Yuval Noah Harari´nin Homo Sapiens ve Homo Deus´nun ardından üçüncü kitabı 21. Yüzyılda 21 Ders başlığını taşıyor. Kitap, dünyanın geleceğe doğru projeksiyonunu irdeliyor bir anlamda. Aslında ajandamızda maddelere yönelik de bir kritiği imkan dahiline sokuyor.
Yazar İbrani Üniversitesi´nde çalışıyor. Bana en başta ilginç gelen de, Yahudilik, İsrail ve Tevrat´a yönelik eleştiriler getirmesi. Özellikle din ve devletlerin mit oluşturma ve toplumları bunun ardından sürükleme bağlamında bu eleştirilerini sıralıyor olması ve hatta dinlerin gelecek projeksiyonlarını zayıf görmesi dikkat çeken görüşlerden. Harari´ye göre, zaten mitoslarlarla uyandırılan heyecanı, seküler ideolojiler ve düşünceler de gerçekleştiriyor. Fakat önemli olan, içinde yaşadığımız bu süreçte bunun giderek kitlelerin işlevsizliğini beraberinde getirmesi. Bu sebeple, belki 21. Yüzyıl için alınması gereken derslerin başında bu işlevsizlik gelmektedir.
Bu işlevsizliği besleyen bir diğer unsur da, yapay zeka ile ilgili gelişmeler ile bilgisayar ve makinaların insanı belirleyecek olmasıdır. Bu bağlamda kitapta yazarın da dile getirdiği ?özgürlük? bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Zira insan böyle bir durumda ne kadar seçebilecektir? Gerçekte seçtiğini düşündüğü şeyler ise, makinaların bir tercihinden ibaret olacaktır.
Yine biyoteknoloji ile bedenlerin yönetilmesi önemli bir başka sorun olarak yazar tarafından dile getirilmektedir. Harari, az gelişmiş ülkelerde beden çiftlikleri kurarak insan organları piyasası yaratabilecek teknolojiye insanlığın sahip olduğunu belirtiyor. Yine yazarın dikkat çektiği bir başka gelişme de, hareket ve konuşmaların dışarıdan izlenmekle kalmayıp, iç deneyimleri de kaydeden ve bu sayede bedeni denetleyen mutlak bir gözetim rejimi. Tüm bunlar özgürlük açısından insanlığın ne kadar derin bir krizle karşı karşıya kalabileceğini işaretliyor.
Aslında içinde yaşadığımız bu durumda, giderek sürüleştirme politikalarının uygulandığının ciddi işaretlerini almaktayız; hem de insanlarda gerçek özgür oldukları duygusu uyandırarak. Bunlar büyük oranda küresel sistemin ve farklı dünya ülkelerinin kendi içinde geliştirdikleri mitoslarla sağlanıyor. Mitoslar, zihinleri uyuştururken bedenler bu mitosların yönlendirmesiyle hareket ediyorlar. Doğrusu tüketim kültürünün yaptığı şey tam da budur. İnsanlar sadece duygulanan (ki bu da biyolojik bir tepki olarak devam ediyor) makinalara dönüşüyorlar. Sosyal bilimlerin acilen bu mühendisliklere karşı çalışması gerekiyor.
Burada belki yazarın dikkat çektiği önemli bir nokta da hakikate dairdir. O, ?Hakikat şimdiden Google taramalarında en üstte çıkan sonuçlarla belirleniyor? derken, toplumlardaki yüzeyselleşmelere de dikkat çekiyor. Baudrillard, simülasyon kavramıyla hakikate ulaşma noktasında medyanın yarattığı gerçeklik ve kısa devreden bahsediyordu. Foucault ise bilgi-iktidar ilişkilerine atıfta bulunmaktaydı. Harari´nin belirttiği de, belki bunları birleştirmektedir. Ama bildiğimiz bir şey var ki, bugün hakikat artık dünya sisteminin lordları tarafından belirlenmekte ve sunumlanmaktadır.
Kötü olan taraf ise, tekrar ve tekrar yaratılan gerçekliğin, insan ile hakikat arasına sürekli mesafe koyarak, giderek insanı hakikatten uzaklaştırmasıdır. Bu, aynı zamanda insanın tabiattan ve kendisinden de uzaklaştığı bir durumdur. Nihayetinde en kötü sonuç, insanın kendisini gerçekleştirebilme ve tanıyabilme imkanlarının elinden alınmasıdır. Gelecekte gözümün önünde oluşan manzara; insanların farklılıklarından arındırılarak plastik ve mekanik bedenler haline dönüştürülmesi ile egemen azınlığın bir merkezden yönettiği sürüler haline gelmesi; metroya binen, internet kullanan, yemek yiyen bir varlık.
Harari´nin kitabı bende öncelikle insanın sorumluluk ve özgürlüğüne vurguların artırılması düşüncesini keskinleştirdi.