600 yıllık harami, Kürtlere olur mu hami?

Şimdi karar Kürtlerindir. Kendilerine tahakküm eden bölge rejimlerine karşı yürüttükleri var olma -hayatta kalma mücadelelerini meşru araç ve yöntemlerle mi verecekler, yoksa bu rejimlerden daha beter olan Batı’nın himayesini mi yeğleyecekler?

600 yıllık harami, Kürtlere olur mu hami?

Dr. Bekir Tank Analiz Etti...

Hala bilmeyenler de öğrensinler, işgalci Amerika Suriye’deki Kürt gruplarını kendi himayesinde bir araya getirip ittifak kurdurdu.

Amerika’nın yalnız başına olmadığını ve yanında israil’den Rusya, Fransa ve İngiltere’ye kadar birçok ülkenin daha olduğunu biliyoruz. Bu ülkeler coğrafi olarak ayrı kıtalardan olsalar bile, temsil ettikleri medeniyet ve zihniyet nedeniyle “Batı” olarak tanımlıyoruz.

Batı deyip durmak ve düşünmek gerekir. Aksi halde yerli işbirlikçileriyle birlikte bölge halklarının kanını dökmeye ve hepimizi sömürmeye devam edeceklerdir.

İşte 16. Yüzyıldan beridir Afrika’dan Avustralya’ya, Asya’dan Amerika’ya kadar işgal etmedik ve yağmalamadık bir ülke bırakmayan, girdikleri ülkelerde milyonlarca insanı katleden, kimi kavimleri kökünden kurutan, milyonlarcasını köleleştiren ve Birinci Dünya Savaşı’ndan beridir Kürtlerin bölge rejimleri tarafından zulme uğramalarında doğrudan payı olan bu Batı şimdi de Kürtleri himaye görevini üsleniyor! Bunun için de önce terbiye ettiği Kürt gruplarından başlıyor.

Bir süreden beridir silah ve diğer lojistik araç ve gereçlerle donattığı bu grupların aracılığıyla bir yandan diğer Kürtleri teslim almayı ve bir yandan da bölge devletlerini istikrarsızlaştırmayı ve böylece bu ülkelerde kendisi açısından kontrollü ve ama sürekli bir çatışmayı ve savaşı uygun görüyor. Böylece Batı hem Kürtlere zulmeden ülkelerin bir çeşit hamisi ve hem de onların zulümlerinden kaçan o Kürtlerin hamisi oluyor! Kaldı ki, Kürtlerin içinde yaşadığı ülkelerin rejimleri de Batının birer eseri ve hala Batı destekli değil mi zaten? Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri yendikleri Osmanlı Devleti’ni istedikleri gibi bölüp, rejimlerini ve hatta hükümetlerini bile genelde kendilerinin belirleye geldikleri yeni devletler kurdurdular. Her biri ırkçı olan bu rejimlerin eliyle Müslüman halkları birbirine düşman yapmayı da başardılar. Eğer bu rejimler kuruldukları yıllardan bugüne kadar Kürtlere bu zulümleri Arapçılık, Farsçılık ve Türkçülük adına yapabiliyorlarsa, hem Batının bu rejimlere olan desteği ve hem de her biri neredeyse %99’luk bir oran ile Müslüman olan Arap, Fars ve Türklerin inançlarının hilafına hareket etme zilleti içinde olmalarındandır. İçlerinde bu rejimlerin zulümlerine karşı olanlar da tabii ki vardır. Ama o Müslümanların da ne sayıları ve ne de etkileri bu zulümleri bertaraf edecek düzeydedir.

Şimdi bu ülkelerin fiili durumlarına ve Amerika ile ilişkilerine bakalım. Irak ve Suriye Amerika’nın fiili işgalindedir. İran da şimdilik itibariyle Amerika için kullanışlı bir düşman konumundadır. Çünkü Şah Dönemine kadar zaten Batının işbirlikçisi olan İran, İmam Humeyni’nin gerçekleştirdiği İslam Devrimi’nden sonra da İslam’ın pratikte belirleyici olduğu bir düzeye gelemedi. İran’daki Kürtlerin durumu Türkiye ve Suriye’ye nazaran daha iyi olmakla birlikte Kürtlere yönelik mezhepçi ve milliyetçi politikalar hala belirleyicidir.

Türkiye ise, Amerika’nın NATO’daki müttefiklerinden biridir. Türkiye’nin eğitim sistemi, İnönü Döneminden beridir iki ülke arasında imzalanan Fulbright Antlaşması ile Amerika’nın vesayetindedir. Amerika’nın Türkiye’de İncirlik başta olmak üzere çok sayıda üssü bulunmaktadır ve bu üsler Türkiye’nin denetimi dışındadır. Türkiye üzerinde bu kadar belirleyici olan Amerika’nın Türkiye’de yapılan darbelerin hepsinde olması da bu arada unutulmasın.

Bu gerçekler doğrultusunda soralım: Irak, İran, Suriye ve Türkiye rejimlerinin her biri “ben Kürt vatandaşlarımın bütün insani haklarını anayasal güvence altına alıyorum” diyecek insani bir iradeye sahip mi? Hayır! Bu hak ihlallerini sürdürmekte ısrarlı mı? Evet! Bu rejimler Kürtlerin bu meşru hak taleplerini bastırmak noktasında Amerika ile bile işbirliği yaparlar mı? Bugüne kadar yaptıkları gibi bundan sonra da yaparlar! Ve geliyoruz can alıcı soruya: Amerika değil Kürtlerin haklarını, Kürtlerin hepsinin canları da dâhil, kendi çıkarlarına önceler mi? Hayır!

Gördüğümüz gibi, bir tarafta onlarca yıldır Kürtlerin kanına doymayan ve hak gaspında ısrar eden rejimler ve diğer tarafta Kürtleri sadece ve sadece kendi çıkarları için kullanan Amerika ve diğer Batı ülkeleri! Tabii, bir de edilgen ve uşaklığa teşne olan bir taraf daha vardır ki, onlar da Kürtlerin içinden çıkıp da Kürtleri bu taraflardan birine pazarlayan ve dolayısıyla Kürtlerin düşmanı olan yapılar!

Şimdi karar Kürtlerindir. Kendilerine tahakküm eden bölge rejimlerine karşı yürüttükleri var olma -hayatta kalma mücadelelerini meşru araç ve yöntemlerle mi verecekler, yoksa bu rejimlerden daha beter olan Batı’nın himayesini mi yeğleyecekler?

Kürtlerin büyük bir kısmının bugün geldiği diğer bir nokta da şudur: Arapların onlarca devleti, Türklerin ve Farsların devleti varken ve hepsi de bize zulmediyorken, neden bizim de bir devletimiz olmasın? Anılan halkların devlet sahibi olmaları ne kadar meşru ise, benim için Kürtlerin de haddizatında bir devlet sahibi olmaları o kadar meşrudur. Ancak bu, gerçeğin sadece bir kısmı olur. Dolayısıyla benim önceliğim ise ulus devlet değil, adalettir!

Bütün bunlardan hareketle Kürtlere önerim de ancak şu merkezde olur: İnsanca yaşamak yönündeki mücadelelerinin merkezine adaleti koymaları… Bu rejimlerin zulümlerine karşı direndikleri netlikte bu rejimlerden beter olan işgalci Amerika’ya karşı da direnmeleri… Söylem ve eylemlerinde her türlü gayrimeşru yöntemden ve şiddet eyleminden uzak durmaları… Güçlerini mevcut sınırları değiştirmek için değil, o sınırların içindeki iyi insanların güçleriyle birleştirip hakkın ve adaletin hizmetine vermeleri… Bu devletlerin her birinin kurucu unsurlarından birinin de Kürtler olduğunu… Ancak Kürtlerin birçok hakkını gasp edenlerin hükmettikleri devleti de Kürtlerin aleyhine kullandıklarını… Bu durumda yapılması gerekenin devleti o zorbaların elinden kurtarmak olduğunu… Özellikle bir yandan din kardeşliğinden dem vururken diğer yandan Allah’ın ayetlerine karşı savaşan rejimleri destekleyen Müslümanları her fırsatta uyarmaları ve hep birlikte hakkı ve adaleti esas almalarıdır!

Aksi halde geçen yüz yıl boyunca olduğu gibi, bundan sonra da değişen bir şey olmayacak; Arap’ın Fars’ın, Kürt’ün ve Türk’ün payına düşen de zilletten başka bir şey olmayacaktır!