On dokuz yıl önce bir Ekim ayının 19’unda ahirete göçen rahmetli Aliya İzzetbegoviç, fikirleri ve mücadelesi ile yüzyılımızın en büyük tanıklarından. Bosna halkı ve tüm Müslümanların nezdinde bilge kişiliği ve Batı dünyasının ortasında yok edilmek istenen bir halkın samimi lideri olarak kabul edilen İzzetbegoviç’in mücadelesi önünde saygı ile eğilirken rahmet ile anıyoruz.
Batı kültürü ve özellikle yıllarca materyalist dayatma altında kalmış Müslüman topluma ve aynı zamanda bütün insanlara yapılan bir çağrı olan; Aliya’nın eserleri incelendiğinde görülecektir ki onun teorisi, pratiğin içerisinde şekillenmiş ve olgunlaşmıştır. Aliya, bu yönüyle değerlidir ve söylemlerinin altında birer yaşanmışlık barındırmaktadır.
Bosna-Hersek önce Yugoslavya Krallığı, sonrasında Yugoslavya Federasyonunun yönetimi altında uzun yıllar idare edilmiştir. Bu dönemde Müslümanlar, iktidarlar tarafından kimlikleri inkâr edilen bir azınlıktı. Böyle bir dönemde âlim Mehmed Spaho ve onun kurmuş olduğu Yugoslavya Müslümanlar Organizasyonu (JMO), Müslümanların kültürel olarak var olmaları için çalışmalar başlatmıştır. Mehmed Spaho’nun ölümü ve İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması JMO’nun dağılmasına sebep olmuştur . Bu zaman zarfında, İkinci Dünya Savaşı öncesinde 1938 yılında Mladi Muslimani (Genç Müslümanlar) adlı bir gençlik hareketi kurulmuştur. Bu örgüt daha çok çağdaş İslam dünyasının sorunlarını ve dünyadaki gelişmeleri gündeminde tutan bir çizgideydi. Bu minvalde Genç Müslümanlar Hareketi geleneksel bir İslami hareket değildir. Aksine “Batı ve Doğu medeniyetlerinin ortaya koyduğu sistemlere karşı İslam’ın da bir alternatif sistem olarak sunulabilmesinin fikri çalışmalarının yapıldığı bir harekettir.” (1)
1939 senesinde Mustafa Busulaciç, Hasan Biber, Halid Kaytaz, Esad Karacuzoviç gibi genç lise ve üniversite öğrencileri tarafından kurulan Genç Müslümanlar Örgütünün asıl hedefi İslamiyeti bir dogma olarak değil de bir yaşam tarzı olarak uygulamaktı. Daha önceleri saray Bosna lisesi öğrencileri arasında kurulan adeta semt derneği “ilerlemeciler” derneği kominist partiyi çağrıştırdığı için, sonraları bu isim “Mirza Savfet” olarak değiştirildi. Ancak 1941 yılında derneğin adı “Mladı Müslümani- Genç Müslümanlar olarak “ konuldu..(2) Genç Müslümanlar ve örgütsel yapılanması komünist hareketinden alınmadır.Onlar da küçük gruplar halinde çalışıyorlardı, halka açık olmayan küçük gruplar halinde. Etki alanları okullar, kulüpler, kültürel oluşumlar dı. Kendi düşüncelerini başkaları üzerinden empoze ediyorlardı. Gerçek kimliklerini saklayarak hareket ediyorlardı. Kendi ilk adımlarını atmaya başladıklarında komünist yapılanmanın onlar için bir rol model teşkil ettiği sonucuna vardılar. Yapılanmanın aynısını yaptılar demiyorum ama örnek olarak onu hazır gördüler… Çok genç olmaları, İslam kaynaklarına ulaşma imkanlarının olmayışı, kendilerinden daha bilgili ve daha tecrübeli büyüklerden yardım alma ihtiyacı doğmuştur… (3)
Aliya ancak 1956 yılında II.Dünya savaşından ötürü ismi tescil edilemeyen ama fiziken çalışan örgüte dahil oldu. Aliya, Salih, Ömer, vahit ve İsmet’ten oluşan beş kişilik bir grupla çalışmaya başladı. 