Do. Dr. Necmettin Çalışkan yazdı;
12 Eylül askeri darbesinin ülkemizde büyük acıları oldu. Şükür ki sonradan pek çoğunun izi silindi. Hatta zevahiri kurtaracak, duyguları tatmin edecek kadar hesaplaşıldı da.
Ne var ki darbenin önemli sacayağı kurumları arasında yer alan Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) halen kurulduğu gündeki gücü ile duruyor.
Zaten darbe ürünü bu kurumun elinde bulundurduğu kanun gücü, en ücra noktalarına kadar sürüyor.
ELEŞTİRİLERİN ODAĞINDAKİ KURUM
Esasen darbe sonrası ortaya çıkan kurumlardan biri olan YÖK’ün varlığı ve hareket alanı her zaman tartışma konusu olmuştur.
İktidara gelmeden herkesin hesap sorma vaadinde bulunduğu, muhalefetin de kamuoyunun da sert bir şekilde eleştirdiği bir kurumdur.
Eleştirilerin odağındaki bu kurum, iktidara gelince de kapatmak ya da yapılandırmak gibi bir tercih yerine tamamen gündemden düşer. Mevcut durumdan “nasıl yararlanırız” sorusuna cevap aranır.
YÖK’ün üniversitelere nasıl fayda sağladığı da değişik platformlarda hemen her dönem tartışılmaktadır. Ya da olmadığında, “nasıl bir kayıpla karşılaşılacağı” merak konusu olagelmiştir.
Şu net ve müsellem bir gerçek ki her ne kadar hukuki temelleri olsa da YÖK bir “askeri vesayet” ürünüdür, hatta darbenin sembolü olarak zihinlerde yer etmiştir.
Bunun tabi sonucu olarak da kuruluşundan bugüne ciddi problemleri de beraberinde taşımıştır.
KRONİK SORUNLARA ÇÖZÜM
Evet, başörtü sorunu, imam-hatip ve meslek liselerinin üniversite sınavındaki katsayı adaletsizliği ve yurtdışında eğitim gören öğrencilerin denklik problemi gibi sembolik değerdeki kronik ve stratejik sorunlar çözüldü. Bunları teslim ediyoruz. Ancak!
Genelde yüksek eğitim ve öğretimin, özelde üniversitelerin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan “YÖK’ün yapısal bir değişimden geçmesi gerektiği” hemen her kesim tarafından savunulur ama hiç gereği yapılmaz.
Aslında üniversiteler arası birliği ve koordinasyonu sağlayan, akademisyenlerin ortak paydası olan, üniversite mezunu gençlerin geleceklerine yön vermede ve istihdamında katkı sağlayacak bir kurum olarak YÖK’ün varlığı makul, hatta kanaatimizce gereklidir. Ancak bu yapısıyla değil.
Yüksek öğretimde süregelen problemler; -YÖK’ün bugünkü durumuyla kısmen çözüme kavuşsa da- eğitimin niteliğinden üniversitelerdeki kadrolaşmaya hatta üniversiteler arasındaki uçurumun artmasına kadar pek çok alanda alabildiğine yayılmıştır.
Diğer taraftan üniversite sayısındaki artış ve vakıf üniversitelerinin de varlığı YÖK’ün yönetemeyeceği bir yük ortaya çıkarmıştır.
YENİ YÖK
Şu hususun da altına çizelim ki; biz bugünkü konumuyla YÖK’ün yapısına karşıyız.
Yoksa son dönemdeki iyi niyetli ve özverili çalışmaları göz ardı edemeyiz, takdir etmek durumundayız.
Başında ilim geleneğinden gelen bir ailenin ferdinin bulunmasının avantajıyla, meselelere çözüm ve insan odaklı yaklaşım büyük avantaj sağlamaktadır.
Son birkaç dönemdir “yeni YÖK” imajıyla hakikaten olumlu icraatlara, ciddi çalışmalara imza atılıyor.
Yetki büyük ölçüde merkeziyetçilikten uzaklaştırılarak, üniversitelere devredildi ve mütemadiyen bu yetki devri devam ediyor.
Yurtdışına beyin göçünü engellemek için büyük gayretler sarf ediliyor, projeler geliştiriliyor.
Teknolojinin kullanımı ve atılımlarıyla kamu hantallığından çıkarılarak işlemler hızlanıyor, bürokrasi azaltılıyor.
Hepsinden önemlisi YÖK, kendi işiyle ilgileniyor. Peki, sorun nerde derseniz onu da bir sonraki yazıda belirtelim.