Doğalgaza bir ayda %30 küsur zam yapıp, enflasyonu düşüreceğini iddia eden bir iktidara sahibiz. Açıkçası enerji fiyatını artırıp, enflasyonu düşürebilmek önemli bir meydan okumadır. Neticede basit ve net bir hesap yapıldığında doğalgaz olmadan neredeyse adım atmadığımızı söyleyebiliriz.
Evde bulaşığı doğalgazla yıkıyor, duşumuzu doğal gazla alıyoruz. Bütün fabrikalar doğalgazla çalışıyor, ısınıyor vs. Merkez Bankası Başkanını faizi indirmedi diye görevden alıp, BOTAŞ´a doğalgazı zamlatmak perhiz/turşu diyalektiği gibi.
Faizler düşsün de evler satılsın diye bekleyen iktidarın, o evlerin kombilerinde tüketilen doğalgaza yaptığı zammın neticesinin faiz düşüşü ile hedeflenen her ne ise tam aksi olduğunu bilmesi gerekir.
Üstelik doğalgazın %30 zammının ne faizin ne dövizin artışında karşılığı var. Buna rağmen yapılan bu zammın aslında bir tür vergi olduğu açık. Amaç zam yapıp maliyeti karşılamaktan ziyade yama kapatmak.
Başka türlü olsa dünyada fiyatı gerileyen doğalgaza Türkiye´de zam yapmak kimin aklına gelir.
Faiz üzerinden bolca hamaset yapanların iş bu zamlara gelince akıllarına en ufak bir görüş beyanı gelmez. Oysa ki zam demek enflasyon demektir. Enflasyon ise fiyatlar genel düzeyindeki artıştır. Her şey gibi paranın da bir fiyatı vardır ve bizim faiz diye bildiğimiz şey aslında tam da bu paranın fiyatıdır.
Aslında faize karşı olan kişi paraya da karşı olmalıdır. Paranın fiyatı değiştikçe onun değerini korumak için ona sahip olana bir bedel ödemek gerekmektedir. Ekmeğin fiyatı varsa ekmeği almak için ödenecek paranın da fiyatı olacaktır.
Belki de faizin en büyük düşmanı gerçek sosyalistlerdir.
Bugünlerde İsviçre´de bankadan kredi çekenlerin üzerine para aldığını, bankaya para yatıranların ise para ödediğini biliyor musunuz? Hemen hemen tüm Avrupa´da faizler eksiye geldi. Bir diğer ifade ile parası olan faiz almıyor ama faiz ödüyor.
İsviçre´de Kurani hükümler mi geçerli oldu, sosyalizm iktidar mı oldu haberimiz yokken? Tabii ki hayır. Bu acaip durumun sebebi tabii ki enflasyonsuzluk. Enflasyon yoksa faiz de yok. Hatta negatif.
Bu basit gerçeği yani ekonominin kuralını anlatmak için tabii ki ülkenin Diyanet başkanı olmamanız gerekiyor.
Kendinizi siyasi iktidara angaje etmiş iseniz, hamasetle konuşursunuz. Üniversitelerin iktisat bölümleri de bunların akademik kadroları da aslında gereksizdir. Dünyada olup bitenlerin ise kıymeti yoktur.
İdeolojik bir aparat haline gelmiş iseniz sizin için söylemlerin tek bir çizgisi vardır. O çizgi de iktidarla uyum ve iktidar siyasetinin yeniden üretimidir.
Bir camide Cuma hutbesinde Atatürk´ün es geçilmesine tepki gösteren insanların infialini de aynı siyaset endüstrisinin bir sonucu olarak okumak gerekir. Ekonomist olmadığı gibi tarihçi de olmayan Diyanet´in Zafer Bayramı için yazdığı hutbenin de siyaset makamının ideolojisine paralel olmasına şaşmıyoruz.
Bir zamanlar Mısıroğlu´nun üstlendiği tarih bükümünü şimdi Bahadıroğlu´ndan gördük. Yazık ki her iki kimlik de Diyanet´in polemikli hutbelerini yazmış olsa şaşmayız.
AKP neo liberal iktisadı, 1970´lerden kalma ideolojik kılıfı ile bizlere servis ederken, Diyanet´in tüm gücü ile mazrufu es geçip zarfı pullaması ibret verici bir hikaye olarak bir kez daha karşımıza çıkıyor. Diyanet´in siyasete dini gerekçeler üretme kurumu haline geldiğini görüyoruz.
Diyanet için tabii ki üzülmüyorum. Ülkenin kaynaklarının heba olmasına, tarihin, iktisadın, sanatın, bilimin bu kadar hoyratça yıpratılmasına üzülüyorum.
Karl Marx dini, ?ruhsuz bir dünyanın ruhu? olarak tanımlamıştı. Bize devletin milyarlarca lirasına mal olan Diyanet´in sunduğu pakette ise ruhtan eser yok.
Marx´ı beğenmeyenler için Muhammed Ali´nin sözü ile bitireyim.
?Irmaklar, göller ve dalgalar hepsinin adı farklıdır ama aslında sudan oluşurlar. Dinlerin de adları farklıdır ama hepsi doğruluk içerir.?
(Muhammed Ali ülkesinin savaşında ülkesine cephe almıştır)
Ne dersiniz biz doğrunun neresindeyiz?
Zorunlu bir açıklama?
TV5´deki programda özellikle muhayyel ?Babacan partisine? dair söylediklerimi bir çok kişi ve yayın organı haberleştirip okurlarına ilettiler.
Bu arada ismini zikrettiklerim arasında yer alan bir-iki isim, böyle bir oluşumda yer almadığını sonradan münhasıran ifade etti.
Düzenli okuyanlar yazılarımın hiçbirinde bu yeni oluşumların katılımcılarına dair öngörü tahmin yapmadığımı görecektir.
Sözlü yani şifahi alanda tuttuğum öngörülerime başlarken ?muhtemel? şerhini düşmüştüm.
Kimi isimleri dahil olmadıkları bir sürece kattığım için üzgünüm.
Yeni ve güçlü bir iktidara ülkemin faydası olacağına inandığım böyle bir harekete inancım beni bu ihtiyatsızlığa sürükledi.
İnsanların bildiklerini dahi damlalıkla servis ettiği bir ortamda benim duyumlarımı ifşa etmede cömertliğim son derece tuhaf kaçtı. Kabul ediyorum.
Sözlerimin tüm kabahatini üzerime alıyorum. Sözlerimin ufacık da olsa bir faydası varsa bunu da adını zikrettiğim herkesin hanesine kaydediyorum.
Bernard Shaw´ın deyimiyle hiçbir şey yapmadan hayatımı sürdürmeye niyetim olsaydı muhtemelen (hiç) bu hata(yı) da yapmazdım.