1979´a kadar İran anayasal monarşi ile yönetiliyordu ve ülkenin başında Pehlevi Hanedanı şahı Muhammed Rıza Pehlevi bulunuyordu. Şah Rıza Pehlevi ülkeyi 1941 yılından, İslam devriminin olduğu 1979 yılına kadar yönetti. İran şahı Rıza Pehlevi batı hayranıydı, en büyük müttefikleri büyük şeytan Amerika ve işgalci İsrail idi.
İran İslam devriminin önderi İmam Humeyni bir konuşmasında İran halkının Şah´a kıyam etmesinin bir nedeni de Şah´ın İsrail´i desteklemesidir demişti. Şah döneminde İsrail´in petrol ihtiyacının çoğu İran´dan karşılanıyordu.
İmam Humeyni ?Şah bir tağuttur ve yıkılması gerekir? diyerek İran halkını kıyama çağırdı. İmam Humeyni´nin önderliği altında İran halkı bu tağutu yıkmak için kıyam etti. Bu kıyamın sonucunda 1 Şubat 1979´da Şah İran´dan kaçarken İmam Humeyni onbeş yıllık bir sürgünün ardından İran´a geri döndü. Onun geri dönüşünden 11 gün sonra 11 Şubat 1979´da Şah rejimi tarihe karışarak yerine İran İslâm Cumhuriyeti kuruldu.
Osmanlı imparatorluğunun yıkılışı ve iki dünya savaşından sonra dünya iki kutuplu hale gelmişti. Dünyada komünizm ve kapitalizm dışında bir alternatif yoktu. Dünya sekülerleşmiş, din toplumların hayatlarından dışlanmış, insanlar dinin artık bir daha toplum hayatına dönmeyeceğine inanmaya başlamışlardı. Rönesans´la başlayan, Protestan reformu ile devam eden; bilimsel devrimler, sanayileşme, aydınlanma ve kentleşme gibi süreçler insanlığın hayatını yönlendiriyordu. Bu süreçte dine yer yoktu. Din ancak vicdanlarda, insanların bireysel yaşamlarında var olabilirdi.
İran İslam devrimi ile Din 20. yüzyılda yeniden hayata dönmüştü. Devrim, ?Ne doğu ne batı, İslam´ diyerek, doğu ve batı/ komünizm ve kapitalizm arasında sıkışan dünyaya yeni bir model sunmuştu. Onun için küresel istikbar bu devrimi yıkmak, yok etmek istiyordu. Küresel istikbarın başı büyük şeytan Amerika idi.
Bu devrim yıkılmasa da İran coğrafyasına hapsedilmeli idi. Bunu başarabilmek için büyük çabalar sarf ettiler. Büyük emekler verdiler, büyük paralar harcadılar, ciddi çalışmalar yaptılar. Devrimden hemen sonra Irak üzerinden İran´a savaş açtılar. Bu savaşta Saddam Irak´ına her türlü desteği verdiler.
İslam dünyasında mezhebi ayrılıkları körüklediler, bunun için Şii ve Sünni dünyada, Şii ve Sünni alim ve cemaatlere büyük yatırımlar yaptılar. Bu yatırım yapılan cemaatlerden biri de Sünni dünyada FETÖ yapılanması diğeri elKaide terör örgütü idi. Şii dünyada ise İngiliz Şiiliği diye isimlendirilen yapılardı.
İran- Irak savaşında iyi bir sınav vererek bu savaşın zararlarını bertaraf eden İslam Cumhuriyeti yöneticileri Mezhebi ayrılıklar konusun da, ciddi gayretler göstermelerine rağmen, cahil Müslümanların çokluğu ve akılsız dostlarının da katkısından dolayı çokta başarılı olamadı. Bin yıllık tarihin getirdiği ihtilaf ve düşmanlıkları da bertaraf etmek elbette kolay değildi.
Atasoy Müftüoğlu´na göre İran İslam devrimi İslam dünyasında son 500 yılda gerçekleşen en önemli olaydı. Bu devrimle Müslümanlar batıya meydan okumuş dünyaya yeni bir alternatif sunmuşlardı. Bu devrimle Müslümanlar batı emperyalizmi ile hesaplaşmaya girmişler yeni, yeniden başlangıç bilincine ulaşmışlardı. Ve bu devrim, Müslümanlar için yeniden kendine gelişti.
Ali Bulaç, İran İslam Cumhuriyeti ile ilgili bir değerlendirmesinde İran bir laboratuvardır demişti. 20 yüzyılda dini yeniden toplumun hayatına getiren, Batı merkezli devlet yapıların tek alternatif olduğu dönemde, dünyaya İslam´ı yeni bir alternatif olarak sunan İran İslam Cumhuriyetini, İslam´ın devlete dönüşmesi noktasında bir laboratuvar olarak görüp başarı ve başarısızlıkları ile değerlendirmek gerekiyor.
İslam devrimi, küresel zulüm ve küfür düzenine, küresel emperyalizme, küresel istikbara, bir başkaldırı idi. İnsanlık için yeni bir umuttu. Ne doğu ne batı diyerek küresel zulüm düzenleri ile uzlaşmayı ret etmiş, Siyonist rejimin varlığını gayrı meşru ilan ederek, Kudüs ile birlikte, denizden nehire bütün Filistin´in özgürlüğünü İslam devriminin bir hedefi olarak ortaya koymuştu. Bunun için resmi Kudüs ordusu oluşturmuş, Lübnan´da Hizbullah´ın oluşumuna destek olarak işgalci rejim ile dolaylı bir savaş başlatmıştı. Filistin direniş örgütlerine İslami Cihad ve HAMAS´a direniş yolunda oldukları sürece her türlü yardımı yapmış yapmaya da devam ediyordu.
İslam devriminin diğer bir hedefi dünya Müslümanları ile hatta dünya mazlumları ile küresel istikbara karşı bütünleşmekti. Bunun için ?Darü´l Takrib´ çalışmaları başlatılmış mezhepler arası ihtilafların bir fitne unsuru olması engellenmeye çalışılmıştı. Vahdet haftaları düzenlenerek Müslümanlar arasındaki vahdete katkı sunulmaya çalışılmıştı.
İslam devriminin içerideki hedefi ise İmam Ali´nin adalet devletini gerçekleştirmekti.
İslam devriminin temel ilkeleri tevhid, adalet, özgürlük, vahdet ve direnişti.
Bugün İslam devriminin 40. Yıldönümüne gelmiş bulunuyoruz. İslam Devrimi küresel istikbar karşısındaki, büyük şeytan Amerika ve Siyonist işgalci İsrail karşısındaki dik duruşunu devam ettiriyor. Özgür Kudüs ve denizden nehire özgür Filistin mücadelesini devam ettiriyor. Bunun için ciddi bedeller ödemesine, dünyanın ekonomik ambargosuna uğramasına rağmen, İslam ülkelerinden gerekli desteği görmemesine hatta destek olmayı bırak köstek olmalarına rağmen bu ilkeli duruşunu devam ettiriyor.
Büyük şeytan Amerika İslam devrimine 40. Yılını göstermemek için ciddi bütçeler ayırdı çok çalıştı ancak hamdolsun başarılı olamadı. Son dönemde büyük şeytan Amerika, İran İslam Cumhuriyetine karşı yeni bir ekonomik savaş başlatmış bulunuyor. Ancak görünen o ki bu ekonomik savaş ne kadar büyük olursa olsun İslam devrimine diz çöktüremeyecekler. Bu ambargo karşısında İslam ülkelerine ve yeryüzünün mazlum halklarına düşen İran İslam Cumhuriyetinin yanında olmaktır. Bu onurlu dik duruş İslam devriminin kırkıncı yılındaki en büyük başarısıdır.
Büyükşeytan Amerika´nın orta doğu politikasının temelini işgalci İsrail´in güvenliği oluşturmaktadır. İran İslam Cumhuriyetinin dış politikasının temelini ise Filistin´in özgürlüğü oluşturmaktadır. Bunun için denizden nehire bütün Filistin´in özgürlüğü için, mücadele eden devlet ve örgütlerle, direniş eksenini oluşturdu. Direniş ekseninin mücadelesini temel politika olarak belirledi. İran İslam Cumhuriyetinin dış politikasını bu çerçevede değerlendirmeyenler yanlışa düşerler. İran´ın Suriye ve Yemen politikasını bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
Ben İran İslam Cumhuriyetinin bir ulus devlete ve mezhepçiliğe evirildiği kanaatinde değilim. İran ne zaman küresel istikbarla uzlaşır, işte o zaman ulus devlete evirilmiş demektir. Küresel istikbarla uzlaşmanın işareti ise denizden nehire özgür Filistin, özgür Kudüs mücadelesinden vazgeçmektir. Devrimin en büyük hedeflerinden biri İslami vahdetin sağlanması idi. Bu hedef için ?Darü´l Takrib´ çalışmaları yapılmış, vahdet haftaları düzenlenmiş, rahmetli Erbakan hocanın D-8 projesine tam destek verilmişti.
İslam Cumhuriyeti Bosna cihadına hiçbir mezhebi kaygı taşımadan silah dahil her türlü desteği vermişti. O dönemde Bosna´ya silah girdire bilmek için Hırvatlara ciddi rüşvetler verilmişti. Öyle ki Rahmetli Aliya´nın ?İran olmasaydı Bosna olmazdı´ dediği söyleniyor. Bugün Bosna şehitliğinde şehit olan İranlı generallerin kabri var. Peki bu yardımlar yapılırken Bosnalılar Şiileştirilmeye çalışıldı mı hayır. Bazı arkadaşlar Bosna´da tebliğ çalışması yapmadığı için İran´ı suçluyorlar. Bosna cihadına ciddi bir yardımda bulunmayan Vahabilerin, bugün Bosna´da cami çalışması yaparak insanları vahabileştirme çalışması yaptığı görülüyor.
Yine Sünni HAMAS ve İslami Cihad´a her türlü desteği veren İslam Cumhuriyetini Şiicilikle itham etmek biraz ağır gibi geliyor bana. Devrimin önderleri başta İmam Humeyni olmak üzere İran İslam Cumhuriyeti rehberi Seyyid Ali Hamaney ve devrimin önderleri mezhepçi tavır ve davranışları mahkûm ediyor, Müslümanları sürekli olarak bu konuda uyarıyorlar.
Devrim rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamaney Sünni Müslümanların kutsallarına saldıran Şiileri İngiliz Şii´si, Şii Müslümanların kutsallarına saldıran Sünnileri Amerikan Sünni´si olarak nitelendiriyor. Seyyid Ali Hamaney en son Hz. Fatıma´nın vefat yıldönümü dolaysı ile Şii alimleri Hz. Fatıma´nın vefatını anma programlarında İslami vahdete zarar vermemeleri noktasında da uyarıda bulundu.
Elbette İslam Cumhuriyetinin bazı görevlileri ve bazı Şii mollalar mezhepçi tavır ve eylemlerde bulundular, bulunmaya da devam ediyorlar, ancak bu mezhepçi tavır İslam Cumhuriyeti tarafından her zaman kınandı kınanıyor.
Türkiye´ye gezmeye gelen emekli bir devrim muhafızı, burada sonradan Şii olan bir molayı ziyaret eder, o molla insanları Şii olmaya davet ettiğini söyleyince, devrim muhafızı derki: İslam Cumhuriyetinin sizin gibi dostları olacağına İsrail ve Amerika gibi düşmanı olsun. İçindeki bazı mezhepçi alim ve yöneticilere rağmen İslam devrimin kadroları Müslümanların vahdeti noktasında ciddi, samimi bir gayret içerisindeler. Sünni Müslümanlar olarak bu samimi gayretlere destek olmamız gerekiyor diye düşünüyorum.
İslam Devrimi´nin içerideki hedefi ise İmam Ali´nin adalet devletini gerçekleştirmekti.
Devrimin 40 yılında İslam Cumhuriyetinin yöneticilerinin bu hedefi ne kadar gerçekleştirip gerçekleştiremediklerinin muhasebesini yapmaları gerekiyor.
İmam Ali ?Devletin dini adalettir? der. Onun devlet siyasetinde güvenlik değil adalet esastır. Onun için İmam Ali, adalet söz konusu olduğunda hiçbir zaman maslahatçı olmamıştır. İmam Ali´nin düşmanları bile onun adaletini eleştirememişlerdir.
İslam Devrimi ile Müslümanlar batıya meydan okumuş dünyaya yeni bir alternatif model sunmuşlardı. Vahyi ilahi olanı, merkeze alan sömürüye, zulme, hayır diyen bu modelin en önemli özelliği düşmanlarına bile adalet vaad etmesi idi.
