Tarih: 28.10.2024 08:31

1924 Anayasası Revizyonlarının anlam ve önemi: Genel değerlendirme

Facebook Twitter Linked-in

Yazıda, 1924 Anayasası'nda yapılan revizyonlarla ilgili bazı gözlemler ve tespitlere yer vereceğim... Anayasa revizyonları tarihi çalışırken, anayasal metinler kadar önemli olan bir kaynak da Meclis tartışmalarıdır…
Daha önceki Tarih Tersleri’nde önce 1924 Anayasası revizyonlarını değiştirilen maddeler bağlamında özetleyerek betimsel düzeyde incelemiştim.

Bu hafta ise 1928-37 yılları arasında, yani Tek Parti Diktatörlüğü döneminde yapılan beş revizyonun ve 1945 ve 1952 yıllarında anayasanın diliyle ilgili yapılan iki revizyonun anlam ve önemi konusunda genel değerlendirme yapacağım. Yani 1924 Anayasası'nda yapılan revizyonlarla ilgili bazı gözlemler ve tespitlere yer vereceğim.

Bunun için, - daha sonra ele alacağım 1960 yılında yapılan dört müstesna revizyon dahil - tüm revizyonları gösteren detaylı tabloyu tekrar vermek yararlı olabilir:

 

tabol.jpg

***

1928-52 yılları arasında yapılan yedi revizyona baktığımızda, madde sayıları bağlamında en kapsamlı olanlar, ikisi de 1937 yılında yapılmış 4. ve 5. revizyonlar olmuştur. Ancak madde sayıları üzerinden revizyonların anlam ve önemini değerlendirmek yanıltıcı olacaktır.

Nitekim, 1924 Anayasası revizyonları arasında, nitelik ve siyasal anlam bağlamında belki de en önemli değişikliklerden biri olan 1928 revizyonunda sadece 4 madde değiştirilmiştir.

Diğer yandan değiştirilen madde sayısının daha çok olduğu Şubat 1937 revizyonunun da bu nitelikte olmasının nedeni sadece 2. Madde ile ilgili içerdiği değişiklik olmuştur.

3115 sayılı kanunla gerçekleştirilen 5 Şubat 1937 tarihli 4. Revizyon sırasında sekiz maddede (2., 44., 47., 49., 50., 61., 74. ve 75. Maddeler) değişiklik gerçekleştirilmiştir. Siyasi anlamı ve kapsamı nedeniyle de büyük önem taşıyan bu revizyonun öne çıkan özelliği, Cumhuriyet’in niteliğini düzenleyen Anayasanın 2. Maddesine CHP’nin altı ilkesinin eklenmiş olmasıdır: “Türkiye Devleti, cumhuriyetçi milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır. Resmî dili Türkçedir. Makarrı [Başkenti] Ankara şehridir.”

Bu değişiklikle birlikte, 1930larda hızla kurumsallaşan “parti-devlet” anlayışının anayasal boyutu da tamamlanmıştır diyebiliriz. Böylece, daha açık ve net bir nitelik kazanan CHP’nin milliyetçi (Türkçü), her alanda tekçi ve açıkça otoriter tek-parti ideolojisi devletin yeniden şekillendirilmesinde belirleyici rol oynamıştır.

Bu revizyonla ilgili Meclis görüşmeleri sırasında dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından parti, ideoloji, devlet ve toplum ilişkisi üzerine yapılan konuşma, dönemin totaliter zihniyetinin (otoriter aşamayı geride bırakarak) Türkiye’de ne kadar kök saldığının açık göstergesi niteliğindedir: “… İnsanlık tarihi Türklerle başlamıştır. Türk olmasaydı belki tarih olmazdı ve muhakkak ki medeniyet de başlamazdı... Türksüz bir tarih nekadar muzlim (karanlık) olurdu. Hele Türksüz kalacak beşeriyet ne kadar sefil ve süflî (aşağılık) bir manzara irae eder (gösterir), hepiniz tahmin ve tahayyül edebilirsiniz. Türkün olmadığı bir tarih karanlık ve kaotik olur …” Kaya’ya göre “bir daha (…) bâdirelere, tehlikelere dönmeyecek bir Devlet sistemi” kurmuş olan Türk, “bu Devlet sisteminde tatbik edilecek olan prensipleri vâzıh, açık ve müsbet olarak program halinde tesbit” etmiş ve “bu programı ve bunun tatbikini kendi kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi eline ve mesuliyetine” vermiştir. Bunun sonucu olarak, amacı “Türkün tarihine, seciyesine, âlicenaplığına ve gurur-u millîsine muvafık bir Devlet yaratmak”tan ibaret olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilkelerinin anayasaya konularak devletin de ilkeleri olarak kabul edilmesinin normal olduğunu anlatan Kaya, sözlerini şöyle tamamlamaktadır:
“Atatürk’ün vazettiği prensipler Türktür. Yani asliyeti ve menşei itibarile milletin kendi seciyesinden alınmış ve onun bütün ihtiyaç ve zaruretlerine uygun olarak seçilmiştir. Bu prensipler aynı zamanda Türkçüdür de... Bu itibarladır ki millîcilik vasfı kendiliğinden çıkan bir zaruret olur... Türk milleti, behemehal (mutlaka) Türkçü ve millîci olmak zorundadır.”

Partinin ve dolayısıyla devletin zihniyetinin, dünyada o dönem hakim olan ırkçı totaliter zihniyete uygunluğunu gösteren bu söylem, 1937 Revizyonlarının tarihsel bağlamını çok iyi ele vermektedir.

***

Diğer yandan, 5 Şubat 1937 tarihli 4. Revizyonda madde sayısının çok olması, (13 Ekim yazısında belirttiğim üzere) siyasi müsteşarlık (bakan yardımcılığı) makamının ihdas edilmesi nedeniyle birçok maddeye bu ibarenin teknik olarak eklenmesi zorunluluğundan kaynaklanmıştır.

Bu revizyonu ilginç kılan bir diğer değişiklik de 30 Kasım 1925’te çıkarılan tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasıyla ilgili kanun nedeniyle artık ülkede tarikat olmadığı veya olmaması gerektiği iddiasıyla 75. maddeden “tarikat” ibaresinin çıkarılması olmuştur. Esasen önemli olmasa da sembolik bulunan bu değişiklikle ilgili Mecliste sunulan gerçekçe, değişikliğin arka planındaki dönemin hakim zihniyetini anlamamız için önemli doneler sunmaktadır. Bu bağlamda Anayasa değişikliği teklifiyle ilgili olarak İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmadan ve kullandığı dilden bu süreci anlamak mümkün olabilir:
“Türklerin fena miras olarak diğer bir şeyi de bir takım tarikatlara salik olmasıdır. Bizim bildiğimiz, Türk için yegâne doğru yol ve tarikat müspet ilimlere dayanan milliyetçiliktir. Bu yolu tutmak Türkün maddî ve manevî hayatı için en büyük kuvvettir. (Bravo sesleri, alkışlar) Bunun içindir ki eğer şurada burada vatandaşlarımızın kalbinde bu yanlış gidişlere küçük bir rabıta kalmışsa o rabıtayı B.M. Meclisinin kararı ile kökünden silerek bu tarikatlardan uzaklaştırmak istiyoruz. (Bravo sesleri) Koyduğumuz prensiplerden biri de alkışlar) Bunun içindir ki eğer şurada burada vatandaşlarımızın kalbinde bu yanlış gidişlere küçük bir rabıta kalmışsa o rabıtayı B.M. Meclisinin kararı ile kökünden silerek bu tarikatlardan uzaklaştırmak istiyoruz. (Bravo sesleri)”

***

Bu vesileyle bir kez daha vurgulamak isterim ki genelde anayasalar (hazırlık ve kabul süreçleri) tarihi ile özelde anayasa revizyonları tarihi çalışırken, anayasal metinler kadar önemli olan bir kaynak da TBMM’ye sunulan değişiklik teklifleriyle ilgili hükümet temsilcilerinin konuşmaları ve Meclis tartışmalarıdır...

***

Aynı şekilde 29 Kasım 1937 tarihli 5. Revizyonun kapsadığı madde sayısının çok olması da siyasi müsteşarlık (bakan yardımcılığı) makamının dokuz aylık bir süreden sonra ortadan kaldırılması nedeniyle bu ibarenin geçtiği çok sayıda maddeden çıkarılması gibi ‘teknik’ bir değişiklik ihtiyacı sebebiyle olmuştur. Toplam altı maddede (44., 47., 48., 49., 50. ve 61. maddeler) değişiklik öngören bu revizyonun anlam ve önemi esasen diğerleriyle karşılaştırılmayacak kadar azdır.

***

1960 Darbesinden önceki yıllarda (1928-1952) yapılan 7 revizyonun diğer ikisi ise sadece anayasa metninin diliyle ilgilidir.

Bunlardan, çok partili sisteme geçmeden hemen önce gerçekleştirilen ilki, 10 Ocak 1945 tarihli 6. revizyon olmuştur. Bu değişiklik, metnin içeriği değiştirilmeden anayasanın dilinin sadeleştirilmesi (yani ‘Yeni Türkçeleştirilme’) kararı ile ilgilidir. Tek-Parti Döneminin son günlerinde yapılan bu değişiklikle birlikte anayasanın sadece eğitimli elitlerin anlayacağı bir dilden, herkesin anlayacağı bir versiyona kavuşmasının (Bülent Tanör’e göre demokratik bir adım olarak değerlendirilebilecek) anlamı ve sonuçları ayrıca tartışılmalıdır diye düşünüyorum.

24 Aralık 1952 tarihli 7. revizyon ise bir önceki ‘Yeni Türkçeleştirme’ revizyonunun iptalinden ibarettir. Yani eski Türkçe yazılmış 1924 yılı metninin (1945 yılına kadarki tadilleriyle birlikte) dili değiştirilmeden tekrar yürürlüğe sokulması ile ilgili (yürürlük maddesi de dahil) iki maddelik bir revizyondur. Çok partili dönemde, daha ziyade rövanşist bir anlayışla gerçekleştirilen bu değişiklik sonucunda ortaya çıkan son metni ilk ikisiyle, yani 1924 ve 1945 versiyonlarıyla karşılaştırmalı olarak incelenmesi ve tüm versiyonların titiz bir şekilde gözden geçirilmesi, özellikle hem dilbilim ve dil politikaları bağlamında hem de çeviri aracılığıyla ortaya çıkmış olası anlam kaymaları bağlamında ilginç sonuçlar ortaya çıkarabilir.

Aynı şekilde, sadece bir maddede (95. Madde) değişiklik öngören 10 Aralık 1931 tarihli 2. Revizyon da bütçenin meclise sunulması gereken son tarihle ilgili teknik bir değişiklikten ibarettir.

***

1960 öncesi yapılmış olan diğer iki revizyona gelince, kapsamlı olmasa da bu revizyonlar, niteliksel olarak en önemli ve en radikal olan revizyonlar olarak kabul edilir.

Dört maddede (2., 16., 26. ve 38. Maddeler) değişiklik öngören 10 Nisan 1928 tarihli 1. revizyonun önemi, öncelikle 2. Maddedeki “Türkiye Devletinin dini, Dini İslamdır” ibaresinin anayasadan çıkarılmasından kaynaklanmaktadır. 1920lere damgasını vuran radikal laiklik politikalarının doruklarından kabul edilebilecek bu değişiklik konusunda dönemin basınında veya Mecliste yeterince tartışma olmaması ayrıca incelenmesi ve tartışılması gereken ilginç bir konudur. Yine laiklik politikalarının gereği olan bu revizyonda yer alan bir konu da milletvekili (16. Madde) ve Cumhurbaşkanlığı (38. Madde) yeminlerindeki “vallahi” ibaresinin anayasadan çıkarılması ve yerine “namusum üzerine söz veririm” ibaresinin konulması olmuştur.

Aynı paradigmatik çerçevede değerlendirilmesi gereken 1. Revizyondaki bir başka değişiklik de Büyük Millet Meclisi’nin yetki ve görevlerini tanımlayan 26. Maddeden “ahkâmı şer'iyenin tenfizi” (şeri hükümlerin yerine getirilmesi) ibaresinin çıkarılması olmuştur. Doğal olarak, laiklik yönünde önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir.

1924 Anayasasının 1928 yılındaki 1. revizyonu aracılığıyla geçekleştirilen devrimci değişikliklerin o dönem halktaki karşılı(ksızlı)ğı da yine önemli bir araştırma ve tartışma konusudur.

Sadece iki madde (10 ve 11. Maddeler) değişikliğini içeren 5 Aralık 1934 tarihli 4. revizyon Cumhuriyetçilerin (diğer Ülkerlerde gerçekleşme tarihleriyle karşılaştırarak) haklı nedenlerle göğüslerini gere gere öne çıkardıkları kadınlara seçme (10. Madde) ve seçilme (11. Madde) hakkının verilmesiyle ilgilidir. Erkekler için de geçerli olan seçme hakkı için 22, seçilme hakkı için 30 yaş sınırına rağmen erkek egemen bir rejimin erkeklerden oluşan meclisi tarafından alınmış bu karar her halükarda önemli bir ‘kazanım’ olarak görülmelidir. Son birkaç on yılda yapılan tarih çalışmaları ve genelde tarih yazımına feminist müdahaleler sayesinde bugün bu kazanımların, sadece modernist saiklerle ‘bahşedilmiş bir hak’ olarak değil, aynı zamanda onlarca yıllık kadın mücadelesinin sonucunda elde edilmiş kazanımlar olduğunu daha iyi bildiğimizi eklememiz gerekmektedir.

**

Son olarak, 1924 Anayasası revizyonları bağlamında henüz tartışmadığım, 1960 Darbesi sonrası altı aylık süre içerisinde yapılan dört revizyona gelecek yazıda yakından bakmayı planlıyorum. Fakat bitirirken bu konuda kısaca şunu söylemek isterim: Meclisin kapatılmış olduğu bu süre içinde yapılan revizyonlar bağlamında öncelikle sorgulanması gereken şey, kendisi anayasal olmayan bir yönetimin ve onun kurumlarının mevcut anayasada revizyon yapma yetkisinin olup olmadığıdır; daha doğrusu bu revizyonun anlam(sızlığ)ı olmalıdır. Gelecek hafta Altmış Darbesi revizyonlarını bu bağlamda değerlendirmeye çalışacağım.


 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —