Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

24 Ocak Kararları; Türkiye ve Suriye…

Bundan 45 yıl önce bizde alınan 24 Ocak kararlarına benzer Suriye’yi küresel sermayeye açacak olan, onların 24 Ocak kararları ne zaman, nerede ve nasıl alındı?

24 Ocak Kararları; Türkiye ve Suriye…

Sait Alioğlu yazdı;

12 Eylül’ün ayak seslerinin “ekonomik” görünümü…

Bir imparatorluk bakiyesi olan Türkiye; Aydınlanma felsefesinin var olan itkisiyle, daha önce ilan edilen Meşrutiyet denemeleri sonrasında, kendi rotasını bulurcasına Cumhuriyet rejiminde karar kılmıştı.

Cumhuriyet yönetimi, adeta, nazire yaparcasına hemen her alanda bir önceki rejimden farklı angajmanlara girişmişti.

Bu angajman durumlarından biri, ekonomik kalkınma alanında kapitalizm çerçevesinde öne çıkıyordu.

Henüz cumhuriyetin ilan edilmediği bir tarihte, yani, 7 Şubat 1025 tarihinde, modern anlamda ilk iktisat kongresi düzenlenmiş ve orada, yanlışı ve doğrusuyla bugüne de etki ettiği bilinen birçok karar alınmış ve uygulanmıştı.

Bir imparatorluk bakiyesine sahip olduğu halde, kendisini üniter (tekçi) planda konumlandıran yeni devlet” yeni dönemin var olan ruhuna bağlı olarak kendini ulus devlet olarak tanımlamış ve haliyle de ekonomi alanında kapitalist paradigmal temelleri öncelemişti.

Bununla birlikte, devlet, “dönemi açısından” ciddi anlamda bir sermaye birikimine ve kendisine bağlı bir sermayedar sınıfına sahip olmadığından dolayı,  elde var olan kapitalist zümrenin de elbirliğiyle türüne özgü bir ekonomik sistemin temellerini atmışlardı.

Bu sistemin adı “karma ekonomi, daha açıkçası “devlet kapitalizmi” idi.

Bunun bir adı da, şimdilerde söz konusu yapılmayacak olsa dahi; sosyalist ekonomi idi.

Tebaa’nın ulus’a evrildiği ilk dönemlerde, o da “belki de” bir mecburiyetten dolayı sermaye birikiminin dayatmış olduğu devlet kapitalizmi üzerinden, seküler bağlamda Kemalist ve “Kemalist” sol, liberal vs. gibi, ideolojik açıdan birbirinden beslenen hâkim sınıfları oluşturmuştu.

Bu durum, ellilerde muhafazakâr kitlenin darbe ile sonlandırılan iktidarı (DP) dönemini de içerisine alacak şekilde seksenlere, doksanlara kadar devam etti.

Zahiren, doğru (rasyonel) gibi duran bu ekonomik sistem, süreç içerisinde giderek kamburlar üretmeye başlamıştı.

Bu kamburlar, içi, sisteme yakın sınıflarca boşaltılan KİT’ler idi; yani Kamu İktisadi Teşekkülleri…

Bu durum, ülkenin ekonomik alanda geleceğini karartıyordu. Buraları, kendi içerisinde köklü reformla yoluyla yeniden düzenlemek mümkündü, ama her alanda var olan katı, jakoben dogmatik anlayışlar bu işe engeldi ve ondan dolayı bir reorganizasyon gerçekleştiril(e)medi.

Bu böyle olunca, kendini onaramayan sistemin dışarıdan onarılması, daha doğrusu dışarının âli çıkarı ve isteğine binaen şekil değiştirmesi söz konusu edilmişti.

Söz konusu olmuştu değil, söz konusu edilmişti; zira kim ve kimler tarafından, “küresel sermaye” tarafından. Bir de buna, kendi çıkarı için heveslenen ulusal sermaye çevreleri de eklemek gerekir.

İşin bahanesi de hazırdı. O da, altmış sekiz ruhuna bağlı olarak küreselde olduğu üzere yerelde de (Türkiye’de Altmış İki Anayasası’nın sunduğu imkânlardan yararlanma suretiyle) solun hemen her alanda kendine yer bulması ile başlayan ve 12 Eylül’e gelinen süreçte, ülke ekonomisini küresel liberal ekonomiye açmak, daha açıkçası, ona teslim etme düşüncesinin karo taşları Demirel’in Başbakanlığında ve onun ekonomi danışmanı sıfatıyla Turgut Özal’ın da çalışmalarıyla ilan edildiği tarihten dolayı “24 Ocak Kararları” adıyla anılan “acı” reçete yürürlüğe girmişti.

Bugün, onun ilam üzerinden tamı tamına kırk beş yıl geçti.

Bu uzun süre içerisinde, en yakını olan ve o kararların uygulanmasını kolaylaştırmak için ilan edilen 12 Eylül faşist askeri darbesi ile birlikte birçok darbe olayı, girişimi ve bunların itkiyle de birçok ekonomik darbe, daralma durumu sökün etti durdu.

Tamam, toplum ve ülke olarak devlet kapitalizminden kurtulduk; dolayısıyla Kemalizm’e angaje olup milletin maddi, mali değerleri üzerinden keyif süren om meşum sınıflar irtifa kaybetti, ama darbeler, darbe girişimleri bir türlü bitmedi, bunun yanında, Kemalizm’e angaje olan o sınıfın yerine “emin/güvenilir” olması gereken muhafazakârların oluşturduğu yeni kapitalist sınıf, göründüğü üzere onlardan kalası değil ve aynı zamanda maddi alanda düşündükleri “mahrum kalmışlık” psikolojik haller üzerinden semirmeye devam etmektedirler. 

Bir açıdan “kendilerine yapılan zulme karşı” özgürlük mücadelesi vermek, hâkim sınıfı oluşturan insanlarla hemen her alanda eşit muamelesi görme duygu ve düşüncesiyle iktidara gelen bu muhafazakâr sınıf -şimdi devasa, ama kendi aslî sözünü yutmak sorunda kalan- kitleselleşti ve devlet’in sahibi olup çıktı!

Bu durum ne zamana kadar devam eder, bilinmez, ama kendini devlet olarak gören kitlenin, çevrenin ve partinin (partilerin) bir gün bu işin böyle olmadığını görecek olması da akıldan çıkarılmamalıdır. Zira kendini sivil toplum olarak kodlaması ve ona göre refleks sergilemesi gereken kitlenin, ulaştığı noktayı nazara alması; yani, nokta-i nazâr’a dikkat etmesi gerekir.

Tamam, üst bir çatı olarak devlet var, ama onun altında, daha doğrusu onun dışında bir sivil toplum ve o toplumun devlet nezdinde temsili konumunda bulunan sivil yapılar; partiler, dernekler vb. söz konusudur.

Ta kırk beş yıl öncesinden günümüzde birçok alanda var olan doğrularla birlikte yapıla gelen yanlışlardan ziyade ekonomik alanda oluşan kötü ve hatta fecaat içre durumların temelinde 24 Ocak kararlarının etkisi inkârı kabil değildir. Bu durum, adeta gömlek düğmelerinin “ilik atlama suretiyle” yanlış iliklenmesi gibi, zincirleme olarak devam edip gitmektedir.

Farklı paradigmalar üzerinden yürüyor olsa da; tüm renkleriyle toplumu baz alan değil, bilakis sınıf temelli ekonomik paradigmaların insanı, toplumu ve ülkeyi getirmiş olduğu bu zorlu durum, bizleri daha birçok “acı” reçete ile sağlıksız hale getirecektir.

Buna karşı meşruluktan(yasa içerisinde kalınarak) ayrılmadan, ondan taviz vermeden mücadele etmek gerekir.

Bizde var olan devlet kapitalizmi, başta toplumun ve devletin yararına olacak şekilde, tamamen “eski dönemin” ürünü kabilinden olup hiçbir ıslah, yeniden organize ederek değil de, küresel sermayenin iştahını kabartacak bir şekilde, o değerler, yok pahasına elden çıkarıldı.

Şimdi ise sonuç ortada. Bunun, kısmen iyi ve güzel tarafları olduğu gibi, bütüncü bakış açısıyla bakıldığında, ülkenin maddi kaynaklarının küresel sermayeye yok pahasına peşkeş çekildiği görülecektir. Bu uygulama, halen devam etmektedir. Belki de, AK Parti iktidarı sonrasında, onun yerine göz diken liberal meşrep siyasilerinde “hazır gelmişken” yapacakları bundan pek de farklı olmayacaktır diye düşünebiliriz.  Zira küresel trend böyle ne yazık ki!

 

Gel gelelim Suriye’ye…

Bu küresel trendin şimdi de Suriye üzerinden kendi gösterdiğine şahit oluyoruz. Hem de, işe Selefi bir bakış açısıyla başlayıp Esed’in, “devlet kapitalizmine dayanan” sistemini bir şekilde alt eden mevcut iktidarın Dış İşleri Bakanı olan zatın, orada yapılmak istenen özelleştirme düşüncesine bakıldığında, Esed’in devrilmesini bir an “etrafını cami, ağyarını mani” kabinden değerlendirecek olsak da, sözde Selefi/İslamcı bir iktidar elitinin, hem de Davos gibi küresel sermayenin önemli bir toplantısında, dünya (daha açıkçası Batı’ya) kamuoyuna bu konuda teminat veren cümleler kurması nasıl izah edilebilir. 

İnsanın havsalası almıyor bir türlü.

Haberin başlığı şöyle;Suriye’deki HTŞ yönetimi: Liman ve fabrikaları özelleştireceğiz, yabancı yatırımcıları davet edeceğiz” 

“Suriye'deki geçici yönteminin Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani, devlete ait liman ve fabrikaların özelleştirileceğini; yabancı yatırımların davet edileceğini ve uluslararası ticareti artırmanın planlandığını söyledi.”(*)

Haberin devamında; The Financial Times'a konuşan Şeybani, devlete ait liman ve fabrikaların özelleştirileceğini açıkladı. Şam'da uluslararası basınla yaptığı ilk geniş kapsamlı röportajda konuşan Şeybani, “Esad'ın vizyonu bir güvenlik devletiydi. Bizimki ise ekonomik kalkınma” dedi ve “Yabancı yatırımcıların önünü açmak ve Suriyeli yatırımcıları Suriye'ye dönmeye teşvik etmek için yasalara ve net mesajlara ihtiyaç var.” diye devam etti.

Haberin bu kısmı da önem arz etmektedir;“ Suriye'de geçici yönetimin Dışişleri Bakanı Şeybani, Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'na katılıyor. Bu, Suriye'nin ilk kez küresel karar alıcıların toplantısına katılacağı anlamına geliyor. Şeybani bu katılımı, Beşar Esad döneminden kalma yaptırımların kaldırılması çağrılarını yenilemek için kullanacak.”

Yani, “vay başımıza gelenler!”

O zaman şunları söyleyebilir miyiz; “Suriye halkı, daha öncesini de hesaba dahil ettiğimizde,  13 yıl boyunca Esed diktatörlüğüne karşı bunun için mi mücadele etti, ya da o halka önayak olanların maksadı bugün söyledikleri şeyleri hayata geçirmek için miydi?”

 Eğer böyle ise, başa dönelim ve şunu görelim, o da, tamam orada bal gibi bir devlet kapitalizmi vardı ve bunun toplum adına yeniden ele alınıp bir reorganizasyona tabi tutulması gerekirdi, ama olmadı. Belki de kıyamet birazda onun için çıktı diyelim…

Ya şimdiye ne demeli? Çok kişi kızmasın ama oranın küresel sermayeye peşkeş çekilmesi düşüncesi ve muhtemel ki, ardında da ortaya konacak olan eylemi, HTŞ iktidarının “Batı görmüş” Dış İşler bakanı olan zat söylüyor.

Başkaca bir söze ve te'vile gerek kalmasa…

Yine soralım; şu an iktidarda olanlar, sonucun böyle olacağını baştan beri biliyorlar mıydı? Birazcık öyle görünüyor.

 

HTŞ, bir “vekâlet iktidarı” mı?

Bir de, eğer Suriye’nin limanları, fabrikaları vs. özelleştirme adı altında bir yerlere peşkeş çekilecekse, o zaman, HTŞ, iktidarı devredeceği günü bekliyor sayılır, yani bir açıdan bu iktidara şimdiden “vekâlet iktidarı” diyebiliriz. 

O zaman soralım; Suriye’yi küresel sermayeye açacak olan, onların 24 Ocak kararları ne zaman, nerede ve nasıl alındı?  

Merak bu ya…

 

(*)Kaynak: İslami Analiz



Anahtar Kelimeler: Kararları; Türkiye Suriye…

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER