Ünlü Fransız iktisatçı Thomas PIKETTY, kendisinden daha ünlü eseri “21. Yüzyılda Kapital” kitabında, 1700’lerden günümüze kadar geçen sürede servet, gelir ve ücretler arasındaki ilişkiyi bütün boyutlarıyla irdeliyor.
İncelediği gelişmiş ülkelerde, 1970’ten 2010 yılına kadar servetin neredeyse ikiye katlandığı görülüyor.
Mesela 1970’te Fransa ve İngiltere’de servet, milli gelirin üç katı, Almanya ve Amerika’da da sadece iki katı civarındaydı.
2010 yılında Amerika’da (ABD ve Kanada) servetin, milli gelire oranı %425’e; Avrupa’da (İngiltere Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya) %540’a ve Japonya da %620’ye kadar yükseliyor. Serveti para, mülk ve firma hisselerinin toplamı oluşturur. Servetler basitçe üç mekanizmayla gelir elde eder: Faiz, kira ve temettü.
Peki, bu ülkelerde “servet ve emek faktörleri” milli gelirden ne kadar pay alıyorlar?
Cevap: Gelişmiş ülkelerde, servetlerin milli gelirden aldıkları pay %25 ve emeğin milli gelirden aldığı pay da %75 olarak hesaplanmış.** (+ veya – %2 kadar yuvarlıyorum, amaç fikir vermek)
2010 yılında, gelişmiş ülkelerde servetin ortalama getirisi %5 civarındaydı, tüm gelişmiş ülkelerde servetin milli gelire oranını %500 varsayarsak, servet için %25 faktör geliri makul görünüyor.
Peki, Türkiye’de servetin milli gelire oranı % kaçtır?
Doğrusu şimdiye kadar Türkiye için, Thomas Piketty metodolojisiyle yapılmış bir çalışma görmedim. Benim 6 yıl önce yaptığım kabataslak hesapların hiç birinde servetin toplam değeri, milli gelirin iki katını aşmıyordu.
Fakat biz yine de, Türkiye’de servetin değerini, milli gelirin iki katı, yani 1,6 Trilyon dolar olarak kabul edelim.
Peki, Türkiye’de servetin milli gelirden aldığı pay ne kadar olabilir?
Son on yılda mevduat faizleri enflasyondan düşük veya eşit olduğu ve milli gelir hesapları enflasyondan arındırıldığı için “faiz” gelirleri genellikle eksi olur.
“Kira” gelirleri pek de yüksek sayılmaz.
Türkiye’de en çok para kazanan şirketler bankalardır fakat BDDK, bankaların kazandıkları paraları “temettü” olarak dağıtmalarına izin vermiyor.
Çok kazanan şirketlerin büyük hissedarları da, mecbur kalmadıkça “temettü” dağıtmıyor.
Biz yine de Türkiye’de servetlerin gelişmiş ülkeler kadar yani yıllık %5 reel gelir elde ettiğini varsayalım.
Bu durumda servetler milli gelirin %10’unu ve emek faktörü de %90’ını alıyor diyebiliriz.
İŞGÜCÜ ÖDEMELERİ – FAKTÖR ÖDEMELERİ
Geçen hafta %7,6 büyüdüğümüz gösteren GSYH hesaplarında “işgücü ödemeleri”nin %25,4’e düştüğünü gördük; hâlbuki bu oran daha iki yıl önce tam %36,8’di.
Yani işgücü ödemeleri, reel olarak %30 azalmış.
Üstelik aynı veride “İşletme Artığı/Karma Gelir” rakamları da iki yıl öncesine göre %42,9’dan %54’e yükselerek reel olarak %21 artmış.
Soru: “İşletme Artığı/Karma Gelir” kavramı ardına gizlenmiş ve ücretlilerden pay çalan bu zümre kimlerden oluşuyor?
Cevap: Doktorlar, tamirciler, mühendisler, bakkallar, berberler, simitçiler ve elbette küçük ya da TÜPRAŞ kadar büyük şirketlerin tamamı bu kategoridedirler.
GSYH rakamlarındaki “işgücü ödemeleri” sadece, ücretli çalışan 14,6 milyon kişiye yapılan ödemeleri kapsıyor.
Hâlbuki TÜİK istatistiklerine göre Türkiye’de çalışan sayısı 30,8 milyon kişidir. 14,6 milyon “ücretli çalışana” karşılık, 16,2 milyon kişi de “kendi işinde” çalışıyor.
Peki, kendi adına çalışan kişiler bu “İşletme Artığı/Karma Gelir” kaleminden ne kadar pay alıyor? Cevap: Tam olarak bilmiyoruz.
Bir veri: Geçen yılın ilk altı ayında kurumlar vergisi, yani işletmelerin kârlarından ödediği vergiler, 70 Milyar TL’ken, bu yıl 264 Milyar TL’ye yükselmiş; yani veriler, büyük firmaların “İşletme Artığı/Karma Gelir” kalemi içinde payını artırdığını ima ediyor.
KAFALAR KARIŞMASIN
Bir taraftan, Türkiye’deki “emek faktörü”nün gelirden aldığı paya %90 diyoruz diğer taraftan “işgücü ödemelerine” %25,4 diyoruz; çelişkili ve anlaması zor gibi görünen tüm bu rakamlar ne anlama geliyor?
Örnek: Varsayalım bir ailenin üç ferdi birlikte bir lokanta açmaya karar versin. Hem yemek pişirme araç gereçleri hem de lokantanın dekorasyonu için, özkaynak veya kredi alarak, sermaye koymaları şart.
Sonuçta bu lokantanın kazanacağı paralar hem üç çalışan kişinin emeğinin karşılığı hem de iş için konan sermayenin getirisidir. Kazanılan paralar üç kişinin alabileceği maaşlardan daha az olabileceği gibi daha fazla da olabilir.
İşte, ortakların maaşsız çalıştığı ve/veya hissedarı oldukları firmaların kazandığı bu gelirlere, TÜİK, “İşletme Artığı/Karma Gelir” diyor.
Peki, son yıllarda, bütün dünyada, faiz gelirleri reel olarak negatif olmasına rağmen, servet sahiplerinin serveti, nasıl oluyor da her geçen gün artıyor?
Servet sahiplerinin birinci amacı yüksek faiz, kira ve temettü geliri tahsil etmek değil, servetlerinin, yani hisse ve gayrimenkullerinin değerini artırarak satmak ve yüksek kârlar elde etmektir.
Serveti olmayan ücretlilerin çoğunlukta olduğu ülkelere “gelişmekte olan” yani “servet biriktirmekte olan” dense sanki daha doğru olur.
Servetin verimliliğini, kullanılan teknoloji ve işgücünün yetenek seviyesi belirlerken; reel ücretleri de, çalışılan sektörün ürettiği katma değer belirleyebilir.
Yazılımla üretilen veya yazılım içeren ürün üretilen sektörlerde reel ücretlerin, diğer sektörlere göre daha yüksek olması beklenir.
Türk sanayisi, katma değeri yüksek ürünler üretemediği için çalışanlarını memnun etmeyi, en önemli konu olarak merkezine almaya çalışmıyor. Hâlbuki servet biriktirmek ancak kaliteli işgücü sayesinde mümkündür, bir bilseler.
Kaliteli ücretliler mi servet birikimine katkı sunar yoksa kaliteli servetler mi yüksek reel ücret ödeyebilir yoksa bu iki önerme, birbirini besleyen olgular mıdır?
Öyle görülüyor ki, gelişmiş yani servet birikimi yüksek olan ülkelerde, reel ücretler de yüksek olmaktadır.
Hükümet de bunu bildiği için, Türkiye’de fakirden kısıp zengine dağıtıyor; hükümet gerçeği görmüş biz bilememişiz.
Bu ironiden sonra gerçek bir soruyla yazıyı bitirelim: %25,4 olan İşgücü ödemeleri, tekrar, kaç yılda ve hangi yöntemlerle %36,8’ yükselebilir?
* Türkiye İş Bankası Yayınları
** Capital is Back: Wealth-Income Ratios in Rich Countries 1700-2010
Kaynak: farklı Bakış