Dün 14 Mart Tıp Bayramı idi. “Allah ne muhtaç etsin, ne de yokluklarını göstersin” diye dua edilen, dünyada başka bir meslek grubuna nasip olmayan doktorlarımızın günüydü. Bu gün vesilesiyle doktorlar dâhil son yıllarda Türkiye’nin gençlerinin, yetişmiş insanlarının yurtdışına çıkmak ve özellikle Batı ülkelerinde yaşamak, çalışmak istedikleri gerçeği bir kere daha gündeme geldi. Yapılan kimi araştırmalar ve kamuoyuna açılan bazı istatistikler bu durumu net olarak bir kere daha ortaya çıkardı.
Doktorlar üzerinden yapılan sıcak tartışmalar ise işin tuzu biberi oldu. Salgın koşullarının oluşturduğu atmosferin tetiklediği ortam, beklenmedik şekilde doktorların yaşam ve çalışma koşullarını daha da zorlaştırdı. Beklenmedik şekilde diyorum çünkü salgında en fazla çabayı gösteren doktorlar ve sağlık çalışanlarının mutsuzluğu maalesef zirve yapmış durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasına kadar giren doktorların istifaları, yurtdışına çıkışları artık sağlık sistemi için iyice sorun haline gelmeye başladı. “Varsın giderlerse gitsinler, biz de yeni yetişenlerle, asistanlarla götürürüz” şeklindeki ifade kamuoyunda şok etkisi yaptı ve oldukça tartışıldı.
Devletten istifa eden doktorlar sadece özel sektöre gitseler iyi ama bir de işin yurtdışı boyutu var. Bizim doktorlarımız, sağlık çalışanlarımız gerçekten bilgi, birikim, tecrübe noktasında gayet iyi durumdalar. Gayret ve fedakârlıklarıyla dünyada parmakla gösteriliyorlar.
Peki, bu insanları mutsuz eden nedir? Sadece emeklerinin karşılığını alamamak mı? Eğer sorunun temelinde salt maddiyat olduğunu düşünürsek doğru bir yerden bakmış olmayız. Bu arada gelir kısmı tabi ki önemli. Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasıyla en düşüğü 8-9 bin ücret alan doktorlar için sahi bu miktar yeterli mi? Açlık sınırının altında aylık geliri olan milyonlarca insanımız varken, yoksulluk sınırının altında doktor maaşlarına normal muamelesi yapmak ne kadar doğru? Bugün yoksulluk sınırı 15 bin lirayı da geçti. Hâl böyleyken istifa edenlere kızmak, onların dertlerine karşı kayıtsız kalmak sorunun çözümü için doğru bir yöntem olur mu?
Bu işin sadece maddi boyutu. Bunun yanında doktorlara, sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet artık kronik bir durum halini aldı. Her gün ülkemizin bir yerinde bir veya birkaç şiddet haberine muhatap oluyoruz. Can korkusu ile mesleklerini icra etmenin sorumluluğu arasındaki ince çizgide yol bulmaya çalışan doktorlarımız, sağlık çalışanlarımız var. Çalışma saatlerinin, hasta bakma aralıklarının, nöbet düzenlerinin ne kadar zorlayıcı, bazen de insanüstü çaba ile yürütülecek boyutlarda olduğunu biliyoruz. Bütün bu gerçekler ortadayken bazen tatlı bir söz ve güler yüz göstermek bile sorunları çözümünde mesafe alınmasına katkı sağlayacakken, çalışma alanları insan olan bu meslek erbaplarına karşı daha itinalı bir dil kullanmak gerekmez mi? Yani haklarını teslim etmek, onların maddi-manevi taleplerine olabildiği ölçüde karşılık vermek adil olmanın gereği değil midir? Her yerde olduğu gibi bu meslek grubunda da kimi istisnalar olacaktır. Onların da kaideyi bozmasına izin verilmemelidir. Hem doktorlarımızın, hem de diğer yetişmiş veya yetişmekte olan insanlarımızın yurtdışı tecrübesi yaşamaları, öğrenmeleri gelişimleri açısından önemlidir. Ancak gidenlerin, gönderdiklerimizin arkalarına bakmalarını sağlamalı, edindikleri tecrübelerin bir şekilde bu topraklara geri kazandırılmasını sağlamalıyız.
Şunu unutmayalım; bir ülkenin kendisi için en büyük zarar yurtdışına yaptığı düzensiz, bilinçsiz kaynak ihracı olan beyin göçüdür. Ürün satar paranızı alır, gelir hanenize yazarsınız. Ancak ülke şartlarından dolayı giden, gitmek zorunda kalan insanlarımızın her biri ülkenin kayıp hanesine yazılan birer kalıcı hasardır.
Bu kadar can sıkıcı tespitin ardından hepimizi tebessüm ettirecek bir yorumla bitirelim. Malum bu süreçte doktor açığının yabancı doktorlarla kapatılabileceğine dair ifadeler de kullanılmıştı.
Buna istinaden İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Kerim Güler’e atfedilen bir söz var. Güler hoca, “İshal ile geliyor hasta. Neyin var diyorum. ‘Ayakyoluna karargâh kurduk’ diyor. İthal doktor bunu nasıl anlayacak. Tercümanı da kafayı yer” demiş. Sorunun işte bizleri böylesine tebessüm ettiren mizah kısımları da var. Bunun yanında elbette yabancı doktorlar da ülkemizde görev yapabilirler ancak sistem her şeyin başıdır. Sistemsizlik ne kendi insanımıza ne de yabancıya güven verir. Gidenlerin vatanseverliğini sorgulamak da son derece yanlıştır. O yüzden insan kaynaklarımızı ihmal etmeyelim. Gelişmiş ülke olabilmenin başlangıç noktası ilk önce yetişmiş insanlarımıza sahip çıkmaktır.