Arap Baharı”nı başlatan gelişme, 17 Aralık 2010’da Tunus’un Sidi Buzid kentinde yaşandı. Seyyar manavlık yapan 26 yaşındaki Muhammed Buazizi zabıtadan gördüğü kötü muamele yüzünden belediye binasının önünde üzerine benzin döküp “Yoksulluğa son, işsizliğe son!” haykırışıyla kendini yakmıştı. Bu olay Tunusluları sokağa dökmüş, protestolar Arap Baharı’nın tetikleyicisi olan “Yasemin Devrimi”yle sonuçlanmıştı; eylemler, 14 Ocak 2011’de otoriter Zeynel Abidin Bin Ali’yi yönetimi bırakmaya mecbur etmişti. Arap Baharı’nın yaşandığı ülkelerde hareket sadece Tunus’ta amacına ulaşabilmiş, diğerlerindeyse dramatik başarısızlıklarla son bulmuştu. Yine de birkaç geçici başarı sağlandı: Mısır’da olayların başladığı 25 Ocak 2011’den üç hafta sonra Hüsnü Mübarek, ondan iki gün sonra Yemen lideri Ali Abdullah Salih görevini bıraktı. 17 Şubat 2011’de olayların başladığı Libya’da Kaddâfî feci bir şekilde linç edildi (20 Ekim). Son iki ülke ile Suriye’de şimdiki durum malum.
Beyrut Amerikan Ün. hocalarından Makram Rabah gibi bazılarına göre Arap Baharı halen sürüyor (Hürriyet 17 Aralık 2020). Bu olayları 1848 Avrupa devrimlerine benzetenler var. Aklı olan herkesin bildiği gibi, başarısızlıklar hep yeni şeyler öğretir ve bir dahaki sefere daha bilgili ve bilinçli olmayı sağlar. Nesrine Malik de The Guardian’daki 21 Aralık 2020 tarihli yazısına “Arap baharı boşuna değildi. Bir dahaki sefere farklı olacak” başlığını koymuş. “Eşitlik isteyen güçlerin onu sağlayan güçlere nasıl dönüştürüleceği hususunda dersler alındı” diyerek devam ediyor. Arap Baharı’nın başarısızlığının başlıca nedenlerini “siyasi enerjiyi kontrol edip yönlendirecek muhalefet partilerinin, karizmatik şahsiyetlerin, komplo ve hizipçiliğe teslim olmaya direnecek sağlıklı medya ekosisteminin bulunmayışı” şeklinde sıralayan Malik şu çarpıcı sonuca varmış: “Boşluk devrimi yuttu.”
Batılı yönetimlerin Arap Baharı ve sonrasıyla ilgili tutumlarını eleştiren yazılar da gördüm. Mathias Brüggmann, Handelsblatt adlı Alman ekonomi gazetesindeki makalesinde (17 Aralık 2020) Avrupalı liderlerin tutumlarını “utanç verici” diye niteliyor ve devam ediyor: “Hatta küçük Napolyon Emmanuel Macron son olarak (7 Aralık 2020’de) Paris’te Mısır Cumhurbaşkanı Kahire kasabı Sisi’ye Fransa’nın en önemli nişanını taktı.” Iefimerida adlı Yunan haber sitesi, aynı konudaki yazısına (15 Aralık 2020) “Batı Utansın!” başlığını koymuş. İspanyol gazetesi EL MUNDO’daki 17 Aralık 2020 tarihli bir yazıda “Uluslararası devletler topluluğu her zaman olduğu gibi… şerrin yanında yer aldı” deniliyor.
***
“Arap Baharı”yla ilgili yazılanlarda bir başka ilginç konu da İslâmî grupların tutumları. Anadolu Ajansı’nın internet sayfasındaki Ehssan Alsharıf-Çağrı Koşak imzalı yorumda (17.12.2020) “Arap Baharı sırasında dinî slogan ve söylemlerin diğerlerinden öne çıkması, siyasal İslâmî hareketlerin, gösterilerin seyrini belirlemede ve hedeflerini tanımlamada genel anlamda etkili olduğunu gösterdi” deniliyor. Bu gerçek, giderek devrimi tek başına sahiplenen “İslâmî hareketler”i başlangıçtaki “ekmek, özgürlük, onur” diye sloganlaşan ortak ilkelerden uzaklaştırdı. Bu da onların statükocu cepheye sosyal taban sağlamalarına ve sonuçta kendi elleriyle kendilerini yalnızlaştırmalarına neden oldu.
Princeton Ün. Uluslararası Hukuk Fakültesi emekli Öğretim Üyesi, BM Filistin İnsan Hakları Raportörü Richard Falk da (Al Jazeera Turk sitesi, 25 Ocak 014) ilk ayaklanmaları destekleyen laiklik yanlısı liberallerin, benzer sebeplerle “otoriter bir geçmişi, demokratik bir geleceğe tercih” edip, “silahlı kuvvetlerin karşı devrimle iktidarı ele geçirmesini destekler hale geldiklerini” yazıyor. Siyasal İslamcıların kendilerine karşı böyle bir güvensizliğin oluşacağını görmeleri gerekirdi.
California Üniversitesi’nde tarih profesörü ve Orta Doğu uzmanı Mark LeVine Tahrir gözlemlerini şöyle anlatıyor (ZNET [zcomm.org], 20 Aralık 2011): Arap Baharı’nın ilk kıvılcımının parladığı 17 Aralık 2010’dan on ay sonrasıydı. “Kalabalık, Mübarek’in görevinden ayrılmasından sadece bir gün sonra kutlama konuşmaları ve konserler için Tahrir Meydanı’na döndüğünde çeşitli dinî hareketler, önceki 18 gün boyunca ‘meydana evimiz’ diyenleri büyük ölçüde hüsrana uğratacak şekilde Tahrir’i kendi emelleri için gasp etmeye başlamıştı.”