Tarih: 28.08.2024 08:17

29 Ekim 1923 Anayasa revizyonuna doğru

Facebook Twitter Linked-in

 

Mustafa Kemal ve çevresi, anayasal revizyon meselesini cumhuriyetin ilanına indirgemeyi başarmış ve bunun için en çok kullandıkları argüman da 'bir süredir zaten Ankara’da adı konulmamış bir cumhuriyet rejimi yaşandığı' iddiası olmuştur.

1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanununda 1923 yılında yapılan iki revizyon Osmanlı-Türkiye Anayasal revizyonlar tarihinde siyasi ‘etkileri en uzun süreli olan revizyonlardır’ denilebilir. Diğer anayasalarda daha hacimli revizyonlar yapılmıştır, ancak 1921 Anayasasındaki revizyonlar Cumhuriyet tarihinin seyrini daha başlangıç aşamasında belirlemiştir.

Sadece revizyonların içeriğinin incelenmesiyle değil aynı zamanda revizyonlara giden süreçlerin irdelenmesiyle, söz konusu revizyonların taşıdığı önem daha iyi anlaşılacaktır. Özellikle 29 Ekim 1923 tarihli revizyonun Cumhuriyet tarihi ve günümüz üzerindeki belirleyici etkisinin devam ettiği düşünülecek olursa bu revizyona giden sürecin taşıdığı önem daha iyi anlaşılacaktır.

Bu ülkede hakkında en fazla laf edilmiş konulardan biri olan Cumhuriyet’in ilanı meselesi, aslında bir anayasa revizyonuyla mümkün kılındığı için anayasa tarihi bağlamında da hakkında çokça yazılıp çizilmiş bir konudur. Ancak genelde tekrarlardan ibaret ve çoğu hamasetin ötesine pek geçmeyen anlatılar çıkmaktadır karşımıza.

Mevcut literatürün eleştirel okumasından yola çıkarak, (1) hem 29 Ekim revizyonunun kendisini, (2) hem Meclis’teki görüşmeler ve onay sürecini ve bu vesileyle Cumhuriyet’in ilanını (3) hem söz konusu revizyonun içeriği ve uygulanmasını (4) hem de buna verilen tepkileri daha iyi anlamak ve anlamlandırmak mümkündür. 1921 Anayasası revizyonlarıyla ilgili bundan sonraki iki yazıda bunları yapmaya çalışacağım.

Bu haftanın yazısında ise 1923’e giden sürecin son aşamasını ele almaya çalışacağım, çünkü 29 Ekim revizyonunu doğru anlamlandırabilmek için öncelikle bu süreci anlamak gerekiyor.

Başlamadan evvel bu konuyla dolaysız ilgili literatür hakkında birkaç not düşmem gerekiyor.

Öncelikle şunu söylemek isterim ki 1998 yılında yayınlanan Faruk Alpkaya’nın Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluşu (1923-1924) başlıklı kitabı sayesinde bu süreçle ilgili detaylı bilgiye ulaşmak, hatta dönem basını üzerinden bu süreci günü gününe izlemek, günümüz okuyucusu için pek zor değildir.

Bu kitaptan önce ve sonra yayınlanmış çok sayıda makale, kitap ve tez çalışması mevcut olmakla birlikte, konuyla ilgilenenler için Alpkaya’nın kitabı hala ‘zorunlu okuma’ niteliğindedir.

Daha geniş bir bağlam içinde dönemin ruhunu anlamak için (ilk baskısı 1994 yılında yapılan) Ahmet Demirel’in Birinci Meclis'te Muhalefet başlıklı kitabını da önerilerime eklemek isterim.

Son kırk yılda bu dönemle ilgili çok sayıda kitap ve makale yayınlandı, ancak yıllarca mentör ve bölüm başkanım olarak hayatımda çok önemli yer tutan Mete Tunçay hocamızın, bu konuda çığır açıcı ve artık klasikleşmiş kitaplardan biri olan (ilk baskısı 1981 yılında yapılmış) Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931) kitabı dönemle ilgili ‘zorunlu okuma’ listesinin hala en başında gelmektedir.

Diğer yandan, değişik vesilelerle yıllar içinde hep başvurduğum Alpkaya’nın kitabının gözden geçirilmiş baskısının yapılması günümüz okuyucuları için önemli bir katkı olacaktır. Bu vesileyle, kimisi metin içinde kimisi dipnotlarda verilmiş, (1) dönemin basınından alınan tüm yazıların transliterasyonlarının gözden geçirilmesi ve (2) kitabın okunmasını çok zorlaştıran (bazen sayfalarca) uzun dipnotların yeni baskıda kitap sonuna taşınması gibi müdahaleler okuyucuya büyük kolaylık sağlayacaktır.

*****

29 Ekim’e giden sürece dönecek olursak, genel hatlarıyla Ağustos ve Eylül (1923) aylarına baktığımızda şunları görürüz:

Meclis faaliyette olmadığı için muhaliflerin demokratik baskısından ‘kurtulmuş’ şekilde Lozan görüşmelerini tamamlayarak, Batı’nın onay ve desteğini garantilemiş şekilde Ankara’ya dönen (10 Ağustos 1923) İsmet İnönü, Ankara’da kendisini yine bir erk savaşımının ortasında bulmuştur.

Lozan görüşmelerine ara verildiği sırada, 1 Nisan’da Mecliste seçim kararı alınır alınmaz başlayan ve İnönü Lozan’dayken giderek hızlanan hummalı seçim kampanyası sırasında, Mustafa Kemal’in yakın dostlarından Fethi Okyar gibi ordu mensuplarının ve Ankara İstasyonunda kurduğu ‘üst’te görev alan Yunus Nadi gibi sivillerin yürüttüğü faaliyetler, giderek bariz hale gelen bir ‘Mustafa Kemal ekibi’ ortaya çıkarmıştı. Lozan’dan döndükten sonra İsmet İnönü’nün de katılımıyla güçlenen bu ‘ekip’, erk savaşının birkaç cephesinde aynı anda mücadele vermekteydi.

İlk olarak Aralık 1922’de Mustafa Kemal tarafından kurulacağı ilan edilen ve o günden itibaren hiç gündemden düşmeyen Fırka çalışmaları ve seçilen mebusların Temmuz ayından itibaren Ankara’ya gelmeleriyle başlayan yeni Meclis çalışmaları doğal olarak iç içe geçmiştir. Sadece kadrolaşma bağlamında değil, Fırka Nizamnamesi (Parti Tüzüğü) hazırlıkları bağlamında da devam eden bu iç içelik, bu sırada gündeme gelen anayasa tartışmaları ve hazırlık çalışmalarının da bunlara eklenmesiyle daha kompleks bir şekil almıştır.

Ağustos ayında sadece Ankara’da Mustafa Kemal’in yakınında olanların takip edebildikleri grup çalışmalarında ilkesel olarak yeni bir anayasa ihtimalinin de anayasa revizyonu kadar gündemde olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim geçen haftaki yazımın konusu olan Mustafa Kemal imzalı anayasa taslağı da bu dönemde gündemde olmalıdır.

Ancak basındaki tartışmalardan anlaşıldığı kadarıyla, konu Eylül ayının üçüncü haftasında bir kez daha gündemde başa oturduğunda, artık yeni anayasa değil, 1921 Anayasasının bazı maddelerinin ‘tadilatı’ veya ‘ek maddeler’, yani revizyon gündemdedir.

Ankara İstasyon binasında veya Mustafa Kemal’in akşam yemeklerinde bir araya gelen küçük gruplar içinde yapılan tartışmalara bir dönem katılan Kazım Karabekir, bu ortamlarda yeterince inisiyatif alamadığını gördüğünden ve aslında konu mankeni durumuna düşmek istemediğinden ayrılmıştır. Mustafa Kemal daha sonra kendisini ikna edip tekrar toplantılara getirse de bu faaliyetler sırasında artık ‘kaygılı bir izleyici’ konumunda olduğu ve kısa süre sonra süreçten koptuğu anlaşılmaktadır.

Diğer yandan Ağustos ayının ikinci haftasında, anayasa revizyonu meselesi gündeme geldiğinde basına verdiği demeçte, “Fırka resmen kurulduktan sonra bu işin konuşulacağını” söyleyen TBMM Başkan Vekili Ali Fuat Cebesoy da Eylül ayındaki anayasa tartışmalarının dışında kalmıştır. Buna karşılık anayasal revizyona, dolayısıyla cumhuriyetin ilanına giden yolda en önemli dönüm noktası olan -Ekim ayının sonunda patlak verecek- ‘Meclis İkinci Başkanlığı ve hükümet krizi’nin merkezinde bulacaktır kendisini.

29 Ekim 1923’te Mecliste yapılacak anayasa revizyonu ve dolayısıyla cumhuriyetin ilanıyla bitecek olan bu krizi, söz konusu revizyonla birlikte gelecek yazıda daha detaylı ele alacağım.

*****

Aslında daha ziyade sembolik bir öneme sahip olan ‘cumhuriyet’ sorunsalına odaklanan tartışma, Eylül ayının son haftasından itibaren, diğer tartışmaların önüne geçmiştir.

Öncelikle Ankara’da yayınlanan Mustafa Kemal yanlısı gazetelerden Yunus Nadi’nin Anadolu'da Yeni Gün gazetesinde 23 Eylül tarihinde yayınlanan bir yazıda anayasa hakkındaki tartışmaların bir-iki hafta içinde başlayacağı belirtilmiştir. Oysa tartışmalar çoktan başlamıştır. Söz konusu yazıda altı çizilen ‘meselenin öncelikle Fırka içinde tartışıldıktan sonra Meclise geleceği’ uyarısının sürecin içindeki diğer aktörler tarafından da ısrarlara tekrarlanması, süreci yürütenlerin prosedürlere verdiği önemi göstermektedir.

Ancak meseleyi gündemin adeta bir numaralı konusu haline getirecek olan, Mustafa Kemal’in Viyana gazetelerinden Neue Freie Presse muhabiri Josef Hans Lazar’a 23 Eylül’de verdiği (Almanca gazetede 2 Ekim 1923’te yayınlanacak olan) demecin 24 Eylül’den itibaren Türkçe gazetelerde haber olarak yayınlanması olmuştur.

Konunun basında tartışılmasını isteyen Mustafa Kemal’in, bu demecin Viyana’da Almanca yayınlanmasını beklemeden, mülakattan hemen sonra Türkçe basında haber olarak yayınlattığı açıktır. Bu arada, on gün sonra yayınlanacak olan mülakatta, cumhuriyet meselesi kadar Mustafa Kemal’in “Batı’nın Osmanlı/Türkiye karşısındaki anlayışsız/dışlayıcı tutumu” ile ilgili serzenişi ve “Avrupa’yla ilişkiler geliştirmek için çalışıldığı” öne çıkan diğer konular olmuştur. Ancak dönem basınında ve sonradan tarihyazımında bu boyut ihmal edilmiştir.

Neue Freie Presse gazetesinde yayınlanmadan mülakatın ertesi gün Türkçe basında haber yapılmasıyla hedeflenen amaca ulaşılmıştır: Eylül ayının son haftasından itibaren bir ay boyunca basının en fazla meşgul olduğu konulardan biri cumhuriyet meselesi olacaktır.

Nitekim sonraki günlerde Mustafa Kemal’in demecinin tamamı da gazetelerde yayınlanmış ve böylece basında anayasa meselesi neredeyse sadece ‘cumhuriyet sorunsalı’ bağlamında tartışılmaya başlanmıştır.

Mustafa Kemal ve çevresi, anayasal revizyon meselesini cumhuriyetin ilanına indirgemeyi başarmış ve bunun için en çok kullandıkları argüman da “bir süredir zaten Ankara’da adı konulmamış bir cumhuriyet rejimi yaşandığı” iddiası olmuştur.

Bir süredir çalışmalarını yürüten, aslında resmi niteliği olmadığı için özellikle İstanbul’daki muhalifler tarafından serzenişle anılan Mütehassıslar Encümeni (Uzmanlar Komisyonu) üyeleri de basının bu konudaki sorularını cevaplarken aynı iddiayı tekrarlamışlardır.

Aynı şeyi anayasal revizyon konusunda rezervleri olanların da yaptığını, ama bunu yaparken ısrarlı bir şekilde ve savunmacı bir dille cumhuriyete karşı olmadıklarını eklemek zorunda hissettiklerini belirtmek gerekir. Asıl sorun ettikleri şey olan Mustafa Kemal önderliğindeki bir diktatörlük inşası kaygısı ikinci plana itilmiştir.

Basında konuya eleştirel yaklaşan Ebuzziya Tevfik gibi önemli kalemler de bir anda kendilerini “cumhuriyete ilkesel olarak karşı olmadıklarını ve ‘hakimiyet-i milliye’ye dayanan mevcut rejimin zaten cumhuriyetten farklı olmadığını’ anlatma çabası içinde bulmuşlardır.

Bu arada yeni toplanmış Mecliste de bu konuda ‘iki grubun oluştuğu’ yönünde haberler basında yayınlanmaya başlanmıştır, ama spekülasyondan öteye geçmeyen bu haberlerde hangi grubun kimlerden oluştuğu ve anayasal revizyon veya cumhuriyet konusunda ne düşündükleri açık değildir.

Böylelikle mesele ‘cumhuriyet taraftarlığı ve karşıtlığı’ tartışmalarına indirgenmiştir. Bu sayede, nerdeyse hiçbiri ilkesel olarak cumhuriyete karşı olmayan, ama bu hamle Mustafa Kemal diktatörlüğünü pekiştireceği için anayasal revizyon konusunda rezervleri olan herkesin adeta cumhuriyet karşıtı gibi sunulmasına zemin hazırlamıştır. Bu ithamla karşılaşanlar da enerjilerinin çoğunu, asıl dertlerini anlatmaktan ziyade bu iddianın doğru olmadığını kanıtlamaya harcamışlardır. Oysa Mustafa Kemal ve çevresinin söylemine benzer olarak diktatörlük kaygısı nedeniyle anayasal revizyon konusunda rezervleri olanlar da mevcut yapının zaten cumhuriyetin gereği olan ‘hakimiyeti milliye’ üzerine kurulu olduğunu, önemli olanın bunun korunması olduğunu söylemekle yetinmişlerdir.

*****

Bu arada geri planda prosedüre uygun hazırlıklar sürdürülmüş ve resmi niteliği olmayan geniş Uzmanlar Komisyonu tarafından hazırlanmış taslak 25 Eylül’de Fırka Divanına sunulmuştur. Divan da üzerinde çalışılması için taslağı Fırka içinde oluşturulmuş komisyona 4 Ekim’de havale etmiştir.

Bu noktaya gelindiğinde artık Fırka Divanında devletin adının Türkiye Cumhuriyeti olacağının kabul edildiği dönem basınında açıkça yazılmaya başlanmıştır. Nitekim Ekim ayının ilk iki haftasında Fırka Divanı’nda hakim olan eğilimler ve özellikle Komisyonun çalışmalarında ortaya çıkmaya başlayan temel ilkeler de basında yayınlanmıştır.

Ekim ayında yaşanan önemli bir gelişme de yine Mustafa Kemal’in Neue Freie Presse muhabirine verdiği demeçte ‘zaten var olan duruma yasallık kazandırılması’ çerçevesinde “Yeni Türkiye’nin başkentinin Ankara olduğu” ifadesidir. Fakat bu ifade basında cumhuriyet meselesi kadar yer bulmamıştır. Akabinde, 13 Ekim 1923 günü Mecliste Ankara’nın başkent olmasıyla ilgili karar kolayca alınmıştır. Ancak bu sırada kararın anayasaya da konulmasına değinilmesi, anayasal değişimin artık tartışmasız kabul gördüğünü göstermektedir.

*****

Bu arada Mustafa Kemal başta olmak üzere anayasa çalışmalarının merkezinde olanlar tarafından verilen demeçlerden, artık konunun kesinlikle yeni anayasa değil, sadece bir anayasa revizyonu olacağı netleşmiştir.

Nihayet Ekim ayının ortasına gelindiğinde Komisyonun ulaştığı sonuç Anadolu Ajansı üzerinden resmen kamuoyuyla paylaşılmıştır.

Kamuoyu artık bir anayasal revizyon aracılığıyla cumhuriyetin ilanının kapıda olduğunu, en önemli tartışma konusunun ‘Cumhurbaşkanına ve Bakanlar Kuruluna verilecek yetkiler’ ile ‘bu bağlamda Meclisin yeni statüsü/gücü’ olduğunu bilmektedir. Ancak konunun ne zaman Halk Fırkası Grubuna ve ardından Meclise geleceği ve yeni dönemin ‘mülayim’ muhaliflerinin konuyla ilgili nasıl bir tavır sergileyecekleri henüz bilinmemektedir.

Bunu öğrenmek için de fazla beklemeye gerek kalmayacaktır. Ekim ayının sonunda kopan ya da Mustafa Kemal tarafından kopartılan bir siyasi kriz, bu konuda yapacağı hamle için Mustafa Kemal tarafından çok iyi bir fırsat olarak kullanılmıştır.

Dananın kuyruğunun kopacağı, daha doğrusu koparılacağı Ekim aynın son haftasında, Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Rauf Orbay ve Adnan Adıvar gibi dönemin önde gelen isimlerinin Ankara dışında olmasının da fırsat olarak kullanıldığı açıktır. Ancak o sırada İstanbul’da toplanmış olan bu grubun kendi aralarındaki görüşmeler ve Halife Abdülmecit’i ziyaretleri basın tarafından yakından, Mustafa Kemal ekibi tarafından ise kaygıyla takip edilmektedir.

1921 Anayasasında yapılacak ikinci revizyona giden bu sürecin son aşamasını ve nihayet revizyonunun Mecliste onaylanması sonucunda gerçekleşecek olan Cumhuriyet’in ilanını, yazıyı daha fazla uzatmamak için sonraki Tarih Tersleri yazısına bırakıyorum …

Bülent Bilmez kimdir?

Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —