Tarih: 13.04.2021 17:49

31 Mart 1909 Esaretimizin Başlangıcı

Facebook Twitter Linked-in

31 Mart darbesi ile ilgili binlerce yazı, kitap, belgesel, roman ve araştırma yayınlandı.

Konuyla ilgili açığa çıkmayan/çıkarılmayan neredeyse hiçbir şey kalmadı. 

Burada anlatmak istediğim ‘31 Mart’ın ayrıntılı bir hikayesi değil. 

Sultan Abdülhamid’in 33 yıllık saltanatının sona erdirildiği, Sultan’ın hal edilerek tahttan indirildiği 31 Mart darbesinin sonuçları üzerinde durmak istiyorum. 

31 Mart 1909 günü başlayan/başlatılan sözde Şeriat yanlısı gösteriler özünde İttihat terakki Partisi ile Batılı yandaşlarının tertiplerinden başka bir şey değildir.

Her şeyin bir başlangıcı vardır. 

Rumi 31 Mart 1909 (Miladi 13 Nisan 1909) tarihi de milletimizin (Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Arnavut…) ve Osmanlı mülkünde yaşayan gayrimüslim halkların (Emeni, Süryani, Rum…) esaretlerinin başladığı, hayatlarının alt üst olduğu ve bir daha asla eski yaşantılarına dönülemediği tarihtir.

’31 Mart’ aynı zamanda her tarafı dökülmekte olan Osmanlı Devleti’nin yıkımının da fiilen başladığı/başlatıldığı tarihtir.

Sultan Abdülhamid ile ilgili yüz yıldan fazla bir zamandır çok şeyler yazılıp, çizildi.

Bu konuyla ilgili hemen herkesin bir fikri ve siyasi duruşu var.

Sultan, bazılarına göre ‘Kızıl Sultan’, bazılarına göre ise ‘Cennet Mekan Ulu Hakan’dır.

Bu konu da başlı başına ayrı bir yazı konusudur.

Sultan Abdülhamid, 16. yüzyılın sonlarından itibaren teklemeye başlayan, dünyadaki gelişmeleri, değişen üretim ve tüketim ilişkilerini doğru bir şekilde analiz ederek kendini değiştiremeyen Osmanlı Devleti’nin en buhranlı döneminde iktidara geldi.

İşi gerçekten çok zordu.

İsabetli tespit ve analizlerle ciddi reformlar yapacağına, her tarafı dökülen imparatorluğu günübirlik geçici tedbirlerle, payandalarla ayakta tutmaya çalıştı.

Etrafına toplanan çoğu yeteneksiz ve çapsız yöneticiler güvenlik esaslı ve istihbarata dayalı bir yönetim tarzı uyguladılar, saray arşivini büyük bir kısmı asılsız jurnallerle doldurdular.

Bu dönemde çağı anlamaya çalışan, devleti kurtarmak için çareler arayan Said-i Nursi, Mehmet Akif, Said Halim Paşa gibi İslamcılar ise devre dışı bırakıldılar.

Tüm bu eksik yanları ve hatalarına rağmen Sultan 2. Abdülhamid keskin zekası, sade yaşantısı, devlet idaresindeki mali tutumluluğu ve vatanseverliği ile Osmanlı tarihinin en önde gelen padişahlarından biridir.

Sonraki bir yüz yıl boyunca millet hayatında öyle korkunç şeyler yaşandı ki İttihat Terakki ve sonraki yıllardaki takipçileri millete kan kusturdular.

Süleyman Nazif gibi Sultan’ı hayattayken eleştirenler öldükten sonra; 

“Padişahım gelmemişken yada biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz.
Dem-bedem coşmakta fakr u ihtiyaç,
Her ocak sönmüş ve susmuş, millet aç.
Memleket matemde, öksüz taht u taç,
Hasret olduk eski istibdada biz.” 

Diyerek ondan özür dilediler.

Buna rağmen bazı  aymaz İslamcıların yaptığı gibi Said-i Nursi, Mehmet Akif gibi iktidarı döneminde  Sultan Abdülhamid’i eleştirenler karalanamaz.

Onlar, padişahın eksik ve yanlışlarını eleştirerek doğru olanı yaptılar. Nimet ve ulufe peşinde koşmadılar.

En büyük yanlışlığı çağı ve hayatı anlamayan, sarayın nimetleri etrafına çöreklenmiş; mevki, makam ve menfaat peşinde koşan mollalar ve medrese mensupları yaptılar.

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —