Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

25 yıl sonunda İstanbul kaybedildi... Peki şimdi?

ABD Columbia Üniversitesi´nde karşılaştırmalı siyaset alanında dersler veren Abdullah Aydoğan, 23 Haziran seçimleri üzerinden değerlendirmede bulunuyor.

25 yıl sonunda İstanbul kaybedildi... Peki şimdi?

Erdoğan, İstanbul´u 1994 yılında yaklaşık yüzde 25 oy desteğiyle SHP´li belediye başkanından devralmıştı. Yenilenen seçimde oyların yaklaşık yüzde 55´ini İmamoğlu´nun almasıyla 25 yıl sonra tekrar sol bir partinin (CHP) idaresine geçti, İstanbul... Peki, İmamoğlu´nun bu zaferi Türkiye´de demokrasinin geleceği adına neler ifade ediyor?

Ekrem İmamoğlu muhakkak ki çok büyük ve beklenmedik bir başarı kazandı. Nihayetinde İstanbul, Türkiye ekonomisinin yüzde 30´undan fazlasına hakim. Ayrıca Adalet ve Kalkınma Partisi´nin patronaj ağları adına çok hayati bir önemi vardı. Bu yüzden AK Parti için çok önemli bir kayıp. İzmir ve Ankara gibi şehirlerin de CHP tarafından kazanılmış olması AK Parti´yi daha da sıkıntılı bir duruma sokmuş olsa gerek. Bunlarla birlikte, bürokrasi ve medyadaki AK Parti ağırlığı elbette çok yüksek. Bilhassa 15 Temmuz sonrası dönemde yargı ve polis teşkilatındaki boşluklar çoğunlukla AK Parti´lilerce dolduruldu. Ayrıca CHP´li adaylar kampanya boyunca sık sık yargı ile tehdit edildi, hükümet üyeleri tarafından. Nitekim bazıları için yargı süreçleri başlatıldı bile. İlaveten, uluslararası raporlar Türk medyası üzerinde hükümetin inanılmaz bir baskısının olduğunu yazıyor. Uluslararası Basın Enstitüsü´ne göre Türkiye basın özgürlüğü sıralamasında 157´nci sırada. Bu şartlar altında muhalefetin İstanbul başarısını ülke çapında bir başarıya dönüştürmesi hiç de kolay değil.

Yargı ve medya üzerindeki bu hakimiyetin muhalefete getirdiği dezavantajları aşmanın olmazsa olmazı İstanbul örneğinde olduğu gibi seçmen ile arasında kurduğu direkt iletişimi güçlendirerek devam ettirmek. 

İstanbul seçiminde ana muhalefetin en büyük stratejisi partizan olmayan siyasetle yakından ilgilenmeyen seçmenlere ve dahi AK Parti´ye eğilimli olan seçmenlere ulaşabilmeleri için hali hazırdaki CHP tabanını harekete geçirme gayretiydi. İmamoğlu daha ilk mitinglerinden başlamak üzere İstanbul´un her bir köşesinde yaptığı mitinglerde katılımcılara yeni oy kazanabilmek için komşularının ve dostlarının kapılarını çalmalarını rica etti. Karadeniz mitinglerinde bile katılımcılardan İstanbul´daki akrabalarını aramalarını ve yaşadığı mağduriyeti onlara anlatmalarını istedi. Ve aslına bakarsanız bu 1990´larda medyada kendine yer bulamayan Refah Partisi´nin takip ettiği stratejiydi.

İmamoğlu´nun bir diğer önemli stratejisi de internet ve sosyal medya kullanımıydı. Yaklaşık 3 milyon takipçi ve birçok programını sosyal medyada canlı yayınlamasıyla seçim kampanyasına muazzam bir görünürlük kattı. Bütün bunlara rağmen benzer bir kampanya stratejisinin ülke çapında bir seçim için aynı başarıyı getirme ihtimali yüksek değil. Konda 2018 Barometre verilerine göre İstanbul dışındaki illerde internet erişim oranları İstanbul´daki orandan yüzde 15 daha düşük. Bu durumda muhalefet ya klasik medyadaki görünürlüğünü artırmak için daha fazla gayret edecek ve bu minvalde adım ataması için iktidarı siyasi olarak zorlayacak. Ya da bilhassa sahip olduğu belediyelerin sosyal hizmet bütçelerini kullanarak veyahut muhalif zengin işadamlarını ikna ederek internet kullanımını yaygınlaştırmaya çalışacak. Bilhassa alt gelir gruplarının ve orta yaş üstü seçmenin daha fazla internete erişmesi, AK Parti´nin ulusal televizyon kanallarına hakimiyeti ile kazandığı avantajın etkisini azaltabilir!

Seçim kampanyasının son bir haftası neredeyse tamamen bir soruya odaklanmıştı: Kürt seçmen (daha doğrusu HDP´li seçmen) hangi adaya oy verecek?

2015 Temmuz ayından beri hükümetin takip ettiği güvenlikçi Kürt politikalarının rağmına AK Parti kampanyanın sonlarına doğru sıra dışı bazı hamleler yaptı. Bunların en sonuncusu Öcalan´ın yazdığı mektup ve onun topluma duyurulma yöntemiydi. Elbette bu mektupla Binali Yıldırım´a oy verme ihtimali kalmamış Kürtleri sandıktan uzak tutmak amaçlanmıştı. Fakat plan fazlasıyla geri tepti, görüldüğü kadarıyla. Tahminim Öcalan´a bu kadar propaganda imkanı verilmiş olması partizanlaşmamış fakat milliyetçi ideolojiye sahip seçmenleri Binali Yıldırım´a oy vermekten vazgeçirmiş olabilir. Bu süreci yorumlarken yapılan en büyük yanılgı Öcalan´ın bu sürecin kaybedeni olduğunu ve HDP tabanında kendi kredisini bitirdiğini iddia etmek. Öcalan yazdığı mektup sayesinde cumhuriyet tarihinde görülmemiş oranda bir propaganda imkanına ulaştı bir günde. Canlı yayında bir akademisyen onun yerli ve milli olduğunu iddia etti. Kardeşi devlet kanalına çıkartıldı. Tüm dünyaya Kürt seçmenin en kritik seçmen olduğu reklamını yaptı.Bir terör örgütünün liderine hali hazırda sempati duyan insanların seçimde oy kullanmayın tavsiyesi üzerine Öcalan´a olan sempatilerinin düşeceğini beklemek hiç gerçekçi değil. Hatta yukarıda yazdığım sebepler zaviyesinden bakınca HDP tabanında sempatisi artmış bile olabilir.      

Şuan en sık gündeme getirilen iddialardan biri MHP lideri Devlet Bahçeli´nin AK Parti ile ittifakı bozup erken seçim talep edeceği yönünde. Fakat gözden kaçırılan nokta artık parlamenter sistemde değil başkanlık sisteminde olduğumuz ve oyunun kurallarının ciddi oranda değiştiği. Yeni sisteme göre erken seçime gitmek için yüzde 50 değil yüzde 60 Meclis çoğunluğu gerekli. Şuan ki Meclis dağılımında AK Parti dışındaki tüm partiler erken seçim istese bile AK Parti içinden yaklaşık 55 milletvekili daha gerekli erken seçim için. Elbette son seçimde yüzde 10´u az farkla geçmiş bir MHP´nin ve hatta Öcalan mektubu fiyaskosu ile milliyetçi seçmenleri küstürdüğü iddia edilen MHP´nin erken seçim riskini alacağını zannetmek çok da makul değil. Bu sebeplerle erken seçim beklentisi şu anlık düşük bir ihtimal gibi. AK Parti içinden kurulacağı beklenen partilerin bu sonuca ne oranda etki edeceğini de zaman gösterecek.

Erken seçim olmazsa da partiler şimdiden 2023´e hazırlanmaya başlayacak gibi gözüküyor. Bu bağlamda Erdoğan´ın en büyük engelinin ekonomi olduğu iddia ediliyor. Ekonomiyi düzeltmek için de elbette köklü reformlar yapmak şart. En başta hukukun üstünlüğü, Merkez Bankası´nın bağımsızlığı ve de demokratik kurumların güçlendirilmesi! 31 Mart seçimlerinin hemen sonrasında Washington Post´ta yayımlanan yorum yazımda yerel seçim sonuçlarını tanıyıp Ekrem İmamoğlu´nu ve Mansur Yavaş´ı tebrik etmesinin Erdoğan´a uluslararası camiada ve dahi finans piyasalarında muazzam bir PR fırsatı getirebileceğini yazmıştım. Eğer fark sadece 13 binlerdeyken bu kutlamayı yapabilmiş olsaydı kendisine yöneltilen diktatör ithamlarını reddeden az sayıdaki Batılı gözlemcinin de elini muazzam bir şekilde güçlendirmiş olacaktı. Fakat Erdoğan, İmamoğlu´nu sadece farkın 600 bini aştığı ikinci galibiyetiyle kutladı. Mansur Yavaş´ı kutladığını ise hatırlamıyorum.

Erdoğan hâlâ bir PR fırsatına ulaşabilir. Tabii artık daha ciddi ve masraflı adımlar atması kaydıyla. Bunların en başında belki de ülkedeki kutuplaşmayı düşürücü adımlar atması geliyor. Aksi halde İmamoğlu´nun tansiyon düşürücü dili gittikçe daha fazla seçmen gruplarını ikna etmeye başlayabilir. Ve buna başarılı bir belediye başkanlığı süreci de eklenirse, Erdoğan 2023 için kendi elleriyle ciddi bir rakip çıkartmış olabilir karşısına.

25 yıl önce medya ve yargıya hakim ideolojiye rağmen tarihi bir başarıyla İstanbul seçimlerini kazandı, Erdoğan.

23 Haziran´da da İmamoğlu benzer şekilde medya ve yargıya hakim ideolojiye rağmen tarihi bir başarıyla İstanbul seçimlerini kazandı.

Cumhuriyetin 100. yılına denk gelecek 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu iki adayın karşı karşıya gelmeleri oldukça ilginç bir yarış ortaya çıkarabilir.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER