Yunanistan krallık, cunta ve demokrasi idarelerini yaşamış bir ülke. Krallık ve özellikle cunta yıllarında, Yunanistan’da yaşayan tüm etnik ve dini unsurlar, hak ve hürriyetlerinden mahrum edildiler.
Demokratik dönemin başlangıcıyla, Yunanlılar için şartlar biraz daha iyileşti. Yunanistan, 1981 yılından beri Avrupa Birliği üyesi. Ve her fırsatta, demokrasinin beşiği olmakla övünüyor.
Yunanistan’da, yönetimler değişse de, hiç değişmeyen bir şey var: Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığa yönelik, bilinçli ve sistemli baskılar.
Yunanlılar, asimilasyondan göçe zorlamaya varıncaya kadar, çok sayıda insan hakları ihlalini yıllardır sürdürüyor. Etnik kimlik inkârı, sosyal ve dini hayat üzerindeki baskılar, eğitim yetersizliği, vatandaşlık haklarının sınırlandırılması ve ekonomik kısıtlamalar, yaşanan sorunlardan sadece birkaçı.
Birkaç örnek daha verelim.
Müslüman Türkler, yasak bölge uygulamalarıyla birbirlerinden ayrıldılar. Vakıf idarelerine ve mallarına el konuldu. Müftülüklere, yasalara aykırı olarak, görevli ayin edildi. Okul encümen heyetleri, kendi istediği öğretmenleri seçemez oldu.
Hayatın içinden birkaç örnek daha: Traktör ehliyeti almak için on yıl bekleyenler oldu. Evinin çatısını onaramayanların, çocuğunu evlendirip, yerleştirecek yuva bulamayanların sayısı her geçen gün artı.
Velhasıl, baskılar dayanılmaz bir hal aldı. Ancak Yunanistan’da yaşayan Müslüman Türk Azınlığı, varlığını, hak ve hukukunu muhafaza etmekten hiçbir zaman vazgeçmedi.
Yunanlıların asimilasyon politikasına karşı mücadelenin önemli halkalarından bir tanesi, 29 Ocak 1988 tarihindeki, “Toplumsal Dayanışma ve Milli Direnişi” olmuştur.
Bilmeyenler, unutanlar ve unutturmak gayretinde olanlar için o gün yaşananları, hep birlikte bir kez daha hatırlayalım.
4 Kasım 1987 tarihinde Yunanistan Yargıtay’ı, “Batı Trakya’da Türk yoktur” inkârı üzerinden, Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği ve Gümülcine Türk Gençler Birliği’nin kapatılması kararını onayladı. Müslüman Türkler, tam iki ay sonrasına denk gelen, 5 Ocak 1988 tarihinde bu mahkeme kararından haberdar oldular. Türk kimliğinin inkârı yetmezmiş gibi, mahkeme kararın aylar sonra bildirilmesi bardağı taşıran son damla oldu.
Türkiye, 30 Ocak’ta Davos’ta gerçekleştirilecek olan, Papandreu-Özal görüşmenin aksamaması için bu yaşananlara hiçbir tepki göstermedi. Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği’nin, 24 Ocak günü İstanbul-Taksim’de düzenlemek istediği “Yunanistan’ı Protesto Mitingi” için de izin verilmedi.
Azınlık Yüksek Kurulu, 25 Ocak’ta yaptığı toplantı neticesinde; olayları protesto etmek için bir yürüyüş tertiplenmesini, azınlık okullarının bir gün süreyle kapatılmasını ve bu kararın, telgrafla, yetkili mercilere bildirilmesini kararlaştırdı.
Yunan makamları, 29 Ocak günü Cuma namazından sonra, Gümülcine Eski Camii’nden Vilayet Konağı’na kadar yapılacak yürüyüşe izin vermedi. Gümülcine Radyosu, Yunanca ve Türkçe anonslarla, Türklerin bir araya gelmesinin yasaklandığını duyurdu.
Yetmedi: Gümülcine’ye giriş noktaları, polis barikatlarıyla kapatıldı. Kavala’dan polis gücü takviyesi yapıldı. Eski Cami ve Yeni Cami ibadete kapatıldı. O gün Gümülcine’de Cuma namazı kılınamadı.
Tüm engellemelere rağmen, Yasak Bölge dâhil olmak üzere, Batı Trakya’nın her yanından binlerce azınlık mensubu Gümülcine’ye geldi.
Bağımsız Milletvekili Ahmet Faikoğlu’nun konuşmasının ardından topluluk dağılmaya başlamıştı. Fakat bazı çatışma ve haksız tutuklama haberleri gelince, dağılmakta olan kalabalık yeniden yürüyüşe geçti. Kafkasköy, Kalkanca ve diğer noktalarda yürüyüşe katılanlar, polis şiddetine maruz kaldılar. Yaralanmalar ve tutuklamalar oldu.
Davos buluşmasının ardından Papandreu, kendisine yöneltilen bir soruya cevaben, “Özal’ın da Batı Trakya’da yaşananları provokasyon olarak nitelendirdiğini” söylemişti.
Bitmedi, devamı var.
Azınlık Yüksek Kurulu, 29 Ocak 1988’de yaşanan üzücü olaylar için, her yıl anma programları düzenlemeye başladı. Birinci yıl olaysız geçti. Ancak ikinci yıl, Eski Cami’de düzenlenen mevlitli anma toplantısı olaylı geçti.
29 Ocak 1990 tarihinde Yunanistan yerel radyoları, “bir Türk’ün tedavi gördüğü hastanede, Solakidis isimli bir Yunan’a saldırıldığı” yalan haberini verdiler. Gümülcine Maronia Kilisesi Metropoliti Damaskinos’un da çağrıda bulunduğu kulaktan kulağa yayıldı. Ertesi gün yerel basın, işi iyice abartarak, “Solakidis öldü” haberini yaptılar.
Yalan haberlerin etkisine kapılan Yunanlar, gruplar halinde, Türk esnafa ait kahvehaneye ve diğer dükkânlara taş ve sopalara saldırdılar. Helsinki İzleme Raporu’na göre, Yunanlılara ait hiçbir dükkân saldırıya uğramadı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı 1990 yılı İnsan Hakları Raporu’na göre de, Yunan polisi, saldırganlara hiçbir müdahalede bulunmadı.
Yunanlılar, polisi aşıp, orada bulunan Türklere, taş, sopa, bıçak ve demir çubuklarla saldırdılar. Buna karşılık Eski Cami cemaatinin, Türklerin sığındığı, Gümülcine Türk Gençler Birliği binasına gitmesine polis müsaade etmedi.
Gümülcine Müftüsü Mehmet Emin Aga ve Bağımsız Milletvekili Ahmet Faikoğlu da yaralananlar arasındaydı. Helsinki İzleme Raporuna göre, saldırganlar bin kişiydi. Dört yüz civarında azınlık işyerine, yarım milyon dolarlık zarar verilmişti. Ancak azınlık esnafının, saldırı ve yağmalama nedeniyle, uğradığı maddi zarar tazmin edilmedi.
Olayların üzerinden yıllar geçti. Buna rağmen, bu saldırının arka planı aydınlatılmadı. Yunanistan, “Türk” kimliğini inkâr etmeye, halen devam ediyor. Bununla birlikte, birkaç kısa belgesel dışında, o günlerde yaşananları anlatan hiçbir belge yok. 29 Ocak olayları, haber bültenlerine bile konu olmuyor. Sanki böyle bir olay, hiç yaşanmamış gibi.
Ne olursa olsun: 29 Ocak 1988 tarihi, Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığının baskılara karşı başkaldırdığı onurlu bir gün olarak tarihteki yerini almıştır. İki yıl sonrasında yaşananlar ise Yunanistan’ın alnından asla silinmeyecek kara bir gündür.