Independent Türkçe'de daha önce yayımlanan makalelerimde ağırlıkla 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasını ele aldım. Yaşanan adaletsizlikleri bir şekilde darbeyle yüzleşme bakış açısıyla değerlendirirken, darbe öncesi dönemi zamana bırakma zorunda hissettim kendimi.
Neden derseniz, adalet duygum bunu gerektiriyordu demekten başka bir açıklama yapamam…
Öte yandan hakikat kovalar. Şimdi sıra darbe öncesinde diyerek, 27 Mayıs 1960 darbesine sürüklenişi getirip önümüze kişiliklerde, olaylarda, siyasi iklimde koyar...
Demokrat Parti (DP), tek parti diktatörlüğünün uygulamalarına karşı biriken çoklu toplumsal tepkilere dayanarak 1950 genel seçimlerini kazanmış ve iktidara gelmişti.
Türkiye'nin kabul ettiği Truman Doktrini ve aldığı Marshall Yardımı'nın sağladığı uygun dış siyasi iklimin etkisiyle DP iktidarı 1950-1954 yılları arasında ekonomik olarak en iyi dönemini yaşadı.
Bu etkiyle 1954 seçimlerini oylarını yükselterek kazandı. Ancak 1954-57 yılları arasında aynı siyasi performansı gösteremedi, önce duraklama ve sonra düşüş sürecine girdi.
27 Ekim 1957 genel seçim sonuçları, DP'nin düşüş sürecinin aleni ifadesi idi. Bu seçimlerde DP yüzde 47,2 oy alırken, CHP yüzde 40,82 oy oranına ulaşmıştı.
Diğer iki küçük parti Hürriyet Partisi(HP) yüzde 3,82, Cumhuriyetçi Millet Partisi(CMP) yüzde 7,19 oy alınca, muhalefet partilerinin toplam oyu, DP oylarının önüne geçecekti.
1957 genel seçimlerinin adil yapılmadığı, sandığa bir şekilde müdahale edildiği yönündeki iddialar yaygındı. Bunun sonucu Gaziantep, Giresun, Kayseri, Çanakkale ve Samsun başta olmak üzere ülkenin birçok kent ve ilçe merkezinde protesto gösterileri boy vermeye başladı.
DP iktidarının halk itirazlarına yaklaşımı tek parti döneminin uygulamalarını anımsatacaktı. Polis baskısı artıyor, gözaltı ve tutuklamalar yaygınlaşıyordu. Çok sürmeyecek, nispi özgürlükler kısıtlanacaktı.
Basın özgürlüğünü kısıtlama, Meclis İç Tüzüğü'nü değiştirerek milletvekillerinin konuşma hakkını daraltma, Yargıtay üyelerinin gerekçesiz emekli edilmesi ve her alanda hak ve özgürlükleri ortadan kaldırma yoluna gidilecekti.
DP İktidarı, siyasi partiler ve basın
1958 yılında Cumhuriyetçi Millet Partisi ile Türkiye Köylü Partisi'nin birleşmesiyle kurulan. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) 1959 yılında kapatıldı ve Genel Başkanı Osman Bölükbaşı hapse atıldı. Milletvekili seçildiği Kırşehir ise cezalandırıldı, İlçe yapıldı.
27 Nisan 1959'da CHP Genel Başkanı İnönü katılmak için gittiği Uşak ilindeki CHP Kongresi'nden İzmir'e dönmek için trene binerken, DP taraftarlarının saldırısına uğradı ve kendisine taş atıldı. DP taraftarları ardından İzmir'de Demokrat İzmir gazetesini bastı ve gazetenin makinelerini tahrip etti.
Uşak ve İzmir olayları le ilgili muhalefet partilerinin açıklamalarına karşı DP iktidarının yanıtı yayın yasağı olurken, muhalif gazetelerin yanıtı gazetelerin birinci sayfalarının boş beyaz sütunlarla çıkması oldu.
3 Mayıs 1959 günü uçakla İstanbul'a gelen İnönü, Topkapı'dan geçerken, arabası trafik müdürü tarafından durduruldu. Araba durunca ellerinde sopalar ve taşlarla militanlar İnönü'nün arabasına saldırdı.
Orada bulunan Binbaşı Kenan Bayraktar'ın yanındaki askerlerle olaya müdahalesi sonucu ancak İnönü'nün arabasına yol açılabildi.
Görünen Türkiye'nin 1960 yılına derinleşme eğilimi gösteren bir toplumsal kutuplaşma ile girdiği idi. DP İktidarının ön ayak olmasıyla Vatan Cephesi kurulmuştu bile…
Vatanı sevenlerin Vatan Cephesi ve "ötekiler" cephesi yönlü cepheleşme, doğrudan DP iktidarı tarafından teşvik ediliyordu.
Bir de Kayseri meselesi vardı… 1960 yılına girildiğinde olaylar durulmuyor, birbirini izliyordu.
İnönü, Ankara'dan Kayseri'ye CHP il Kongresi'ne gitmeye hazırlanırken, 2 Nisan'da Kayseri Valisi'nden bir telgraf aldı. Telgrafta İnönü'nün Kayseri'ye gelmemesi isteniyordu.
Vali'nin bu hareketini "maskaralık" olarak niteleyerek Kayseri'ye hareket eden İnönü'nün içinde bulunduğu tren, Kayseri yakınlarındaki Himmet Dede İstasyonu'nda durduruldu. Trenin Kayseri'ye girmesi yasaklanmıştı.
Bu noktada İnönü, yetkililere "Beni mi şehre sokmuyorsunuz? Örfi idare mi ilan ettiniz?.. Bu talimatınızı reddediyorum..." dedi ve Kayseri'ye gitti.
Kongrede konuştuktan sonra ertesi gün, Kayseri'den Yeşilhisar yoluyla Ankara'ya dönerken yolu bu kez İncesu'ya giden köprüde kesildi. Köprü askeri birlikler tarafından tutulmuştu. Başlarında Kayseri Valisi Ahmet Kınık ve Emniyet Genel Müdürü vardı.
İnönü tınmadı. Aracından inerek İncesu'daki köprüyü yürüyerek geçti. Askeri barikatları aşarken askeri birliğin komutanı Binbaşıya "Ateş emri verecek misin?" diye sordu.
Binbaşı, "Paşam, size ateş ettirmektense kendime ateş edip intihar ederim" dedi; ama hemen ertesi gün görevinden alındı. Bu Binbaşı, Selahattin Çetiner'di.
Askerin hükümetin emrini dinlememesi, İnönü'ye karşı zor kullanmaması ve durdurmaması DP hükûmetine bir mesaj olmalıydı.
Oldu mu?
Kayseri olaylarından hemen sonra, DP grubu 12 Nisan günü 5,5 saat süren olağanüstü bir toplantı yaptı ve CHP hakkında Meclis Tahkikatı açılmasına karar verdi.
Olmamış.
18 Nisan 1960'ta DP'nin bu önerisi, Meclis'te DP çoğunluğu tarafından kabul edildi ve tüm üyeleri DP milletvekili olan 15 kişilik Tahkikat Komisyonu kuruldu. Bu komisyonun tam ismi "CHP ve Bir Kısım Basını İncelemekle Yetkili Tahkikat Komisyonu" oldu.
Bu konu görüşülürken, İnönü Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmasında, "Bu yaptıklarınızı iyi düşünün. Biz ihtilal metotları takip ederiz, seçimsiz iktidara gelmek isteriz diyorsunuz. Şimdi iktidarda bulunanlar gibilerin, milletleri ihtilale nasıl zorladıkları insan hakları beyannamesine girmiştir. Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa, o memlekette ihtilal mutlaka olur. Böyle bir ihtilal bizim dışımızda, bizimle ilişkisi olmayanlar tarafından yapılacaktır... Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam" demişti.
Uyarı yeterince açık değil mi?