Bugün devrimin 40. Yılında İslam Cumhuriyeti´nin düşmanları bile adaletine şahitlik etmeli idiler. Bugün İslam Cumhuriyeti´nin dostları bile adaletini eleştiriyorsa burada bir problem var demektir.
40. yılında İslam Cumhuriyeti ekonomik ve hukuki adaletsizliklerle yolsuzluklarla, rüşvetle, uyuşturucu ile konuşuluyorsa bir problem var demektir.
İmam Humeyni, biz dünyevi refah vaad etmedik. Biz Ramazan´ın çocuklarıyız bizi açlıkla korkutamazsınız, biz Kerbela´nın çocuklarıyız bizi ölümle de korkutamazsınız demişti. Evet İslam Devrimi dünyevi refah vaat etmemişti. Ancak ekonomik ve hukuki adalet, adilce paylaşım ve özgürlük vaad etmişti.
İslam devrimi 40. Yılında adil bir ekonomik bir düzen gerçekleştire bilseydi, Ramazan´ın çocuklarını hiçbir ekonomik ambargo etkilemezdi. Ama yolsuzluk ve adaletsizlik konuşuluyorsa Ramazan´ın çocukları bu ekonomik bedeli niye biz ödüyoruz diye sorarlar.
İslam Devrimi´nin 40. Yılında güvenlik endişeleri adalet kaygısının önüne geçmiş devlet adaleti değil güvenliği esas almaya başlamışsa İmam Ali´nin adalet devleti sekteye uğramış demektir. Çünkü onun devletinde güvenlik değil adalet esastır. Her şey ertelene bilir adalet asla.
İslam Cumhuriyetinde insanlar düşüncelerini özgürce ifade edemiyor ve ülkelerini terk etmek zorunda kalıyorsa bir problem var demektir. Zira Devrim´in en önemli söylemlerinden biri özgürlüktü.
Rahmetli İmam Humeyni devrim gerçekleştikten sonra devrimin 20 yıl sonra değerlendirilmesini istemişti. Çünkü 20 yıl sonra Devrim kendi neslini, örnek neslini yetiştirecekti. Ancak 40. Yılda Devrim böyle bir örnek nesil yetiştiremedi ne yazık ki. Bugün biz devrimi yapan nesli arıyorsak bir problem var demektir.
Küresel güçlerin bütün güçleri ile İslam Devrimi´ni yıkmak için saldırdıklarını içerden kimi hainlerin bunlara hizmet ettiklerini biliyoruz. İslam Devrimi´nin çok büyük zorluklarla mücadele ettiğinin de farkındayız ancak güvenlik kaygılarının özgürlük ve adalet ilkesinin önüne geçmemesi gerekiyor.
Küresel istikbara dik duruş ne kadar önemli ise, İslami vahdet söylemi ne kadar önemli ise içeride ekonomik ve hukuki adaletin sağlanması da o kadar önemlidir.
İslam Cumhuriyeti´ni yöneticilerinin öncelikle yolsuzlukları ortadan kaldırarak ekonomik ve hukuki adaleti sağlamaları, insanları bu konuda emin kılmaları gerekiyor.
Elbette insanın olduğu yerlerde bazı problemler olacaktır, olmaması mümkün değil. Raşid Halifeler dediğimiz dönemde, Hz. Osman´ın yönetimindeki yanlışlarını da birçok İslam alimi eleştirdi eleştiriyor. İnsanın olduğu yerde yanlışlar olur ancak, İslam Devrimi´nden sonra yönetimden kaynaklanan yanlışları eleştirirken insaflı olmak ve yapıcı olmak gerekiyor. Bu yanlışlardan bir düşmanlık üretmemek gerekiyor. Diğer yandan bu eleştirilere tahammül göstermek, eleştirileri hemen ihanetle suçlamamak ve dış güçlerin oyunu olarak görmemek gerekiyor.
Sonuç olarak, Devrim devam eden bir süreçtir. İslam Devrimi temel ilkeleri olan tevhid, adalet, özgürlük, vahdet ve direniş çizgisinde yürümek zorundadır.
Tevhid, vahdet ve direniş ilkelerindeki başarısını adalet ve özgürlük ilkelerinde de gerçekleştirebilirse daha nice 40 yıllar kutlayacaktır inşallah.
Selam olsun rahmetli İmam Humeyni´ye ve devrimin kutlu şehitlerine?