2 Eylül’de Diyarbakır'da GÜNTİAD’ın organize ettiği Moda ve Hazır Giyim Federasyon’un katkı sunduğu, “6. Bölgede Tekstil ve Hazır Giyim Yatırımı” adıyla MHGF 15. sektörel iletişim toplantısı yapıldı. Bu toplantı benim için bir ilkti ve doğrusunu söylemek gerekirse, bu sürecin kurucu kahramanlarıyla tanışmak ve onları dinlemek çok heyecan verici olacak diye düşünmüştüm. Bu duygular ile Almanya'dan gelen Arda Alan ile Bismil’den Diyarbakır'a gittik. Konuşulanların bir kelimesini kaçırmamak için aramızda görev bölümü bile yapmıştık. Sırasıyla her birimiz söz alan her konuşmacının konuşmasını not edecektik. Öyle de yaptık. Aslında bu yazı temel olarak o notlardan oluşacaktı. Ama konuşmacıların sunumları bittikten sonra soru-cevap bölümünde ortaya çıkan manzara ve tuhaf tartışmalar fikir değiştirmeme neden oldu. Dolayısıyla toplantıyı özetlemek yerine, bu yazıyı o tuhaf tartışma konusuna ayırmak istedim.
Kibarca söylemek gerekirse, konu ve tartışma “nitelikli işgücünün yüksek ücretle ayartılması” ya da konuşmacıların hiç tereddüt etmeden ifade ettikleri şekliyle “çalınması” oldu. Konu ve tartışmanın modernizm öncesi arkaik ama kadim bir tartışma olduğu su götürmez. Lonca sistemlerinden kalma bu tartışma bugün hala bütün canlılığını koruyorsa meselenin çok ciddi olduğuna hiç şüphe yok. Katılımcıların 6. bölge teşvik ve yatırımlarını konuşmak yerine hararetle bu konuyu tartışmak istemeleri, bir bakıma mevzunun çok canlı ve güncel de olduğunu ispatlıyor. Eğer mesele bu kadar acil ve güncel ise soruna teorik bir çerçeve çizmek elzem olur.
Her şeyden önce işgücünün özgürce dolaşımı hem kapitalizmin hem de serbest piyasa ekonomisinin temel kuralıdır. Hem ulusal hem de uluslararası hukuk metinlerinde bu konu bütün açıklığıyla yer alıyor. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, herkesin özgür olduğunu söyler. “Hiç kimsenin iradesi ve iş gücüne ipotek konulamaz” der. Birleşmiş Milletler Medeni Haklar Sözleşmesi de aynı şeyleri güvence altına alır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de işgücü ve dolaşımını Avrupa hukukunun en önemli kriteri olarak varsayar.
Hukuk metinleri bu kadar açıkken, meselenin hukuki bir mesele olamayacağı aşikardır. O halde mesele bir tür ahlak ve etik ilkeleri çerçevesinde bu temele bağlı olarak düşünülüp tartışılıyordur? Çalma ifadesi belki de ahlaki açıdan ironik olarak kullanılıyordur. Eğer mesele ahlaki ve etik temelli ise, ahlak ve etik ötekinin hakları bakımından değer kazanır. İşçi - işveren ilişkisinde işçi ötekidir ve ötekine bakış ahlak ve etiğin temelini oluşturur. Ötekine bakış, ötekinin haklarını korumak ve özgürce gelişip serpilmesine imkân sağlamak anlamına geliyor.
Bir işçiyi eğitmek ve onu bir meslek sahibi yapmak, kendi başına ona bu imkanları sağlayanı etik ve ahlak dairesinde tutmaz. Çünkü işçi bir değer üretiyor ve karlılık sağlıyor. Kar sağladığımız bir işçiye karşı, onun eğitimini biz yapmış olsak bile, bu bize ahlaki üstünlük vermez. Çünkü sermayenin kendisi, diğer bir değişle biriken sermaye aslında işçiye ödenmemiş artık değerin ta kendisidir.
İşçinin eğitimin de temel ilke yarar ve karlılıktır: Burada yapılan bütün eğitimler “Allah rızası için” değildir. O zaman işçiye nitelik kazandıran bütün eğitim aslında işletmenin kendisine yaptığı yatırımdır. Dolayısıyla işverenin işçi üstünde böylesine ahlak mertebesi seviyesine çıkaracağımız bir katkısı yoktur.
Ayrıca günümüzde işçi, kendi ipoteğimize alabileceğimiz bir ürün değildir. Bir işçinin hem işine hem de firmasına bağlılığının tek meşru nedeni olabilir o da aidiyet duygusudur. Esas meselede burada düğümleniyor.
Aslında basit bir soru sorarak, bu meselenin bütün boyutlarını daha anlaşılır hale getirebiliriz. Bir girişimci neden kendi şirketini kurar? Yanıt yalındır. Kendi geleceğini güvence altına almak için. Peki bir işçi kendi geleceğini güvence altına almak için neden kendi iradesiyle tercih yapma hakkından yoksun olsun? Herkesin hayatı çok değerlidir buna bütün emekçilerin hayatı da dahildir.