32 yıl önce kaçırılan o fırsat

Yıldıray Oğur, Kürt sorununun çözümü için dönemin yetkililerinin PKK’ya af çıkarma ve sorunu çözme düşüncesinin, Özal’ın şüpheli ölümü ile Bingöl’de 35 askerin öldürülmesi üzerine hayata geçirilemediğini belirtiyor.

32 yıl önce kaçırılan o fırsat

Öcalan’ın çağrısındaki en dikkat çekici paragrafı bir kere daha hatırlayalım:

“Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır. 1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.”

Bu paragraftakine benzer bir radikal özeleştiriyi, bugüne kadar Türkiye’deki hiçbir silahlı örgütün kurucusu hatta siyasi partinin liderinden duymamış olabiliriz.

Peki, neden Öcalan 90’ları PKK’nın ömrünü tamamladığı bir kırılma dönemi olarak görüyor?

Hatta daha da ileri gidip, kendisiyle görüşmeye gelen DEM Heyeti’ne, “93’te Özal bu kapıyı açtığında biz hep o siyasi kapıdan içeri girmek istedik. Bu sorunun siyasal yöntemlerle çözülmesini, çözülebileceğini bize ilk gösteren Özal’dır. Hatta bu çabamızın ilk şehididir. O günden bugüne 32 yıl geçti. 32 yıl boyunca ben siyasal çözüm çabalarına girdim, çok uğraştım, çok didindim. Her defasında provokasyonun her tarafında darbelerle karşılaştık” dedi.

Bunu anlamak için önce şu paragrafı okuyalım:

“Güneydoğu Anadolu’da iç barış ve istikrarın sürekliliği için toplumsal hoşgörüye uygun olarak özellikle olağanüstü hal bölgesinde terör örgütüne katılmış olup da kan dökülmesi eylemlerine girmemiş kişilerin gelip teslim olmaları halinde haklarında kovuşturma yapılmamasına ve diğer terör örgütü mensuplarının durumlarının da bu anlayış içinde le alınarak, gerekli düzenlemelerin yapılmasını hükümete bildirmeye karar vermiştir.”

Bugün henüz masada dahi olmayan bu PKK’ya af kararı, çoğunluğunu paşaların oluşturduğu Milli Güvenlik Kurulu’nun 25 Mayıs 1993 akşamı yaptığı toplantıda alındı.

Cumhurbaşkanı Demirel başkanlığında toplanan MGK’dan çıkan bu tavsiye kararı üzerine hükümet anında harekete geçti ve Bakanlar Kurulu’ndan KHK’yla bir af kararı çıkarıldı.

Türkiye’nin barışa en yakın olduğu andı bu.

Bu noktaya ise bir ay önce ölen Özal sayesinde gelinmişti.

Aslında her şey dışarıdaki iki gelişmenin tetiklemesiyle başlamıştı.

1989’da Berlin Duvarı çöktü. 1991’de Sovyetler dağıldı.

1991’de Körfez Savaşı’nda ABD, Irak’a girdi.

Reel sosyalizmin çöküşünü PKK, diğer sol örgütler gibi görmezden gelmedi.

Suriye’de olmasının sebebi bile SSCB olan bir örgüt, soğuk savaş denkleminin değiştiğini erkenden gördü ve buna vaziyet aldı.

1990 yılında topladığı ikinci konferansında Marksist ideolojiden uzaklaşma yolunda ilk adımını attı. Aynı yıl toplanan 4. Kongresi’nden de siyasi parti kurulması kararı çıktı. Halkın Emek Partisi kuruldu. 1991 seçimlerinde SHP ile ittifak yaparak 21 vekille Meclis’e girdi.

1995’deki beşinci kongrede ise metinlerden komünist içerikler çıkarıldı, örgütün ambleminden orak çekiçler kaldırıldı, genel sekreterlik yerine genel başkanlık getirildi. Kürt haklarına odaklanan, demokrasi, eşitlik, özgürlük, barış temaları kullanılmaya başlandı.

 

 

Ama aynı sıralarda meydana gelen Körfez Savaşı ise PKK’nın kendisine alan ve mühimmat bulmasına neden oldu ve şiddet tırmandı.

PKK, bu özgüvenle 1992 Ağustos’unda yılında Türkiye sınırları içinde Botan-Behdinan Savaş Hükümeti’ni kurduğu ilan etti, Şırnak’ı kısa bir süreliğine işgal etti, ağır bir yenilgiyle şehirden çekildi.

Aynı yılın ekim ayında tarihinde ilk kez cephe savaşına girip bir taraftan Barzani ve Talabani’nin ortak güçleriyle bir tarafta TSK’yla savaştı. Sandviç adı verilen operasyonla köşeye sıkışan PKK, 1000’in üstünde kayıp verdi, PKK militanlarından teslim olmamak için intihar edenler oldu. PKK, Barzani ve Talabani’nin tüm şartlarını kabul edip onların izin verdiği alana çekildi.

PKK tarihinin bu en ağır kaybı en çok Şam’daki Abdullah Öcalan’ı kızdırmış, Öcalan, aralarında Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan’ın da olduğu alandaki komutanlarını yargılamış rütbelerini söküp, hapis cezalarına çarptırmıştı. Hatta yenilgi nedeniyle kardeş Osman Öcalan idamla cezalandırılmıştı.

Devlet cephesi de soğuk savaşın bitişi ve Körfez Savaşı’ndan doğrudan etkilendi.

