Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

1960 darbesi, darbe mahkemeleri ve demokratik siyaset (1)

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı.

1960 darbesi, darbe mahkemeleri ve demokratik siyaset (1)

Cumhur iktidarı sözcüleri ve imzacıları tarafından, 23 Haziran 2020 tarihinde TBMM’ne bir yasa teklifi getirildi.

27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarını idam cezasına çarptıran özel mahkeme Yüksek Adalet Divanı (YAD) kararlarını hükümsüz kılan ve bu kararlardan dolayı doğan zararların tazmin edilmesini öngören bir yasa teklifiydi bu!

Ancak ‘mahkeme kararları hükümsüz kılınması gereken, bu kararlardan dolayı doğan zararların tazmin edilmesini’ gerektiren başka darbelerde vardı.

Üstelik 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri gibi ülkenin geleceğini kararan çok daha kanlı darbelerdi bunlar.

 
Yassıada mahkemesi

Başbakan Adnan Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve arkadaşlarının yargılandığı mahkeme, yani Yüksek Adalet Divanı (YAD) ya da yaygın kullanılan adıyla Yassıada mahkemesi şüphesiz 'bağımsız' ve 'doğal hakim' ilkesine göre kurulmuş bir mahkeme değildi.

Yassıada mahkemesi, “12 Haziran 1960 tarihli ve 1 sayılı 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun Bazı Hükümlerinin Kaldırılması ve Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında Geçici Kanun”a göre Kurulan bir mahkemeydi.

Anayasa hükmündeki bu geçici kanun 27 Mayıs darbesini gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi (MBK) tarafından yürürlüğe konulacak, 1961 anayasa referandumuyla kendince meşruiyet kazanacaktı.

Yassıada mahkemesi, kurulmasında darbecilerin ön ayak olduğu bir özel mahkemeydi.

Her bağımsız olmayan özel mahkeme gibi ‘doğal hâkim güvencesi’ ile yargılama yetkisinden yoksundu. 

Mahkeme başkanının, sanıkların itirazlarına “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” cümlesi bu gerçeği daha yargılama sürecinde faş ediyordu.


12 Mart ve 12 Eylül mahkemeleri

12 Mart ve 12 Eylül  mahkemeleri de, 1960 darbecilerinin lider kurumu MBK’nin bıraktığı anayasaya ve 12 Mart darbecileri tarafından TBMM’ye dikte ettirilen 13 Mayıs 1971 tarihli 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununa göre kurulacaktı.

Bu mahkemelerde, Yassıada mahkemesi gibi Sıkıyönetim ilan edildikten sonra kurulacak ve kuruluş tarihinden önceki eylemlerinden dolayı sanıkları yargılayacaktı.

Her sıkıyönetim askeri mahkemesi gibi bu mahkemeler de ‘bağımsız’ ve ‘doğal hâkim güvencesine’ sahip mahkemeler olmayacaktı...

Başka bir ifadeyle 12 Mart ve 12 Eylül mahkemeleri anayasal ve yasal dayanak bakımından Yassıada mahkemesinden farklı değildi.

Geçerken şu gerçeği de ifade edelim ki 12 Mart ama özellikle 12 Eylül yargılamaları sürecinde insanlık, sorgu ve cezaevleri süreçleri bakımından, Yassıada süreciyle kıyas kabul etmez sistematik işkence ve cinayetlere tanıklık edecekti.


Darbe ve demokratik siyaset

Hangi darbenin daha bir işkenceci ve kanlı olduğu, toplum hayatında ne kadar onarılmaz yaralar açıp açmamasını kıyaslama değildir, mesele.

Antidemokratik bir hükümeti seçimle değiştirme olanağı varsa, prensip olarak darbe yoluna sapmamaktır, mesele.

Demokratik siyaset darbeyi engelleyememişse, darbeye ve darbecilere karşı direnme hakkını kullanmaktır, mesele.

Şu veya bu şekilde darbeciler defedilmişse ya da darbeciler kışlalarına geri dönmek zorunda kalmışsa bile darbe suçlarıyla hesaplaşmak/yüzleşmek ve de demokratik siyaset üzerinden darbe kurumlarını tasfiye etmek, toplumsal yaraları adalet duygusuyla sarmaktır, mesele…

Bu bağlamda kim, hangi kesim hangi görüş ve eğilime sahip olursa olsun ortak zemin, darbe karşıtlığı ve demokratik hak ve özgürlüklerdir.

“Bana darbe yapılan kötü”, “sana yapılan darbe iyi” ya da “ehven-i şerdir” görüşüne sahip olmak darbe yandaşlığıdır. 

Bu kadar açık!

Ama…

27 Mayıs askeri darbesiyle hesaplaşma amacıyla 23 Haziran 2020'de TBMM’ye getirilen yasa önerisinde, Cumhur iktidarının sözcüleri ve imzacıları haklı Yassıada mahkemesini darbe mahkemesi olarak haklı olarak suçlarken,  

12 Mart ve 12 Eylül mahkemelerinin o tarihlerdeki anayasalara, yürürlükteki yasalara ve doğal hâkim ilkesine göre kurulduğunu haksız olarak savunacaklardı.

"Bu mahkemeler Anayasa'ya ve milletin temsilcisi olan Meclis tarafından ihdas edilmiş kanunlara,

Milletten alınmış bir yetkiye dayanılarak kuruldular" 
beyanıyla gerçeği ve adaleti ayaklar altına alacaklardı.  

12 Eylül 1980’de kurulan sıkıyönetim askeri mahkemelerini oluşturan askeri yargıç ve savcılar ile subay üyelerin mesleki sicil ve atama yönünden nezdinde mahkeme kurulan komutana bağlı oldukları halde,

‘Doğal hâkim’ güvencesine sahip olmadıkları halde,

Hukuk eğitiminden geçmemiş kıta subayı başkanlığında kuruldukları halde,

Sıkıyönetim komutanının istediği yönde karar vermeyen mahkeme üyeleri başka görevlere atandığı, hatta mahkemenin toptan kapatılması yoluna bile gidildiği halde, bütün bu gerçekleri yok sayan bir siyasi iktidarın 27 Mayıs darbesiyle sahici bir hesaplaşması söz konusu bile olamaz…

Darbeyle hesaplaşmak başka bir şey, fırsatçı bir zihniyetle darbe mağduriyetlerini politik/pragmatik bir zihniyetle istismar etmek başka bir şeydir.

Demokratik siyaset doğası gereği, darbeci siyasetin 'demokrasi havariliği' üzerinden kurguladığı algı yönetimine tavrı içseldir.

Demokratik siyaset, darbeci siyasete kanmayarak ilerler, demokratik olgunluğa kavuşur çünkü...


İşte Ali Elverdi, işte ‘doğal hâkim’ yalanı

12 Mart Askeri darbesinin Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanı Tuğgeneral Ali Elverdi de, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını idam kararını verirken övünçle şunları söylemeden edemeyecekti:

Sadece askeri görevi yerine getirmedim üzerime düşen politik görevi de yerine getirdim.


27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarını idam cezasına çarptıran mahkeme kararlarını hükümsüz hale getiren ve bu kararlardan doğan zararların tazmin edilmesini öngören yasa teklifini 23 Haziran 2020 tarihinde TBMM’ne getiren Cumhur iktidarı sözcüleri ve imzacıları yasa metinlerini hazırlarken ne kadar da isabetli hukukçulardan feyz almışlar.

12 Mart cuntasının kurduğu askeri mahkemede, Deniz Gezmiş'lerin idam kararlarını askeri ve politik bir görev olarak veren Ali Elverdi, itirafının aksine, ‘tabii hâkim’ ilkesine göre yargılama yapıyormuş da sadece biz değil, kendisi de bilmiyormuş…

Demokrasicilik söylemi ardında, darbeye de ‘ayarlı’ siyaset cambazlığını sonuçlarıyla beraber icrası yarınki yazımızın konusu olsun.


(Devam edecek)

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER