Tarih: 20.09.2024 07:46

1921 Anayasasında yıkıcı ve kurucu revizyonlar; 1-II: 29 Ekim 1923 Revizyonu

Facebook Twitter Linked-in

1921 Anayasasında yıkıcı ve kurucu revizyonlar-I: 01 Nisan 1923 Revizyonu

Birinci Meclisi dağıtarak yeni Meclisin kurucusu olacak İkinci Meclisin seçilmesine yol açan 1 Nisan 1923 anayasal revizyonuna genel bir bakış bile yeni bir rejimin kuruluşuna doğru bilinçli bir adım olduğunu görmemizi sağlar.

Günümüzde anayasa tartışmalarında halen bir model olarak sunulan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, yani 1921 Anayasası, üç yıl kadar yürürlükte kalabilmiştir: 20 Ocak 1921’de TBMM’de kabul edildikten üç yıl sonra, yine TBMM tarafından 20 Nisan 1924’te kabul edilen 1924 Anayasasının yürürlüğe girmesinin ardından ömrünü tamamladı.

Konumuz anayasaların hazırlık, kabul ve içeriklerinden ziyade anayasa revizyonları olduğu için detaylı tartışma olanağım yok, ama giriş cümlesindeki iki kavram muhakkak açılmaya/tartışılmaya muhtaç:

Her şeyden önce, iki anayasanın da Büyük Millet Meclisi (BMM) tarafından kabul edildiği doğrudur, ama ‘yine’ sözcüğünün ima ettiği ‘aynı meclis’ iddiası tartışmalıdır. Çünkü bu yazıda ele alacağım üzere, 1921 Anayasasında 1 Nisan 1923 tarihli ilk revizyon sebebiyle yenilenen seçimler sonucunda sadece milletvekilleri değil, BMM’nin karakteri de değişmiştir. Diyebiliriz ki kurumsal kimlik ve ideoloji bağlamında iki ayrı meclis iki ayrı paradigma söz konusudur. Çünkü Birinci Mecliste var olan çoğulluk ve bunun mümkün kıldığı muhalefet yenilenen seçimlerle ortadan kalkmış ve toplumsal mühendisliğe soyunanların kendisini meşruiyet için kullanacağı meclis tek taraflı/sesli bir kuruma dönüşmüştür.

İkinci olarak, 1921 Anayasası için “ömrünü tamamladı” gibi nötr bir cümle iki nedenle yanıltıcı olabilir. Birinci neden, 1921 Anayasasının ömrünü doldurmasından ziyade taammüden ve acımasızca ortadan kaldırılmasıdır. İkinci neden ise, 1921’de kabul edilen anayasa ile 1924’te ortadan kaldırılan anayasanın aynı olmamasıdır. Çünkü 1921 Anayasasında yapılmış iki büyük revizyon nedeniyle, 1924’te ortadan kaldırılan anayasa artık 1921’in ilk anayasa metni değil, söz konusu olan yeni bir ruha sahip apayrı bir anayasa metnidir.

1921 Anayasasında hem revizyonları gerçekleştiren hem de onu 1924 yılında ortadan kaldıran failler kağıt üzerinde değişmemiş gibi görünmektedir. Tanımlamak gerekirse fail, Ankara’da Mustafa Kemal önderliğinde toplanmış yeni yönetici elitlerin kontrolündeki meclistir. Ancak gerçekte ne BMM aynı meclistir ne Mustafa Kemal aynı önderdir ne de onun önderliğindeki yönetici elit niceliksel veya niteliksel olarak aynıdır.

Üç yıl içinde çok şey olmuş, büyük dönüşümler yaşanmıştır, ama sürecin aktörleri de değişmiştir. Devrimin evlatlarını yemesi misali, aynı zaman diliminde Mustafa Kemal’in etrafında giderek daralan muktedirler grubu içinde, yoldaşlarını acımasızca tasfiye süreci de yaşanmıştır. Çerkes Ethem birliklerinden Yeşil Ordu’ya, İslami sol arayışlardan Bolşevik yanlısı Kızıl sola kadar geniş yelpazedeki ‘rakipler’ tasfiye edilirken, birlikte hareket eden Mustafa Kemal etrafındaki ‘çekirdek’ grup içinde de özellikle askeri başarılar sonrasında tasfiyeler yaşanmıştır. Tasfiyeler bir yandan görece geniş bir koalisyona dayalı iktidar grubunun nicel kompozisyonunu değiştirirken, giderek daralan tasfiyeci muktedirlerin kendilerinde de niteliksel dönüşüme yol açmıştır.

Açıkçası, İstiklal Savaşı denilen sürecin cefasını çekenler, kazananlar ve sefasını sürenler hem fiziken hem de niteliksel olarak farklıdır.

Nitekim 1920 baharında Anadolu’da (büyük oranda Gayrimüslimlere karşı işlenmiş insanlık suçlarının ve olası cezalandırma korkusunun bir araya getirdiği) oluşmuş İslami koalisyon ve onun Ankara’da büyük oranda yansıması niteliğindeki BMM, 1921 başında bu ruha uygun bir anayasa hazırlamıştı.

1922 yılına kadar, bir yandan İstanbul’daki meşru iktidara karşı isyan merkezinin inşasında rol alırken, diğer yandan Yunanistan ordularına karşı verilen amansız mücadelede yer alırken bu sürecin cefasını çekenlerin bir kısmı, iki alanda da başarı elde edildikçe devre dışı bırakıldı. Bu sırada Anadolu’daki alternatif güç merkezlerinin bastırılması/kontrol edilmesi ve nihayet 1922 Eylül’ünde Yunanistan ordularına karşı kazanılan büyük başarı sayesinde gücünü iyice konsolide eden Ankara’daki çekirdek grup içinde, zafer sonrası süreçle ilgili mücadele de durmadan devam etmekteydi.

1921 Anayasasında Nisan ve Ekim 1923’te gündeme gelen iki revizyon girişimi de bu güç savaşımının ve tasfiye sürecinin parçası olarak okunabilir elbette.

1 Nisan 1923’te gerçekleşen ve hakkında bugüne kadar pek yazılmamış ilk revizyon BMM’deki güçlü koalisyonun en büyük kısmını oluşturan II. Grubun tasfiyesine, 29 Ekim 1923’te gerçekleşen ve ‘Cumhuriyet’in ilanı’ olmasından dolayı hamasi dille yüceltilerek her yerde karşımıza çıkarılan ikinci revizyon ise en yukarıdaki çekirdek grup içindeki güç savaşında Paşaların tasfiyesine hizmet etmiştir.

*****

Tarih Tersleri’nin adeti olduğu üzere revizyonları anlatmaya, öncelikle durumu özetleyen küçük de olsa, bir tabloyla başlayalım:

ekran-alintisi.png

Her bir revizyonu kendi başına ele almadan önce hemen belirtmeliyim ki ömrü kısa olup sadece iki kez revize edilmiş olan 1921 Anayasasının revizyon süreci, buna rağmen diğer anayasalarınkinden daha karmaşıktır.

Bunun nedenlerinden biri, 1922 yılı Sonbaharında Saltanatı ortadan kaldıran kanun gibi radikal yasal düzenlemelerin ‘anayasal değişim’ niteliğinde olduğunun haklı olarak literatürde sıkça dile getirilmesidir.

Bununla yakından ilgili diğer bir neden ise geçen yazıda belirttiğim üzere 1876 Anayasasının halen yürürlükte olmasının yarattığı iki anayasalı ortam ve bu bağlamda 1921 Anayasasının müphem konumudur.

Bence, sürecin karmaşıklığının en önemli nedeni ise -bu dönemdeki diğer önemli dönüşümlerde olduğu üzere- revizyon için birincisinde meclis (Genel Kurul) kararı ikincisinde ise kanun çıkarılması yoluna başvurulmasıdır.

Nitekim revizyon tarihinin tartışmalı konuları da hem meclis kararı hem de kanun için gerekli koşulların sağlanıp sağlanmadığıyla ilgili olacaktır ki bu koşulları belirleyen 1876 Anayasası (Kanun-ı Esasi) zaten bu dönemdeki tartışmaların ana kaynaklarından biridir.

BİRİNCİ REVİZYON: 01.04.1339 (1923) TARİHLİ VE 369 SAYILI BMM KARARI

Yukarıda bahsi geçen 369 sayılı BMM Genel Kurul kararının (Heyet-i Umumiye Kararı) tam adı şudur: “Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun Madde-i Müzeyyelesinin İlgasına ve Tecdid-i İntihabata Dair Heyet-i Umumiye Kararı”.

Yani, 1921 Anayasanın sonundaki “müzeyyel” (ek) maddenin ilgasına (lağvına/feshine) karar verilmiştir.

*****

Feshedilen bu maddenin içeriğine ve feshin sonuçlarına geçmeden önce ilginç bir noktaya dikkat çekmek isterim: Değiştirilen ek maddenin 1921 Anayasa metnindeki adı “Madde-i Münferide” (Ayrı Madde) olmasına rağmen teklif edilen karar taslağında ve kabul edilen kısa karar metninin başlığında “Madde-i Müzeyyele” (Ek Madde) olarak kayıtlara geçmiştir. Oysa BMM Zabıt Ceridesine göre Mecliste yapılan görüşmelerde de söz konusu anayasa maddesi doğru şekilde, yani “Madde-i Münferide” olarak anılmıştır.

*****

Kararın içeriğine ve sonuçlarına gelince, en önemlisi, Meclisin “gayenin husulü” kadar, amaca ulaşana kadar görevine devam etmesini öngören 1921 Anayasanın ek maddesinin değişikliği sonucunda (formel olarak Meclisin feshine değil) seçimlerin yeniden yapılmasına karar verilmiş olmasıdır.

Genelde tarihyazımında dile getirildiği üzere bu karar, amaca ulaşıldığının kararlaştırılması anlamına gelmektedir.

Ancak BMM’de yapılan görüşmelere baktığımızda dikkat çekici olan, henüz Lozan görüşmeleri ve yeni devletin uluslararası kabulü (recognition) süreci tamamlanmamış olmasına rağmen ve hatta Lozan görüşmecilerinin Misak-ı Milli’de belirlenmiş amaçlara ulaşma yönünde tavizkar olduğu Mecliste ve basında ısrarla iddia edilmesine rağmen oy birliğiyle alınan bu kararla ilgili tartışmalarda amacın ve amaca ulaşma konusunun yeterince tartışılmamış olmasıdır.

*****

Aynı zamanda 1876 Anayasasının halen geçerli sayıldığını göstermek üzere, Mecliste yapılan tartışmalarda dikkat çeken ağırlık noktası, oylama ve kabul için gerekli milletvekili katılım oranı koşulunun karşılanmamış olmasıyla ilgilidir.

Bunun için muhaliflerin önerdiği pratik çözüm esasında oldukça yapıcıdır: Karar tekliflindeki ilk kısmı oluşturan “Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun Madde-i Müzeyyelesinin İlgasına” ibaresinin çıkarılması, sadece ikinci kısımdaki “Tecdid-i İntihabata Dair Heyet-i Umumiye Kararı” ibaresinin kalması, onlar için ortada sorun bırakmayacaktır. Bu argümanın Meclis görüşmelerinde oldukça destek gördüğü anlaşılıyor.

Nihayet, kayda geçen kararın başlığı aynı kalsa da ortaya çıkan çok kısa metin sadece seçimlerin yenilenmesini öngörmektedir: “Yeniden intihabat icrası karargir oldu”.

Seçimlerin yenilenmesi kararının, ‘otomatikman’ 1921 Anayasanın ilgili Ek Maddesinin ilgası anlamına geleceği öngörülmüş olmalıdır.

İlginçtir, ‘seçimlerden korkmama’, ‘sineyi millete dönme’ vs. hamasetiyle seçimlerin yenilenmesini adeta gurur meselesine dönüştüren muhalifler, bu anayasal revizyonun asıl amacı olan ‘seçimlerin yenilenmesi’ kararını azimle savunurken, itirazlarını, bunun için anayasal revizyona ihtiyaç olmadığı gibi hukuki bir argümana dayandırmışlardır.

Geçen yazıda ele aldığım üzere, Ocak 1921’de Mecliste vuku bulan tartışmalarda Teşkilat-ı Esasiye Kanununun esasen ‘1876 Anayasasında revizyon’ anlamına geldiği anlayışına ve bu nedenle 1876 Anayasanın 116. Maddesindeki ‘karar için yeter sayı’ koşullarının yerine getirilmesi yönündeki hukuki itirazlara benzer bir durum Nisan 1923’teki tartışmalarda da söz konusudur.

Oysa asıl mesele, Yeni Bir Devletin inşa süreci tamamlanmak üzereyken, Mustafa Kemal önderliğindeki Birinci Grup tarafından tam iktidar yolunda önemli engel olarak görülen Meclisteki muhaliflerin tasfiyesidir. Sonuç olarak 15 Nisan’da yapılacak son oturumdan sonra mevcut meclisin dağılacak olması ve Haziran’da yapılacak seçimler sonucunda yeni Meclisin oluşacak olması, mevcut milletvekillerini kaygılandırmamıştır.