HEP’in kurulması, SHP ile ittifakına yol verildi.

Başbakan Demirel 8 Aralık 1991’de Diyarbakır’da meşhur konuşmasını yaptı ve Kürt realitesini tanıdı:

“Türkiye’nin birliğini, farklı kökenlerden gelenlere eşit davranarak koruyabiliriz. Buradaki insana, yani Kürtçe konuşan, Kürt asıllıyım diyen insana Kürt kimliği diyoruz. Artık buna karşı çıkmak mümkün değildir. Yani artık Kürt realitesini Türkiye tanımıştır. Eğer Türkiye’deki insanlara kardeşimiz diyorsak, Kuzey Irak’takiler de bunların kardeşi. Yani bizim kardeşimiz. O yüzden Türkiye bundan sonra Kuzey Irak’ta meydana gelecek vahşete seyirci kalamaz, kalmamalıdır.”

Körfez Savaşı’nda Saddam Kürt bölgelerinde kimyasal katliamlar yapınca, yüzbinlerce Kürt Türkiye’ye sığındı. Kürtlerle Türkiye arasında organik bir ilişki kuruldu.

Esas iddialı çıkışları ise Cumhurbaşkanı Özal yapıyordu.

1991 yılında Özal, Körfez Savaşı sırasında Iraklı Kürtler gerçeği ile tanıştı.

Cengiz Çandar aracılığıyla Talabani ile görüştü.

Özal’ın Kürt meselesindeki ilk radikal çıkışı 4 Mayıs 1992’deki “Televizyon ve radyodan Kürtçe yayın yapılmasına komutanlar sıcak bakıyor” sözleri oldu.

HEP’lilerin destek verdiği bu sözlere, o yıllarda devlette Kürt meselesinin resmen teslim edildiği Genelkurmay Başkanlığı tepki gösterdi.

 

Özal burada da durmadı, Adnan Kahveci’ye “Kürt sorunu nasıl çözülmez” başlıklı bir Kürt raporu hazırlattı:

“Askeri çözümle hiçbir ülke çözüme ulaşamamıştır. Bugün Kürt sorunu siyasal bir kriz halini almıştır. Çözüm için cesur siyasal adımlara ihtiyaç vardır. Bu nedenle Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek, Kürtler’in siyasal hakları verilmelidir. Bu durum Türkiye’de demokrasiye ufuklar açmakla kalmayıp PKK gibi terör örgütlerine olan halk desteğini de ortadan kaldıracaktır.”

Kahveci’nin raporu, Ağustos 1992 MGK’sında konuşuldu.

Özellikle Irak Kürdistan bölgesinde Güney Savaşları olarak bilinen Türkiye’nin Barzani ve Talabani ile ittifak halinde PKK ile savaştığı savaşlarda, PKK askeri olarak büyük kayıplar vermişti.

Özal, Talabani üzerinden Şam’daki Öcalan’la ilk teması kurdu.

Öcalan, yakalandıktan sonra verdiği ifadede Özal’dan gelen mesajı anlatmıştı:

“Talabani bana ‘Özal bu işi çözmek istiyor’ dedi. Özal, Talabani’ye ‘Eşref Bitlis de benden yana, bu sorunu çözeceğim’ demişti. Talabani ‘yeter ki ateşkes ilan edilsin’ demişti… Özal silahlı birliklerin bir yerde toplanmasını, ateşkesin olmasını benden istedi. Çözüm için onları kırmadım. Onlar bu şekilde çözümün gelişeceğini söylüyorlardı.”

Özal’ın kafasında net bir af formülü vardı.

Özal, Öcalan’a da aracılarla gönderdeki aklındaki formülü 9 mart 1993 günü Nevruz’la ilgili kendisiyle görüşmeye gelen HEP Genel Başkanı Ahmet Türk, Şırnak Milletvekili Orhan Doğan ve Adıyaman Milletvekili Mahmut Kılınç’a anlattı.

Formül ayrıntılıydı:

“Oluşturulacak tarafsız bir birim dağdan inen PKK’lıların tazılı itiraflarını alacak. Eylemlere katılmayanlar ise silahlarını bırakarak normal yaşama dönecek. Eylemlere katılanlar, seçme ve seçilme hakkı dahil her türlü vatandaşlık hakkından yararlanacak. Beş yıl süreyle herhangi bir eyleme katılmazlarsa verdikleri ifadelerin belgeleri imha edilecek.”

Bu af tasarısı Öcalan’ın Türkiye’ye dönüp politika yapmasına olanak sağlıyordu.

Özal, HEP’lilere böyle giderse 2020’de nüfusun dörtte üçünün Kürt olacağını, söylemiş nüfus planlanmasından ve Kürtçe TV’den de bahsetmişti.

Bu teklife evet diyen Öcalan, 16 Mart günü Lübnan’ın Bari Elyas kasabasında Talabani ile basının karşısına çıktı.

“Biz, ordu birlikleri üzerimize gelmedikçe ve çok zorunlu bir meşru savunma durumuna düşmedikçe, 20 Mart’tan 15 Nisan’a kadar ateş etmeyeceğiz. […] gelişecek saldırılar kesinlikle bizden kaynaklanmayacaktır. (…) Olası bir siyasi çözüme kendimizi hazır tuttuğumuzu belirtmek istiyoruz”

 

Devamı >>>