Tahkikat Komisyonu'na yetki veren Salahiyet Kanunu
Öte yandan DP iktidarının buna yanıtı, ancak 27 Nisan 1960'da Tahkikat Komisyonu'na yetki veren hukuka aykırı "Salahiyet Kanunu'nun Meclis'te milletvekillerinin çoğunluğunun oylarıyla kabul edilmesi oldu.
Bu kanun, muhalefet tarafından DP iktidarının diktaya doğru yönelmesinin hukuksal kanıtı olarak ele alınırken, ordudaki darbeci unsurlar tarafından da darbenin yapılmasının esaslı bir gerekçesi oldu.
Tahkikat Komisyonu'nun "Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun"unun temel maddelerine gelince… En kısa şekliyle şöyle özetleyebiliriz:
- Savcılık, mahkemeler, askeri mahkemeler ve adli amirlere tanınan yetkiler bu komisyona verilmişti.
- Komisyona her türlü yayını en geniş şekliyle yasaklama yetkisi verilmişti. Basımını yapan matbaanın kapatılması ve dağıtımını yasaklama yetkisi buna dahildi...
- Komisyon siyasi parti toplantılarını yasaklama yetkisine sahipti.
- Komisyonun kararlarına itiraz edilemezdi (İtiraz edilecek bir merci ve makam da yoktu ya!). Bu kararlara itiraz edenler tutuklanarak, 1 yıldan 3 yıla kadar cezaevinde kalabilirdi.
Ve ilk yasaklar
Tahkikat Komisyonu'na yetkiler veren Salahiyet Kanunu, 27 Nisan 1960 günü Meclis'te kabul edildi.
Tahkikat Komisyonu daha Meclis'te görüşülürken, ana muhalefet lideri İnönü'ye Meclis'ten 12 celse çıkarılma cezası verildi.
Tahkikat Komisyonu Meclis görüşmelerine yayın yasağı konuldu.
Menderes, Başgil'in ferasetine başvuruyor
Bütün bu gelişmeler endişe vericiydi.
En çok da Başbakan Adnan Menderes için endişe verici olmalıydı ki yanı başında "ittihatçı-komitacı" bir Cumhurbaşkanı dururken üniversite hocasını arıyordu.
Prof. Ali Fuad Başgil'di bu!
Menderes, Prof. Ali Fuad Başgil'in ferasetine güven duyardı. Sadece Menderes değil, DP cenahı genelde güven duyardı.
Menderes bu endişe verici gelişmelerle ilgili fikrini almak için Başgil'i Ankara'ya davet etti.
Menderes'in daveti üzerine Ankara'ya gelen Başgil, 30 Nisan akşamı Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Meclis Başkanı Refik Koraltan, Başbakan Menderes ve bazı bakanların bulunduğu bir yemeğe katıldı.
İstanbul'daki olayları değerlendirmesi istenince Başgil, 28 Nisan'da çıkarılan Salahiyetler Kanun'una tepkilerin boyutlarını, üniversitedeki olaylara dair kendi izlenimlerini ve bu kanun hakkındaki görüşlerini açıkladı.
Salahiyetler Kanunu ile kurulmuş olan Tahkikat Komisyonu'na verilen yetkilerin, gerek basın hakkında tahkikat açılması gerek çeşitli kişi ve kurumların sorgulanmasının ve Meclis'teki müzakerelerin Resmî Gazete dışında basına açıklama yasağının, açıklık ilkesine göre Anayasa'ya aykırılık oluşturacağını ifade etti.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Bayar Başgil'e hitaben, "şimdi fiilen vuku bulmuş bir durumun karşısındayız: Tahkikat Komisyonu kurulmuş, Salahiyetler Kanunu çıkarılmış ve ayaklanmalara sebep olmuştur. Bu vaziyet karşısında ne yapmalıyız? Sayın Profesör bize ne tavsiyelerde bulunabilir?"
Ali Fuad Başgil buna cevaben son derece ihtiyatlı davranılmasını, Salahiyetler Kanunu'nu tatbik etmeyerek Meclis'e geri göndermelerini, gençliğe karşı da çok sert tedbirlere başvurulmamasını tavsiye etti.
Celal Bayar: Tenkit zamanı geçmiştir, şimdi tahrikçileri tenkil zamanıdır
Cumhurbaşkanı ise Başgil'in bu görüşlerine katılmaz; "Aksine son derece sert davranılmasını ve tahrikçilerin örnek olsun diye cezalandırılması gerektiğini" söyler.
Üstelik bu görüşlerini, "suçluları son derece sert ve ibret olacak şekilde cezalandırma anlamında" anlamında "tenkil" kelimesini kullanarak açıklar.
Başgil "tenkit"mi demek istiyor acaba diye ifadenin açıklamasını isteyince, Bayar kızgınlığını belli edecek şekilde, "tenkit zamanı geçmiştir, şimdi tahrikçileri tenkil zamanıdır" diye cevap verir. *
Başgil de Cumhurbaşkanı'nın bu fikrine katılmamaktadır. "Bana göre bu sahne artık bundan böyle ordunun üniversite gençliği ile kader birliği yaptığını gösterir. Ve işin vahim, hem de pek vahim tarafı budur." (…) "Tekrar ediyorum çok büyük bir ihtiyatla hareket etmek ve şiddet tedbirlerine başvurmadan önce bütün ihmalleri hesaba katmak lazımdır."
İşin tam bu noktasında Menderes söze karışır ve bu çıkmazdan kurtulmak için kendilerine ne tavsiye edeceklerini sorar. Başgil daha dar bir toplantıda konuyu ele almayı teklif edince Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Meclis Başkanı Refik Koraltan, Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Prof. Ali Fuad Başgil'in katılımıyla beşli bir görüşme yapılır.
TBMM Başkanı Refik Koraltan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu / Kolaj: Independent Türkçe
Yapılan beşli görüşmede Başgil "Her ne ise mevzuumuza gelelim, dedi. Mademki memleketimizin siyaseti, belki de tarihi kaderi hakkında kesin bir müzakereye gireceğiz. O halde Cumhurbaşkanı müsaade ederse Hariciye Vekilini de çağıralım." …
Bunun üzerine, hemen Fatin Rüştü Zorlu'da toplantıya katıldı.
Beşli toplantı Başgil'in şu konuşmasıyla başladı:
Böyle nazik zamanlarda zaman dardır. Harekete geçip, acele tedbir almak lazımdır. Tekrar söylüyorum, eğer felaketten sakınmak isteniyorsa, fikrimce doğrudan doğruya kuvvete başvurma bir kenara bırakılmalıdır. Bir rejimin kendini ayakta tutması ve karşılaştığı güçlükleri yenmesi için sahip olduğu tedbirlerden kuvvete müracaatı sona bırakılmalıdır. Bu hale düşmeden, size teklif edeceğim hal tarzı şudur:
Her şeyden önce Menderes Kabinesi derhal istifa etmelidir. Bundan sonra mümkün olduğu nisbette, muhalefete de birkaç bakanlık vererek, Meclisteki mutedil şahsiyetlerden yeni bir kabine kurmalıdır. Böylece bir nevi Koalisyon Kabinesi, daha doğrusu milli birlik hükümeti kurulmuş olacaktır.
Bu yeni hükümet, kendisinden öncekinin takip ettiği politikayı bir yana bırakarak tam bir serbesti içinde kararlarını alacak ve Meclis'e, Anayasa'ya aykırı olduğu iddia edilen kanunların, bilhassa Salahiyetler Kanunu'nun tadilini teklif edebilecektir. Bu şekilde hareket edince, artık muhalefet, hükümeti itham etmek için bir bahane bulamayacak ve siyasi tansiyon düşecektir.
Celal Bayar bu teklife şiddete karşı koydu.
Bu şekilde hareket bir zaaf alameti olur ve rakiplerimizi cesaretlendirmekten başka bir netice doğurmaz. Bu buhran anında hükümeti değiştirmekten daha yersiz bir hareket olamaz. Bilakis metanetimizi ispat etmek ve doğruca son derece sert tedbir alma yoluna gitmek lazımdır.