Muhaliflerin bu konudaki tavrında idealizm ve gururun yanında yeniden seçilecekleri yönündeki naif beklentinin ne kadar rol oynadığını kestirmek güç.

*****

Nedenleri ve gerçekleştirilme süreci çok karmaşık olan birinci revizyonun yol açtığı değişiklikler, belki ikincisi kadar önemlidir: Nihayetinde İstiklal Savaşı’nın lokomotifi ve yeni Türkiye’nin kurucusu Büyük Millet Meclisinin dağıtılması bu süreçte tamamlanmıştır.

Bilindiği üzere, Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı 4 Şubat 1923 ve 23 Nisan 1923 tarihleri arasındaki süre içinde BMM’de yaşanan şiddetli tartışmalar sırasında muhalif milletvekillerinin eleştirileri (o zamana kadarki süreçte içeride ve dışarıda iktidarını iyice konsolide etmiş olan) Mustafa Kemal ve çevresi için artık tahammül edilemez noktaya varmıştır. İki yıllık süre içinde meclise demokratik karakterini kazandıran canlı tartışmaların belirleyici aktörü konumundaki heterojen II. Grubun aktif milletvekilleri, daha önce ısrarla dile getirdikleri ‘Mustafa Kemal etrafından diktatörlük inşa edildiği’ eleştirilerine/uyarılarına artık ‘Lozan’da İsmet [İnönü] Paşa önderliğinde Misak-ı Milliye ihanet edildiği’ iddiasını da eklemişlerdir.

Lozan görüşmelerinin ikinci dönemi başlamadan, Mustafa Kemal’in deyişiyle ‘kız gibi Meclis’ oluşturmak üzere yapılan plana göre, öncelikle o zamana kadar Ankara merkezli yeni devletin yasama, yürütme ve hatta gerekirse yargı yetkisini kendinde toplamış olan Meclis’in kompozisyonu yeni seçimlerle değiştirilecekti. Ancak daha önemlisi, rejim değişikliği anlamına gelmek üzere, o zamana kadar zaten önemli güce sahip olan Meclis Başkanı yerine devletin başına geçecek Reis-i Cumhur aracılığıyla Meclisin yürütme erki yasal olarak da elinden alınacaktı.

Kısaca, Meclis Başkanı olarak sahip olduğu yetkilerle yetinmek istemeyen ve güçlü bir meclis karşısında bazen zorlanan Mustafa Kemal önderliğindeki dar muktedirler grubu, bu ayak bağından kurtulmanın yolu olarak bu revizyona başvurmuştur. Tarihyazımında bugüne kadar ezici hakimiyet kurmuş olan Kemalist söyleme göre önemli devrim ve dönüşümlerin eşiğinde bu revizyon anlaşılır, kaçınılmaz ve hatta gerekliydi.

Ancak bugün bunu savunan ve siyasetlerini sadece AKP ve Tayyip Erdoğan düşmanlığı üzerine inşa eden Kemalistlerin çoğu, 2017 yılında Cumhurbaşkanlığı Başkanlık rejimine geçişi şiddetle eleştirirken, bunu sağlayan anayasal revizyonun öncesinde iktidar blokunun yıllarca (yıllarca demokratik karar alım ve uygulama süreçlerinin zaman alıcı ve zor olmasından yakınan) argümanlarıyla kendilerinin 1923 revizyonları için öne sürdükleri argümanlar arasındaki benzerliği görmezden gelmektedir. Aynı nedenle, günümüz Reislik Rejimi ile 1923 sonrasının Reislik Rejimleri arasındaki (elbette konjonktürel ve bağlamsal farklarla birlikte) benzerlikler de görmezden gelinmektedir.

*****

Meclisin dağılmasına ve yeni seçimler yapılmasına yol açan bu önemli revizyonla ilgili bence asıl muamma, İkinci Grubunun bu sürece katkı sunan aymaz tavrıdır. Değerli dostum Ahmet Demirel başta olmak üzere son zamanlarda bu konuda yapılan çalışmalar, bu sürecin detaylarını tüm incelikleriyle önümüze koymuştur, ama bu muammanın çözüldüğünü söylemek mümkün değildir.

*****

Sonuç olarak, pratikte Birinci Meclisi dağıtarak yeni Meclisin kurucusu olacak İkinci Meclisin seçilmesine yol açan 1 Nisan 1923 anayasal revizyonuna genel bir bakış bile bu revizyonun bir yandan Kurucu Meclisi yıkmış; diğer yandan niteliksel olarak da çok yeni/farklı olan yeni bir meclisin oluşmasına ve dolayısıyla yeni bir rejimin kuruluşuna doğru bilinçli bir adım olduğunu görmemizi sağlar.

Yeni rejimin inşasında en önemli adımlardan biri olan Cumhuriyet rejimin inşası, Haziran-Temmuz aylarında yapılan seçimler sonucunda oluşan ve Ağustos ayında çalışmaya başlayan- kimilerine göre ‘dikensiz gül bahçesi’ niteliğindeki- bu mecliste 29 Ekim 1923 tarihinde yapılacak ikinci revizyonla başlayacaktır. Yeni Meclisin yapacağı bu revizyon ise “Meclis Devletini” yıkma ve hızla diktatörlüğe evirilen Türkiye Cumhuriyeti’ni kurma işlevi görecektir.

Başından itibaren “Cumhuriyet’in İlanı” kabul edilerek mitleştirilen ve hakkında daha çok yazılmış olup hamaset söylemiyle kamuoyu tarafından daha çok bilinen ikinci revizyonun hikayesini, içeriğini ve yol açtığı gelişmeleri gelecek haftaki yazıya bırakıyorum…

1921 Anayasasında yıkıcı ve kurucu revizyonlar II: 29 Ekim 1923 Revizyonu

1923 yılında tıkanmış olduğu iddia edilen meclis sisteminden bir tür parlamenter sisteme doğru bir adım atılırken, 2017 yılında ise tıkanmış olduğu iddia edilen parlamenter sistemden her derde deva Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş yapılmıştır.

Mevcut iktidarın başa geldiğinden beri ihtiyaç duyduğu her anda “yeni anayasa” tartışmalarını sürekli gündeme getirdiği ve uygun şartları bulduğunda yaptığı revizyonlarla anayasayı kendi lehine büktüğü bir süreçte Tarih Terslerinin gözünden yapılmış bir okumayı esas alarak tartışmalara katkı sunmak amacıyla Osmanlı-Türkiye Anayasalar ve Anayasa Revizyonları Tarihi’ni bir süredir bu köşede irdelemeye çalışıyorum.

Bunu yaparken birçok yazıda, Osmanlı-Türkiye Anayasaları tarihinde özel bir yer tuttuğu halde bugüne kadar görece ihmal edilmiş bir konu olarak, özellikle 2017 Anayasa revizyonuyla benzerlik anlamında 29 Ekim 1923 revizyonunun özgün konumda olduğunu defalarca belirtmiştim.

Başlıktan anlaşılacağı üzere, bu özgünlüğün temel nedeni, mevcut rejimin yıkılması ve yenisinin kurulması sürecinde oynadığı roldür.

İşine gelmeyince yasaları da anayasayı da umursamadığını defalarca göstermiş bir iktidarın ülke gündemini ısrarla ‘yeni anayasa’ tartışmalarına kitleme çabasının garabetini bir yana bırakacak olursak, ülke siyasi tarihinde (rejim inşası ve dönüşümünde) anayasal revizyonların bazen en az yeni anayasa kadar belirleyici olduğunu gösteren önemli bir örnek olarak 29 Ekim 1923 revizyonunu tartışmanın anlamlı olacağını düşünüyorum.

Nitekim, bu revizyonun arka planını ve tarihsel bağlamını son haftalarda detaylı bir şekilde işledim. Bu yazıda ise söz konusu revizyona yol açan “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun bazı mevaddının tadiline dair teklif-i kanuni”’nin (Anayasanın bazı maddelerinin revizyonuna dair kanun teklifi) dönüştüğü 364 sayılı “Teşkilatı Esasiye Kanununun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun”’un içeriğine ve Meclis’te müzakere ve kabul sürecine odaklanmak istiyorum.

29 Ekim 1923 günü önce Halk Fırkası meclisinde görüşüldükten sonra aynı günün akşamında TBMM’ye geldiğinde anayasa komisyonunun (Kanun-ı Esasi Encümeni) alelacele son halini verdiği söz konusu revizyonun acilen ve hemen akabinde (“müstacelen ve derakap”) görüşülmesi talebi üzerine, encümenin mazbatasına dayanılarak, genel kurulda kanunla ilgili görüşmelere hemen geçilmiştir.

Geçen yazıda sözünü ettiğim üzere, esasen birkaç gün önce ortaya çık(arıl)mış bir hükümet krizinin çözümü için 29 Ekim günü bir araya gelmiş parti meclisine katılan milletvekilleri arasında, Mustafa Kemal ve yanındaki dar bir çevrenin son günlerde hayata geçirdiği planı bilmeyenler de vardı. Bunlar, ‘hükümet krizinin çözümü’ gibi spesifik ve teknik bir konunun birden anayasa revizyonu için kanun teklifine dönüşmesi karşısında şaşkınlığa uğramışlardır.

İnce örülmüş ve başarılı bir şekilde hayata geçirilmiş olduğunu kabul etmemiz gereken bir plan doğrultusunda, bu konu aynı gün alelacele TBMM’ye getirildiği için, Genel Kurulda da söz konusu plandan pek haberdar olmayan milletvekillerinin bulunduğu anlaşılmaktadır.

Çok uzun sürmeyen tartışmalarda dikkat çeken bir şey, esasen bu revizyon aracılığıyla meclis hükümeti rejimine son verileceği ve Cumhuriyet’in ilanı aracılığıyla tuhaf bir parlamenter rejime geçiş sağlanacağı gerçeğinin tartışma konusu yapılmamasıdır.

Önceki yazılarda belirttiğim üzere, kamuoyunun bir süredir Cumhuriyet’in ilanı konusunda hazırlanmaya çalışıldığı doğrudur; ancak basında kısmen yer alan ‘rejim değişikliği’ ve bu vesileyle ‘şahıs ve parti diktatörlüğü inşası’ iddiası, meclisteki görüşmede gündeme bile gelmemiştir.

*****

Kısaca, bir ara ‘yeni anayasa hazırlığı’ haberleriyle basına konu olan süreç, mevcut anayasanın altı maddesinde değişiklik önerisi olarak genel kurula gelmiştir.

img-202409258-211938199.png

Daha önce basındaki tartışmalarda Mustafa Kemal ve yandaşlarının ısrarla kullandığı ‘mevcut rejimin zaten cumhuriyet rejimi olduğu’ ve anayasal değişiklikle amaçlananın sadece buna ‘anayasal çerçeve kazandırmak’ olduğu iddiası, Meclis tartışmalarında da öne çıkan retorik olmuştur.

Nitekim anayasa değişikliğinin mevcut duruma açıklık getirme (“tafsilat”, “izahat”, “tavzihan tadil” vb.) amacı taşıdığı, meclis görüşmelerinin başında Kanun-ı Esasi Encümeni adına söz alan Yunus Nadi Abalıoğlu tarafından teklif hakkındaki açılış konuşmasında da kullanılmıştır: “Teşkilatı Esasiye’nin ruhunu tafsil...”

Nitekim, meclisten geçen kanunun ilk maddesindeki “Türkiye Devletinin şekli Hükümeti, Cumhuriyettir” ibaresi ile Cumhuriyet ilan edilirken, aynı maddedeki şu ibareyle bunun aslında malumun ilamı niteliğinde olduğu ve mevcut anayasanın ilk maddesine sadece rejimin isminin eklenmesinden ibaret bir değişikliğin söz konusu olduğu gösterilmeye çalışılmıştır: “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim biçimi halkın kendi kaderini bizzat ve bilfiil belirlemesi ilkesine dayanır.” (1. Madde)

Oysa, anaysa komisyonunun bu arada alelacele “devletin dini ve remi dili” konusunda bir madde (2. Madde) eklediği söz konusu kanun teklifi aracılığıyla, sadece mevcut rejime ismi verilmiyor, esasen o zamana kadarkinden farklı bir rejim öneriliyordu.

Nitekim bu kanun değişikliği sonrasında, TBMM’nin yürütmeyi artık bir bütün olarak onaya sunulacak olan bakanlar kurulu aracılığıyla gerçekleştireceği belirtilmiştir. (4. Madde)

Tarihçilerin söz konusu revizyon öncesindeki Ankara yönetimine “TBMM Devleti” adı vermesine neden olan, Meclisin olağanüstü yetki gücü ve kapsamı, diğer birçok şeyin yanında Meclis Başkanının ve tüm bakanların teker teker meclis tarafından seçilmesini gerektiriyordu. Ayrıca bakanlar kurulu ve onların başı olarak Meclis Başkanı tarafından atılan neredeyse her adım da meclisin onayına ve denetimine tabiydi.

Anayasal revizyonun gündeme getirilmesine yol açan, ‘bu yöntemin ayak bağı olduğu veya olabileceği’ anlayışından dolayı, şimdi farklı bir rejim öneriliyordu: Yürütmenin başı yine meclis tarafından seçilecek olup “lüzum gördükçe” bakanlar kuruluna riyaset edebilecek veya Meclisi yönetebilecek olan Cumhurbaşkanı (11. Madde), milletvekilleri arasından bir başbakan belirleyecek ve o kişi de hazırladığı bakanlar kurulu önerisini Cumhurbaşkanına sunacaktır. Cumhurbaşkanı ise başbakan adayı tarafından kendisine önerilen isimleri onaylaması durumunda atamak istediği başbakanı ve bakanları ‘hükümet’ olarak toplu şekilde meclisin onayına sunacaktır. (12. Madde)

*****

Şüphesiz Cumhuriyet tarihinde bugüne kadar hakkında en çok konuşulan ve genel olarak hakkında karşıt-taraftar hamasetinin hakim olduğu devasa bir literatür üretilen Cumhuriyet’in ilanı konusunda olgusal düzeyde bazı soru(n)lar halen açıklamayı beklemektedir.

Her şeyden önce, revizyondan sonraki anayasa maddelerinin numaraları ve dizilimi ile toplam madde sayısı konusunda literatürde maalesef bir açıklık yoktur.

Diğer yandan, meclisteki görüşmede hazır bulunması gereken asgari milletvekili sayısı ve oranı ile kanunun onayı için gerekli katılım ve oy oranı konusunda bir mutabakat mevcut değildir. Anayasa değişikliği oylamalarına katılması gereken asgari milletvekili sayısının belirlenmesi, İkinci Meclisin milletvekili sayısındaki farklı bilgiler nedeniyle çelişkilidir.

Ancak böyle önemli bir kararda Meclisin tüm milletvekillerinin en fazla yarısından biraz fazlasının katılmış olduğunu görmekteyiz. Söz konusu plana karşı direnç sergileyen ve asıl amacın Mustafa Kemal liderliğinde diktatörlük inşası olduğuna inanan çok önemli isimler ise o sarada Anakara dışında oldukları için görüşmelere bile katılmamıştır.

Ancak bu kanun, sonuçta bir ‘anayasa değişikliği’ öngördüğü için, en önemli meselelerden biri, milletvekili katılım oranı ve onay için gerekli oy oranıdır. Daha önce 1 Nisan 1923 revizyonu bağlamında tartıştığım üzere, mevcut anayasa 2/3 oranı öngörmekle birlikte, buna kesinlikle uyulmamıştır. Ayrıca, TBMM’nin genel uygulamalarının tersine, söz konusu kanun, yoklama yapılmadan oylanmıştır. Nitekim, Zabıt Ceridesi’nde katılan milletvekilleri listesi veya sayısı yer almamaktadır.

Ancak, bunun hemen ertesinde yapılan ve katılanların tamamının tek aday Mustafa Kemal’e oy verdiği Cumhurbaşkanlığı seçimine katılanların sayısının 158 olması, çoğu zaman anayasa revizyonuna onay vermiş milletvekillerinin sayısı için de kaynaklarda aynı rakamın verilmesine yol açmıştır.

Diğer yandan, bu bağlamda tartışmaya açık bir başka hukuki sorun, kanunun Mecliste kabulünden hemen sonra, yani kanun henüz resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmeden Cumhurreisinin seçilmiş olmasıdır.

*****

Bitirmeden şunları söylemek isterim: Bazı okuyucular, 29 Ekim revizyonuna giden süreçte çık(arıl)mış hükümet krizinden cumhuriyetin basında kontrollü bir şekilde tartıştırılmasına kadar 1923 yılında yaşananları yaklaşık yüz yıl sonra Türkiye’de benzer bir kriz/tartışma sürecinde, yine çok önemli bir revizyon aracılığıyla rejim değişikliğine yol açacak olaylara benzetecektir. Elbette, ‘kendilerince yaratılmış ve ortaya çıktığında iyi manipüle edilmiş krizlerin iktidarlar tarafından 'Allah’ın lütfu olarak görülmesi’ tavrını da kendilerine hatırlatabilir bu durum.

Tarihçilikte böyle analojilerin sakıncalarını iyi biliyoruz, ama tarihi de biraz bugünü daha iyi anlamak için öğrenmiyor muyuz?

Nitekim modern tarih boyunca krizlerin çözümünün daha kapsamlı ve radikal yapısal dönüşümler için araçsallaştırılması sürecinde karşımıza çıkan çok önemli bir mesele de bizzat krizin yaratılması ve tanımlanması aşamasında başlamaktadır.

21. yüzyılın neoliberal politikaları kapsamında, bir zamanlar Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) veya hastaneler gibi kamusal yapıların tasfiyesi için uygulanan stratejiye benzer bir şekilde, önce mevcut yapı iyice işlemez hale getirilir veya sorunlarının çözümsüzlüğüyle gelişmesi ve varlığını efektif olarak sürdürmesi engellenir. Böylece gerçekten içler acısı duruma düşmüş haldeyken toptan tasfiye veya yeni bir yapıyla ikamesi daha kolay hale gelmekte ve kamuoyu tarafından durumun kabul edilebilirliği daha makul kılınmaktadır.

Aynı şekilde 2017 yılında ‘Türk-tipi Başkanlık’ rejimine geçiş aşamasında kamuoyunu ikna etmek için ‘parlamenter rejimin efektif olmayan yavaşlatıcı özelikleri’, ‘başka türlü çözülemez sorunları’ veya ‘verimli yönetim önünde engel yaratan dezavantajları’ da ve tek çözümün rejim değişikliği olduğu söylemi de ısrarla ve sürekli olarak kullanılmıştır.

Bu süreçte etkili olan, neoliberal dönüşümün en önemli mottosu olan ‘daha efektif’, ‘daha hızlı’ veya ‘daha pratik’ çözüm anlayışının 29 Ekim 1923 dönüşümü sırasında da öne çıkarılması ve özellikle bu minvalde mevcut meclis sisteminin işlemediğini göstermeye çalışırken aynı zamanda işlemez kılma çabaları oldukça çarpıcıdır.

1923 yılında tıkanmış olduğu iddia edilen meclis sisteminden bir tür parlamenter sisteme doğru bir adım atılırken, 2017 yılında ise tıkanmış olduğu iddia edilen parlamenter sistemden her derde deva Cumhurbaşkanlığı sistemine (daha doğrusu ‘Türk tipi başkanlık sistemi’ne) geçiş, ‘kesin çözüm’ olarak sunulmuştur.

*****

Kısacası, 29 Ekim 1923 revizyonu sonucunda, yirminci yüzyılda hakim olacak parlamenter rejime doğru atılmış bir adım söz konusudur.

Günümüz Türkiye’sinde muhalefetin ‘geri getirme’yi büyük vaat olarak kamuoyuna sunduğu konvansiyonel parlamenter rejim ile 1923 yılı anayasal revizyonu sonrası inşa edilen rejim arasındaki en önemli fark, birincide Cumhurbaşkanı için ‘sembolik’ bir rol öngörülürken, ikincisinde tam yetki ve gücün Cumhurbaşkanına verilecek olmasıdır. O sırada Cumhurbaşkanlığı için tek adayın, o güne kadar Meclis başkanı olarak sahip olduğu yetkilerini artırarak devam ettirecek olan Mustafa Kemal olduğu açıktır.

Sonuç olarak, anayasal revizyon aracılığıyla bir rejim yıkılmış ve yeni bir rejim kurulmuştur. Esasen daha önce burada “1921 Anayasasında birinci yıkıcı ve kurucu revizyon” olarak ele aldığım 1 Nisan 1923 revizyonuyla başlatılan TBMM Devletinin tasfiye süreci, önce Birinci Meclis'in de facto feshi, sonra ‘dikensiz gül bahçesi’ olarak tasavvur edilen İkinci Meclisin oluşturulması ve nihayet ‘yıkıcı ve kurucu nitelikteki ikinci revizyon’ olarak 29 Ekim 1923 revizyonuyla tamamlanmıştır.

*****

29 Ekim 1923 Anayasal Revizyonunun Osmanlı-Türkiye demokratikleşme tarihindeki yeri ile ilgili genel değerlendirme ve bu bağlamda revizyona verilen tepkiler sonraki yazının konusu olacak…

Bülent Bilmez kimdir?

Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —