ihtiyaç duymayan edilgen yapılar oluştu. Bu edilgen yapılar sebebiyle, bugün bile sorgulayıcı tarihsel çözümlemeler yapılamıyor. İslami otorite ve meşruiyetin yeniden kuruluşu için, neler yapılabileceği konusu tartışılmıyor. Bu nedenle de, üretkenlik ve bilince yabancı bir gelenek, konformizme boyun eğiyor. Pragmatik tercihler, her durumda, her zaman, temel/varoluşsal ilkeleri/anlamları/değerleri itibarsız/geçersiz hale getirebiliyor. Maduniyet ve mağlubiyetin içselleştirilmesi, mücadele bilincini, cesaret ve sorumluluğunu kaybettiğimizi gösteriyor. Bunun içindir ki, mağdurların İslami özgürlüklerinin sınırlarını/işlevlerini/boyutlarını maduniyeti dayatan irade belirliyor.

Yeni bir tarih, maduniyet ve mağlubiyet psikolojisinden özgürleştiğimizde başlayabilir, başlatılabilir.

Bunun için yeni bir tarihin sorumluluğunu üstlenebilecek nitelikli kadrolara, evrensel Müslüman zihinlere ihtiyaç olduğu çok açıktır.

Edilgen akılların/zihinlerin, ideolojik klişelerle, ya da hamaset klişeleriyle, yerel ya da küresel düzene kolaylıkla dahil edilebildiklerini unutmamak gerekiyor. İnsanlık tarihini, ırkçı-ideolojik klişelerden, hamasi klişelerden arındırmak zorunludur. Hangi gerekçeyle olursa olsun, tarih hiçbir klişeye hapsedilemez. Sorgulama/meydan okuma gücü ve yeteneğine sahip olmayan toplumlar ve kültürler, kendi kendilerini statükonun sınırlarına ve alışkanlıklarına hapsederler. Statükonun sınırlarına ve alışkanlıklarına kapatılan toplumlarda entelektüel hayatta radikal hiçbir değişim/dönüşüm gerçekleştirilemez.

Koronavirüs küresel sağlık krizi, bütün dünyada, bütün toplumların, hiçbir şekilde gizlenemeyecek ölçüde, istisnasız, insani/sosyal/siyasal/ekonomik/kültürel/psikolojik, derin/yapısal sorunlarla karşı karşıya bulunduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu kriz, her toplumda eleştirel bir dönemin, eleştirel bir sürecin başlatılması gerektiğini açıkça ihtar ediyor.

Bütün toplumlarda, her alanda takke düşmüş, kel görünmüştür.

Avrupamerkezci/sömürgeci varoluş/hayat/dünya/tarih tasavvuru iflas etmiştir. Irkçı/kolonyalist temelde şekillenen bir tarih tasavvuru yerine, ahlaki temelde şekillenen bir tarih tasavvuruna ihtiyaç olduğu çok açıktır. Buradan hareketle, İslami düşünce hayatının, İslami bütünü ve bütünlüğü kucaklayabilecek/kapsayabilecek bir bilinç temelinde, kendi dünya görüşünü, bu dünya görüşüne ait kavram ve kurumları, değer sistemini özgürleştirmek üzere, yeni bir düşünsel/entelektüel ufuk açması, bunun için de, çok acımasız da olsa, çok samimi bir özeleştiriye cesaret etmesi gerekir. Samimi/kapsayıcı/derinlikli bir özeleştiri süreci, yeni bir başlangıç için, yeni bir bilgi/dil/düşünce/kültür için, yeniden bütünleşme için çok hayati bir vesile olabilir. Dini popülizmi, politik popülizmi, hamaset ideolojisini tekrar etmeye devam ettiğimiz takdirde, İslami otorite ve meşruiyetin özgürlüğünü tecrübe edemeyiz. Bu vesile ile, İslami bütün farklılıkların ve renklerin bir araya gelebileceği ortak bir entelektüel iklim/alışveriş ortamı oluşturulabilir. Tarih dışında kalan halklar/kültürler yeniden tarihin merkezine dönebilir.

Tarih sömürgeciliğin, sömürgecilerin mülkü değildir.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız.

EKRAN GAZETESİ SİTESİ




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —