28 Şubat: Masum değiliz hiçbirimiz

Yıldız Ramazanoğlu- 28.02.2018

28 Şubat: Masum değiliz hiçbirimiz

28 Şubat darbesi hakkında yazmayalı çok olmuş. Efradını cami bir yazı yazmanın güçlüğüyle alakalı sanırım bu durum. Konuşulacaksa evveli ve ahiriyle işin kökenine inerek konuşmak elzem. Aksi halde her meselede olduğu gibi başkalarını suçlayarak işin içinden çıkar ve birikmiş meseleleri çığ gibi birbiri üzerine yığmaktan başka bir şey yapmamış oluruz. 

Osmanlının 1. Dünya Savaşından sonra tesbih tanesi gibi dağılmasıyla bölgedeki ulus devletlerin önü açıldı. Cumhuriyetin Batıcılık ve ulusçuluk üzerinde yükselen paradigması milletin kimliğini bütün bileşenleriyle kabul etme ve muteber addetmede zafiyet içindeydi. Toplumun genel manada cumhuriyetle bir problemi yoktu fakat jakoben elitist üsttenci Kemalist söylem, yüzyılların içinden süzülerek gelen inanç kültür toplum birikimini hiçe saymıştı. Masa başında çalakalem kurgulanmış bir insan yaratma ülküsü en çok tartışılan meselemiz. Bu yönüyle 28 Şubat yeni bir şey değildi. Etnik baskı ve kıyımların ardından bu sefer de kimliğimizin inanç boyutuna yönelen bir darbeydi sadece. Bu ülkenin en büyük problemi insanlara nasıl düşünüp nasıl yaşaması gerektiğini radikal biçimde dikte eden sistemin bir türlü dönüştürülememesi. Son on yılda vesayetin bütün vecheleriyle kökten geriletilmesi için atılan büyük adımlardan sonra sağlam bir sistem tartışmasının eleştirisinin yapılamaması. 

***

Başörtülü kadınlara yönelik dünyada benzeri az bulunur hak ihlalleri cana kastedilmediği için yeterince anlaşılamadı. İkna Odası romanımı okuyan bir ilahiyat hocamız meseleyi bu kadar dramatize etmemizin yanlış olduğunu, nihayetinde bir kadının üniversiteye gidemiyorsa evinde eşiyle mutlu olabileceğini söylemesi kırılma noktasıdır benim için. Meseleyi en iyi anlamasını beklediğimiz kişilerin bile biganeliği. Kendi üniversitemde yasaklar başlayınca memleketlerinden çıkıp gelen, tıp fakültesinin ileri sınıflarındaki kızlarını bile alıp götürmek için harekete geçen, rektörle bir görüşelim bakalım deme gereği bile duymayan babaları hatırlıyorum. Neden sonra büyük mücadeleler verildi elbette. Genç kadınların canına kastedilmediği için akıl almaz haksızlık farklı kesimler tarafından yeterince ciddiye alınmıyordu. Oysa en temel haklardan inanç ve eğitim hakkınız elinizden alınınca, bu evliliğinizin şekillenmesinden hayattaki duruşunuza kadar sizi ölene kadar etkilemekle kalmıyor, bütün aileyi çevreyi sarsıyor. Gelecek tasavvurunuz, hayalleriniz, çevreyle kurmayı planladığınız iletişim ve etkileşim tarzınız elinizden alındığı gibi bir de istenmeyen aşağı arkaik zararlı ülkesini karanlığa sürükleyen biri olarak işaretleniyorsunuz. Kuşağımızın kadınları mütedeyyin entelektüel erkeklerin de esas kadın olarak başörtülü olmayan kadınlara değer verdiği, sessizce aşağılama korosuna katıldıkları zamanların şahidi ne yazık ki. Bu daha derinden giden yok sayma, kaale almama travmasının genç kuşaklardaki etkisi ise henüz ölçülebilir araştırmaların konusu olmuş değil. Şimdilik görmezden gelinen dağılmalar savrulmalar hakkında da önden gidip yolu açmak yerine, arkadan sürüklenmek mukadder görünüyor.      

***

Jakobenlerin ettiğini konuşalım senelerce. Peki hala kadına nesne ve mülk gözüyle bakan, din adına nice hakaretler yağdıran, konumlar biçen kanaat önderlerinin açtığı yaraları konuşabilecek miyiz? Sevgiden saygıdan iz´andan yoksun üslupları, insanı, zamanı,  İslamı, Peygamberimizi kavramaktan uzak yaklaşımlarıyla kadınlara yönelik şiddete istismara verdikleri desteğin bilincindeler mi. Bu insanların erkeğe ve kadına ayrı ahlak ve fıkıh öneren din anlayışlarını İslamla telif etmek mümkün mü? 28 Şubat bin yıl sürecekse eğer, kadını cinsel kimliğine hapsetmeyi öngören, insanlık tahtında eşitlenmeyi, takvayı cinsiyetin önünde tutmayı zül addeden anlayışların gençlere sürekli aktarılmasıyla sürecek.