Mustafa Kaya yazdı;
Amerika Birleşik Devletleri’nde ( ABD) 6 Ocak günü gerçekleşen Kongre baskını uzun yıllar tartışılacak gibi duruyor. Tartışılmanın ötesinde ABD için belki de bir kırılma noktası olarak tarihe geçecek. Başkan Donald Trump’ın görevi devretmesi gereken gün olan 20 Ocak’tan önce zaten bir şeyler yapacağı düşünülüyordu ama doğrusu bu kadarını kimse beklemiyordu. Amerikan sisteminin kalbi sayılan Kongre’ye hem de 3 Kasım’da sandıktan çıkan Joe Biden’ın başkanlık oylaması sırasında yapılan baskın herkes için bir şok etkisi oluşturdu. Sistem sorgulamasından tutunuz, Amerika için tarihin sonu mu tartışmalarına kadar birçok değerlendirmeler yapıldı. Küreselci-ulusalcı çatışmasının ABD için çoktan milli güvenlik konusu olmaya başladığı şeklinde yorumlar öne çıktı. Aslında işin özü şu; ABD’de olanlar aslında farklı kapitalizm okumalarından başka bir şey değil. İşin tam merkezinde her zaman olduğu gibi ekonomi var. Mücadelenin içeriğinde ülkede kapitalizmin sağladığı avantajlardan(?) önce kim çıkar sağlayacak veya sıralama nasıl olacak sorusuna verilen farklı cevaplar var. Küreselcilerin Amerika’yı içeride ayakta tutmak için dışarıda aktif olmak şart yaklaşımına karşı, ulusalcıların önce kendimizi toparlayalım sonra dışarıya bakarız tarzında bir yöntem farklılıkları olduğunu söyleyebiliriz. Yoksa dünya jandarmalığı konusunda aslında aynı noktada buluşuyorlar. Özellikle Trump’ın Ortadoğu’da “elin taşıyla, elin kuşunu vurma” stratejisi bu amaca matuf bir politik tavırdı. Bir de içeride kaba popülizmi tercih etmesi Kongre baskınındaki manzaraları ortaya çıkarmaya yetti. Amerikan iç savaşındaki ne kadar görsel figür varsa hepsinin zaman makinesinden çıkmış gibi Kongre’de boy göstermesi, ABD’nin çok da öyle zannedildiği gibi güvende olmadığını bütün dünyaya göstermiş oldu. Zaten toplama bir ülke olan Amerika’yı ayakta tutan sistemiydi. Amerikalılar sistemlerine nerdeyse ilahi bir önem yüklüyorlardı. Oysa yaşananlar ortaya çıkardı ki, bu sistemin bir Trump’lık canı varmış. Onun gibi kural tanımayan, kendinden başkasına itibar etmeyen bir figür her şeyin tersine çevrilebileceğini parmağı göze sokarcasına, şov yaparcasına gösterdi.
Bu süreçte bir diğer ilginç nokta da İsrail’in ABD’de olup bitenlere karşı sessiz kalmasıydı. İsrail muhtemelen kim kazanırsa kazansın ben kaybeden olmam düşüncesiyle hareket etti, etmeye de devam ediyor. İsrail bundan o kadar emin ki, sanki senaryoyu ben yazdım sonucu tayin edecek olan da benim rahatlığında davranıyor.
Bunun yanında 6 Ocak günü yaşananlar son dört yılın özeti olan final sahnesi gibiydi. Bu süreç hem ABD’ye hem de bütün dünyaya şunları gösterdi;
Popülizm sürdürülebilir bir yönetim anlayışı değildir.
Aklını ilah edinmek insanı psikopat bir ruh haline sokabilir.
Ben her şeyi bilirim, her şeyin sahibi benim tarzında hareket etmek megalomanlığın alt yapısını oluşturur.
Ortak aklı işletemeyen, kurumsal aklı ortadan kaldıranlar için yolun sonu boşluktur.
Sonuç olarak ABD’de macun artık tüpten çıktı. Kongre baskınının Amerika için mutlaka sonuçları olacak. Değerlendirmelerin merkezinde 6 Ocak öncesi ve sonrasına vurgular öne çıkacak. Malumunuz 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler’e yapılan saldırılar Amerika’nın dünyayı dizayn etme hedefine hizmet etti. Bir boyutuyla 6 Ocak da aslında bir 11 Eylül’dür. Ancak Amerika’nın işi birincisine göre şimdi çok daha zor. Çünkü demokrasiyi dışarıya(!) götürmek kolaydı. Bakalım içeriye demokrasi taşımak nasıl bir şeymiş.