30 yıl boyunca bu grup düzeni ile birlikte çalışmalarını yürüttü… Aynı yerde ve aynı odada herbirinin kapı zili çalışı farklı ve şifreli… (4) Rahmetli İzzetbegoviç bu başlangıcı şöyle anlatır: “Yugoslavya’nın yıkılışından birkaç ay önce “Genç Müslümanlar” adıyla meşhur grup ile bağlantıyı kurdum. Onlar genelde Zagreb ve Belgrad Üniversitesi’ndeki ve Saraybosna’daki birinci ve ikinci okuldaki öğrencilerdi. Bunlar, din ile ilgili yeni görüşler ortaya koydular. Duyduklarım daha çok dikkatimi çekti. Mekteplerdeki ve okuldaki dini derslerde gördüklerimizden, duyduğumuz vaazlardan veya okuduğumuz makalelerden daha çok farklıydı. Bunlar öz ile Form arasındaki farklardan bahsetmekteydiler. İmamlar, bize göre, özü bırakarak daha çok ibadet şekillerini ve İslam’ın Formunu anlatıyorlardı” (5) “1944’te örgütün, hocaların (imamların) birliği “El- Hidaye” ile bir anlaşma yapmış olmasından hoşnutsuz olduğum için giderek pasifleştim. Aralarında saygı duyduğum birçok kişi olmasına rağmen hocalarla hiçbir zaman tam olarak mutabık kalmadım. Hocalık ya da şeyhlik gibi ayrı bir toplumsal sınıf ya da rütbe olmaması gerektiği ve onların savunucusu oldukları İslam anlayışının İslam’ın hemiç hem de dış gelişimini engellediği görüşündeydim. Bu görüşlerini kamu önünde de mümkün olduğunca ifade ettim ve sonuç olarak da belli ölçüde dışlandım” (6)
Genç Müslümanlar Hareketi İzzetbegoviç’in hayatında çok önemli bir yere sahiptir. İzzetbegoviç’in burada tanıştığı arkadaşları ile birlikte ileride Demokratik Hareket Partisini kuracaktır. Genç Müslümanlar Hareketi ile olan çalışmalarından dolayı 3 yıl hapis yatan İzzetbegoviç’in ideolojisinin oluşmasında ve siyasete girmesinde Genç Müslümanların payı büyüktür.. İzzetbegoviç Genç Müslümanlar Hareketini siyasi olarak şöyle tanımlar: “Genç Müslümanlar Hareketi’nin genel odağını belirleyen, İslam ile ona muhalif mahiyetteki iki referans noktası anti-faşizm ve anti-komünizm idi. Hitler ve Stalin’in şahsında cisimleşen iki sistem, faşizm ve komünizm, o günün dünya düzenini karakterize ediyorlardı.”(7) Genç Müslümanlar Hareketi antifaşist ve antikomünist bir karaktere sahip olduğundan Çetnikler, Ustaşalar ve Partizanlar tarafından uzun yıllar baskı görmüş, bu yüzden yapılanmasını mecburen illegal olarak devam ettirmiştir.(8) Bu çalışmaların dışavurumu olarak mevcutta yayınlanan dergi ve gazetelere makale ve yazılar yazıyorlardı…
Aliya İzzetbegoviç’in bu çalışmaları Yugoslavya Devleti tarafından huzursuzlukla karşılanmış ve yazdıklarından dolayı kendisine soruşturmalar açılmıştır. Eserlerinde “İslami devlet” arzuladığı iddiası ile yakın arkadaşları ile birlikte yargılanmış ve yargılanma süreci siyasi bir atmosferde gerçekleşmiştir. Yargılanma süreci dünya kamuoyunda “Saraybosna Davası” olarak gündeme gelmiş, Dünya’daki pek çok gazete ve ajans davayı izlemiştir. Yargılanma sonucunda İzzetbegoviç ve yol arkadaşları haksız bir şekilde ağır cezalara çarptırılmıştır. (9) Aslında 23 mart 1983 sabahı evini aramaya gelen karanlık güçler 3 günlük tutukluluk kararı olduğunu söyliyerek götürdükleri Aliya İzzetbegoviç’i önce 13 gün sonrasında uzata uzata tam tamına gece gündüz 100 gün boyunca sorguladılar…Sorgulama ancak Mahkeme duruşmaları başlayınca bitti…(10)
Bu dönemde tutuklu yargılanırken hâkim diyordu ki“Savcının hakkınızda olan iddianamesini dinlediniz. Bu iddianamede geçen bu faaliyetlerden, bu eylemlerden vazgeçtiğinizi ifade edin ve sizi hemen salıvereyim” Aliya ise “Sayın hakim, ben İslam davasında bir neferim, ömrümün sonuna kadar da böyle kalacağım” diyordu. Ve devam ediyordu: “Ben bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır.” “Özgürlüğe Kaçışım” isimli eserini hapisteyken kaleme alarak şu sözleri sarf etmişti: “Beni dört duvar arasına koymakla özgürlüğümü kaybedeceğimi sanıyorlardı. Ben ise insanlık tarihi boyunca tüm filozofların, bilim adamlarının üzerine durduğu temel konular üzerine kafa yordum ve düşüncelerimi bu kitaba aktardım. Hapishane ortamında bulunduğum süre zarfında düşünerek, oturup yazarak bu kitabımı okuyan insanlarla birebir paylaşarak adeta özgürleşiyordum.” (11) Duvarların onun için bir anlamı yoktu; bundan dolayı kitabına Özgürlüğe Kaçışım ismini vermeyi tercih etmişti.
Hapis o ve arkadaşları için yatma yada dinlenme yeri değildi. Çıkınca yapılacakların adım adım planlandığı ve eksiklerin ilmek ilmek örüldüğü ve okumaların, yazmaların hummalı bir şekilde sürdürüldüğü bir medrese idi. Aliya hatıratında hapisten çıkınca yapacağı işlerden ve partinin kuruluşundan şöyle bahseder: “Hapisteki arkadaşlarıma niyetlerimden bahsetmiştim. Onu bir Müslüman partisi olarak düşündüm. Partinin Yugoslavya’daki Müslüman halkı bir araya getirmekte güçlük çekmeyeceğine ve onlara yapılacak açık bir davetin bunun için yeterli olacağına emindim.” (12) Kurulacak olan parti, “Müslüman kültür çevrelerinin” partisi olmalıydı ve aynı zamanda Balkanlardaki Müslümanları siyasi olarak bir araya getirmeliydi. Aliya ve arkadaşlarının siyaseten ilk hedefi Yugoslavya’yı yeniden yapılandırmaktı, bu nedenle SDA ilk olarak bir Yugoslav partisi olarak düşünülmüş ama değişen dengeler onu ve arkadaşlarını bu planından geri çevirmiştir (13). Takvimler 27 Mart 1990’ı gösterdiğinde İzzetbegoviç ve yol arkadaşları Demokratik Hareket Partisini (SDA) (**) kurarlar. Partinin kuruluşunu duyurmak üzere Saraybosna’daki Holiday Inn otelinde bir basın toplantısı düzenlenir ve İzzetbegoviç burada Kırklar Bildirisi olarak tarihe geçecek olan bildiriyi okuyarak partinin kuruluşunu ilan eder. Partinin on altı maddeden oluşan ilkeleri bu toplantıda açıklanır
Genel görüntüde: Partinin içerisinde birçok farklı görüşten kişiler mevcuttur. Bunların içerisinde; İslamcılara, muhafazakâr milletyetçilere, liberallere ve sekülerlere varan birçok sosyolojik taban yer almaktadır. Parti, programı ve konumu itibarı ile İslamcı bir partidir. Gelen tepkiler ve çizilen yol, partinin Mladi Muslimaninin devamı olduğu yönündedir. Partinin ilk kongresi 26 Mayıs 1990 tarihinde gerçekleşir ve delegelerin tüm oylarını alan İzzetbegoviç partiye genel başkan olarak seçilir. Parti içinde İzzetbegoviç’e ilk eleştiri, partinin kurucusu, genel başkan yardımcılarından Adil Zülfikarpasiç ve arkadaşlarından gelir. Onlara göre İzzetbegoviç partiyi “fundamentalizme doğru götürmektedir”. Zülfikarpasiç ve arkadaşları kendilerinin partiyi Avrupa Birliğine doğru götüreceklerini iddia edip partiden ayrılırlar (14). İzzetbegoviç bu yapılan hareketi haksızlık olarak görür. Buna şöyle açıklık getirir: “Partideki akımları, dindar ve laik eğilimin birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılacağı şeklinde olursa bu parti için felaketlere yol açar. Ben partinin halkımıza benzemeyi sürdürmesini diliyorum.” (15)
1990 yılında yapılan ilk seçimde % 40 oy alan İzzetbegoviç, savaş sonrası yapılan ilk seçimde % 80 gibi çok yüksek bir oy oranına ulaşmıştır. Bu seçimin akabinde 1998 yılında yapılan seçimde ise % 86,8 oran ile seçimleri kazanır. Bu oran Bosna’da yaşayan Boşnak Müslümanların tamamına yakınını oluşturur. Aliya İzzetbegoviç SDA’nın misyonunu ise şöyle açıklamaktadır: “SDA Boşnak halkının milli hislerini pozitif enerjiye dönüştürmektedir. Bu parti bu konumdan ayrıldığı takdirde Boşnak halkı arasında radikal hatta aşırı akımların doğmasına meydan verilmiş olacaktır ki bu, Bosna’yı istikrarsızlığa ve yeni bir milliyetçilik girdabına doğru götürebilir.”(16) 1990 daki İlk seçimde 7 üyeli devlet başkanlığının 3 üyesi SDA’lı adaylardı ve adaylardan Fikret Abdiç Aliya izzetbegoviçten açık ara 1,5 katı fazla rey almasına rağmen cumhurbaşkanlığı hususunda İzzetbegoviç lehine politik bir anlaşma ile feragat etti ve Aliya İzzetbegoviç Cumhurbaşkanı oldu ama Fikret Abdiç bu feragat sonrasında bir türlü iflah olmadı ve Bosna halkına çok zarar verecek şekilde Sırplar ve Hırvatlarla aynı safta kendi ordusunu kurup çatıştı ve yok olana kadar bu hainliği devam etti. (17)
Aliya’ya göre “insanlar arası ilişkileri düzenleyen değişmez İslami prensipler vardır; ancak değişmeyen hiçbir İslami üretimsel, toplumsal yahut siyasal terkip bulunmamaktadır” (18). Bu demektir ki, “İslami terimiyle hazır çözümden çok metot kastedilmekte ve bu terim birbiriyle zıt umdelerin sentez prensibini dile getirmektedir.” (19) Aliya’nın bu görüşleri, İslamcılığı bir paket programın uygulanmasından ya da emir ve yasakları, mahiyetini ve muradını anlamaya çalışmadan katı kurallar hâlinde dayatmaktan yana olan düşünürlerin ve siyasetçilerin yaklaşımından oldukça farklıdır. Aliya İzzetbegoviç İslam’ı Doğu’nun ya da Batı’nın parçası olarak tanımlamaya çalışan görüşlerle arasına ciddi bir mesafe koyar. Ona göre İslam coğrafi ve epistemolojik manada bu ayrımları aşar. O, “bu dünya taraftarıdır”; doğaya açık olması vesilesiyle bilime de açıktır; azami ölçüde insani ve azami ölçüde iyidir. Din ile bilim, ahlak ile siyaset, bireysel ile toplumsal, maddi olan ile manevi olan arasında arabuluculuk yapmaya talip olan İslam düşüncesi, ebedi ve ezeli mesajları bu dünyada gerçekleştirebilmek için yeni şekil ve araçlar bulmakla mükelleftir (20). Aliya, İslamcılık tarafından şiddetle eleştirilmekle birlikte İslam dünyasında yaygın olan ve zaman zaman İslamcı düşüncenin içine de sızan pek çok inanç ve pratiğe bütünselci yaklaşımdan hareketle karşı çıkmaktadır.
Uzun yıllar sonra 1997’de Tahran’da, bir İslam ülkeleri konferansında konuşurken İzzetbegoviç, kendi gözlemlerine dayanarak, kendini İslam ülkesi olarak adlandıran ülkelerin kusurlarına açık sözlülükle işaret edecekti. Açık sözlü olmanın da ötesine geçmişti: “Evet İslam en mükemmeldir, ama biz mükemmel değiliz! Batı ne bozuk ne de yozlaşmıştır. Çürümüş Batı- komünist sistem bu yanılgıyı çok pahalı ödemiştir. Batı çürümemiştir. Batı güçlü, kültürlü ve organizedir. Okulları bizimkilerden daha iyi ve şehirleri bizimkilerden daha temizdir. Batıda insan hakları daha üst düzeydedir, fakirlere ve özürlülere yönelik sosyal imkanlar daha iyi organize edilmiştir. Batılılar genelde sorumlu ve doğru insanlardır. Benim onlarla ilgili tecrübelerim böyledir. Ancak gelişmişliklerinin karanlık yönlerini de biliyorum ve göz ardı etmiyorum. Evet, İslam en mükemmeldir ama biz mükemmel değiliz! Bu sıklıkla karıştırdığımız iki konudur. Batıyı küçümsemek yerine onunla yarışıyoruz! Kur’an bize tam da şunu emretmemiş midir: Öyle ise iyiliklerde yarışın.” (21) (***)
Batı’da İslam’ı, Müslüman ülkelerde ise Batı’yı savunuyordu. Batı’da Doğulu, Doğu’da ise Batılıydı, ancak her iki tarafta da Müslüman’dı. Batı ile alakalı söylemiş olduğu şu söz çok manidardır. “Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”
Aliya müslüman bir kimlik ve islami bir mücadele sonucu geldiği makamlar ve mevkiler noktasında açık ve berrak fikirlere sahiptir. Diyorki: “Her iktidar, insanları bozar ve bu bozgunluğun yıkıcı etkisine ancak sadece Allah’a iman ve ahlaki değerlerin sürekli canlı tutulması faaliyeti karşı durabilir.” (22). Bu kural diğer dinler ve İslam için de geçerlidir. “Din de devrim de acılar ve ızdıraplar içinde doğar. İkisi de refah ve konfor içinde yok olup gider. Gerçekten de devam eden sırf onların gerçekleşme çabasıdır.” diyen (23) , devrimin yalan söylemeye ve kendi kendine ihanet etmeye başladıktan sonra sahte dinle ortak bir dil bulduğunu tespit etmiştir. Devrimi ve dini yozlaştıran, iktidarları için aracı kılan bir zihniyet, aynı zamanda onları kurban ediyor demektir. Bütün dinlerin –ki “semavi dinlerden sonra dünya eski dünya olmamıştır” (24) ve devrimlerin ortak tarihi bu şekilde devam etmiştir. Samimiyet, fedakârlık ve zulme karşı mücadele gibi değerler ve pratikler yerlerini yozlaşmaya, zenginliğin ve iktidarın muhafazası için halkı baskı altında tutan siyasetler üretmeye ve dolayısıyla devrimci ruhun ve anlayışın yavaş yavaş kaybolmasına bırakmışlardır. Benzer bir durumun İslam dünyasında da aynı şekilde cereyan ettiğini görmek mümkündür. Burada İslam toplumları açısından değerlendirildiğinde İslam ile Müslümanlar arasındaki mesafe açılmış, var olan durumun şartları kimlerin lehine işliyorsa siyaset onların elindeki bir araca dönüşmüştür. Büyük bir devrim olarak doğan ve gelişen İslam, zamanla devrimci karakterini ve gücünü kaybetmiştir.
İzzetbegoviç özellikle Dayton sürecinde hayli yorulmuş ve cumhurbaşkanlığı görevinden 15 Ekim 2000 tarihinde kendi isteğiyle ayrılmıştır. Arkasından gelen bir neslin var olduğu bilinci ile siyasi faaliyetlerine bir süreliğine SDA çatısında devam eden İzzetbegoviç, 13 Ekim 2001 tarihinde, SDA Genel Başkanlığını da Süleyman Tihiç’e bırakmıştır. Görevini bırakması konusu sürekli gündem olmuş ve bunu bir gazeteciye şöyle açıklamıştır: “Milletçe önümüzde daha uzun bir yol vardır. Bireyler ölür, halklar yaşar. Mücadeleler bana bağlı değildir. Önemli olan da budur. Şu anda sancağı binlerce insan taşıyor. Bunu sürdüreceklerdir. Ben sadece bana düşeni yapmaya çalışıyorum. Kısacası dava ve mücadele kişiler’e kâim değildir. Bayrağı taşıyacak binlerce kişi olduğunu görüyor ve mutlu oluyorum.” (25)
İzzetbegoviç toplamda 11 yıl parti başkanlığı, 10 yıl da Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı görevinde bulunmuştur. Eski Yugoslavya siyasi tarihinden, günümüz Bosna-Hersek’ine kadar, cumhurbaşkanlığı görevi devam ederken bu görevini kendi isteğiyle bırakmış bir siyasetçi çıkmamıştır. İzzetbegoviç hayatının sonuna kadar bu görevi sürdürmek istemediğini belirterek, birçok insan için önemli bir makam olan cumhurbaşkanlık görevinden feraget etmeyi bilmiştir
Şüphesiz ki Aliya İzzetbegoviç 20. yüzyılda İslam dünyasında, sözleri, hareketleri ve tavırlarıyla yekpareleşen, müstesna Müslüman bir siyasetçidir. Siyasetini; adalet, özgürlük ve doğruluk kavramları özetler. O, siyaset hayatı boyunca insanı önemseyen bir lider olmuştur. Devletin insan için var olması gerektiğine vurgu yapmış, insanı merkeze alan bir siyaset anlayışı geliştirmiştir. Devleti birikim aracı olarak görmeyen, şeffaflığı ve ehliyeti önemseyen, kimlik siyasetine karşı çıkan İzzetbegoviç, cumhurbaşkanlığı süresi boyunca da akrabalarını devletten uzak tutmuş bir siyasetçidir. Onun siyaset anlayışında eleştiri, bir ayna gibi daima var olmuştur. Siyasi hayatı boyunca şahsına ve partisine yapılan bütün eleştirileri büyük olgunlukla karşılamış, eksik ve hatalarını tartışmaya açmaktan geri durmamıştır (26). Hatıratında da bundan söz etmiştir.
Mütevaziliğini daima korumuş ve kendisine yönelik aşırı övgülere de anında tepki göstermiştir. SDA’nın bir kongresinde kendi fotoğrafının salona asılması üzerine, “Bunu abartılı bir tevazu olarak görmeyin ama benim fotoğrafımın asılması değerlerimize uygun değildir. Kahve molasında lütfen onu kaldırın.” (27) çağrısında bulunmuş bir Müslümandır. Bu minvalde İzzetbegoviç, SDA’nın bir devlet partisi olarak değil, daima sivil bir parti olarak kalması için çabalamıştır.
“Bosna’yı yok etmeye Sırbistan’ın gücü yetmeyecek, Hırvatistan da böyle bir şey yapmayı zaten istemeyecektir. Dolayısıyla, size diyebilirim ki dünyanın bu bölgesinde yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan tabloda bizim gücümüz artmış, Sırbistan zayıflamış, Hırvatistan ise demokratikleşmiştir. Böyle bir tarihi konum içerisinde, Bosna varolmaya devam edecek, demokratik, birlik içinde bir ülke olmaya doğru emin adımlarla ilerleyecektir” (28)
Aliya, Müslüman Boşnakların İslam’ın has özünü anlamalarını, buna göre yaşantılarını sürdürmelerini istemiştir. Müslümanlığı seçmiş olan Boşnaklar, Avrupa’nın ortasında, Doğu ve Batı’nın kesişim merkezinde hayatlarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Bunun yolu da birliktelikten geçmektedir. “Eğer Müslüman başkalarının varlığını hissetmiyorsa, Müslüman toplumu başarılı olmamış demektir” (29)
Aliya’ya göre, Doğuluların başına gelebilecek en kötü şey, E. Said’in dediği gibi, Batı gözlükleri takarak kendilerine bakmaktır.(30) Çünkü teslim olmanın ve yeni bir insan teşekkül ettirmenin adı olan İslam, ancak yaşayarak kavranabilir; dahası indirgemeye meydan okur. Kapitalist gücün etkisiyle, sadece akıl boyutuyla İslam’a bakmak, onu anlamamak için en kestirme yol olacaktır!
Bize yapılan soykırımı unutursak bunu bir daha yaşamaya mecburuz, size asla intikam peşinden koşun demiyorum ama yapılanları da asla unutmayın!
“Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan(Sırplardan) dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allaha ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil.” “Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın.”(31)
Otoriteye zorunlu olarak itaat etmiş fakat inanmadığı yasaları hiçbir zaman benimsememiş. Âliya İzzetbegoviç yaklaşık yarım yüzyıl ateist ve materyalist bir politik hegemonyanın çoraklaştırdığı topraklarda “ölümünden sonra Allah’ın yeryüzünü diriltmesi” gibi düşünceleri ile çevresini diriltmiş, onu izleyen ve okuyan insanların acılı ruhlarına Mesih’in kutlu nefesi gibi esmiştir.(32)
İzzetbegoviç hayatı boyunca içinde bulunduğu ağır toplumsal ve siyasal şartlar karşısında söylediklerine ve yazdıklarına sadık kalabilmiş, tutarlılık açısından da çetin sınavlara rağmen sağlam durabilmiş, ağır bedeller ödemek zorunda kalmış güçlü bir şahsiyettir. Bu özellikler onu sadece bir düşünce adamı veya siyasi bir figür olarak kabul etmekten ziyade, bunlara ilaveten, nebevi çizginin önemli bir takipçisi olarak değerlendirmemizi haklı kılar. Bir kez daha onu rahmetle anıyoruz.
D İ P N O T L A R :
(*) Mladi Muslimani (Genç Müslümanlar)
1-sh-2 / 2-sh-2 / 9-sh-43 notlar için
BEHMEN Ömer. (2008). Genç Müslümanlar Hareketi. 1939-2005 tercüme: Nevzat AKKUŞ- Amira YARAR- Euromat yay.
3-HECE : Hasan Çengiç’le konuşma- sh-32)
4-HECE-İsmet Kasumagiç ile konuşma-sh-46/sh-51)
8-HECE-Hasan Çengiç’le konuşma- sh-31)
10-HECE-Zehrudin İsakoviç-Biyografi-sh-182)
Notları için
HECE DERGİSİ yayınları-ALİYA İzzetbegoviç Özel Sayısı-2.baskı-2016
15-sh-216 / 28-sh-51 / 29-sh-52 notlar için
İzzetbegoviç, A. (2008/3). Konuşmalar (çev. F. Altun ve R. Ahmetoğlu). İstanbul: Yöneliş Yayınları. PDF
18-sh-48 / 20-sh-51 notlar için
İzzetbegoviç, A. (2010)2007. İslam deklerasyonu (çev. R. Ademi). İst: Fide Yay.PDF
22-sh-32 notu için
İZZETBEGOVİÇ, Aliya (2010). İslami Yeniden Doğuşun Sorunları, Tercüme: Dr. Rahman Ademi, 3. Redaksiyon, İstanbul: Fide Yayınları,PDF
(**) Demokratik Hareket Partisi (SDA: Stranka Demokratske Akcije)
(***) Basından:Alija Izetbegović, 11 Aralık 1997’de Tahran’da düzenlenen İslam Konferansı Örgütü’nün (İKÖ) zirvesinde dünya çapında bilinen konuşmasından
19-sh-20 / 23-sh-104 / 32- Bulaç Ali-önsöz-sh-10 notlar için
İZZETBEGOVİÇ, Aliya (2011). Doğu ve Batı arasında İslam (çev. S. Şaban)., 32. Basım, İstanbul: Klasik Yayınları.
İZZETBEGOVİÇ, Aliya (2015). Konuşmalar, Tercüme: Fatmanur Altun ve Rıfat Ahmetoğlu, 20. Basım, İstanbul: Klasik Yayınları.
11/sh-XII , 24-k notlar için
İZZETBEGOVİÇ, Aliya (2015). Özgürlüğe Kaçışım: Zindandan Notlar, Tercüme: Hasan Tuncay Başoğlu, 17. Basım, İstanbul: Klasik Yayınları.
5-sh-18 / 6-sh-9 / 7-sh-18 / 12-sh-73 /13-sh-496 / 14-sh-94 / 16-sh-549 / 21-sh-415
25-sh-487/71- / 26-sh-542 / 31-notlar için
İZZETBEGOVİÇ, Aliya (2003). Tarihe Tanıklığım, Tercüme: Alev Erkilet, Ahmet Demirhan ve Hanife Öz, 2.Basım, İstanbul: Klasik Yayınları. PDF
27-Gündüz, S. (2013, 18 Ekim). Sen gittin hüzün elde kaldı Alija Yenişafak Gazetesi, http://yenisafak.com.tr/yazarlar/SuleymanGunduz/sen-gittin-huzun-elde-kaldi-alija/40111
30-https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/605697
32-(Bulaç Ali-Doğu Batı Arasında İslam kitabının -önsözde-sh-10)
Kaynak: farklı bakış