Orta Asya: Avrasya´daki fay hatlarının birleştiği nokta

ABD´nin askeri, ekonomik ve siyasal anlamda en az görünür olduğu bölge olarak ön plana çıkan Orta Asya, aynı zamanda bu ülkenin bölgedeki enerji rezervlerini Batılı müttefiklerine yönlendirmeye yönelik çabalarına da sahne oluyor.

 Orta Asya: Avrasya´daki fay hatlarının birleştiği nokta

Doç. Dr. Göktürk Tüysüzoğlu(*)

Jeopolitik teorileri içinde en bilinen teori olan ?kara hakimiyeti? teorisine göre dünyanın merkezi olarak görülenAvrasya anakarasının en önemli bileşenlerinden biri de Orta Asya´dır. Avrasya´nın dünyanın jeopolitik merkezi olduğuna dair anlayış, Avrasyacılık düşüncesi tarafından da kabul görmektedir. Türkiye´nin de bir parçasını oluşturduğu, güney sınırı Ortadoğu ve Hint alt kıtasında, batı sınırı Doğu Avrupa´da ve doğu sınırı ise Çin´de biten bu alan, dünyanın en büyük coğrafi bileşenlerinden biri olmanın yanı sıra, içerdiği toplumsal, sosyokültürel ve siyasal çeşitlilik açısından da sorunlar ekseninde algılanmaya oldukça açık bir bölgeyi ifade ediyor. Bir dönem büyük bir bölümü SSCB kontrolü altında kalan Avrasya´nın temel bir bileşeni olan ve Türk kökenli halkların yoğunlukla yaşadığı bir bölge olması hasebiyle ?Türkistan? olarak da adlandırılan Orta Asya, Hazar denizi kıyılarından Çin´e kadar olan bölgeyi içerir. Hatta Çin´in en batı eyaleti olarak bilinen, bu ülkenin topraklarına en son katılmış toprak parçası olan ve Doğu Türkistan olarak adlandırılan Sincan Uygur Özerk Bölgesi de Türkistan coğrafyasının ve genel itibarıyla Orta Asya´nın önemli bir parçasıdır.

ABD´nin askeri, ekonomik ve siyasal anlamda en az görünür olduğu bölge olarak ön plana çıkan Orta Asya, aynı zamanda bu ülkenin bölgedeki enerji rezervlerini Batılı müttefiklerine yönlendirmeye yönelik çabalarına da sahne oluyor. Washington şimdilik Pekin´e karşı işbirliği içinde olduğu Yeni Delhi´nin bölgeye ilişkin planlarına yönelik herhangi bir müdahalede bulunmaya çalışmamakla birlikte, bölge ülkelerini Rusya ve Çin´den uzak tutmaya ve sahip oldukları enerji zenginliğini AB pazarına yönlendirmeye çalışıyor.

Orta Asya´nın genel özelliklerine göz gezdirildiğinde, bölgede Türk kökenli halklar tarafından kurulmuş dört devletin yer aldığı görülmektedir. Bunun yanı sıra, Fars asıllı olarak değerlendirilen Tacikler eliyle kurulan Tacikistan´ın ve her daim çok sorunlu bir ülke olagelmiş, etnik-kültürel çeşitliliğiyle bilinen Afganistan´ın da Orta Asya´ya dâhil edildiği bilinmektedir. Orta Asya, Soğuk Savaş´ın bitişine değin (Afganistan hariç) SSCB´nin toprağı olarak kalmıştır. Afganistan´ın ise 1979´da SSCB tarafından işgal edilmeye çalışıldığı, ancak 1988´de başarısızlıkla sonuçlanan bu girişimin SSCB´nin güçsüz düşmesine yol açan en önemli etkenlerden biri olarak değerlendirildiği ortadadır. Hatta bu işgal girişimi, güncel uluslararası politika gelişmelerine büyük oranda etki eden ve küresel bir mahiyet kazanan ?terörle savaş? mottosuna da kaynaklık eden bir gelişme olarak görülmelidir. Zira SSCB´ye karşı mücadele etmeleri için ABD ve Pakistan tarafından askeri, ekonomik ve lojistik olarak desteklenen ?Selefi? kökenli örgütlerin, SSCB´nin Afganistan´dan çekilmesi sonrasında El Kaide adını alan küresel bir organizasyona dönüştüğü ve bu örgütün, başta Afganistan olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde yerel destekçiler bularak büyük çaplı bir ?terör kampanyasına? ve sonrasında da askeri müdahalelere yol açtığı görülüyor.

Enerji rezervleri

Orta Asya´ya dair söylenmesi gereken en kritik hususlardan biri bölgenin sahip olduğu enerji rezervleridir. Petrol ve doğalgaz başta olmak üzere çok önemli mineral zenginliklerine ev sahipliği yapan bölgede, özellikle Kazakistan ve Türkmenistan petrol ve doğalgaz kaynaklarıyla ön plana çıkıyor. Kazakistan Rusya ve Çin´le bu anlamda çok daha yoğun bir temas alanına sahipken, Türkmenistan son dönemde Çin, Hindistan ve İran´la olan enerji bağlantılarıyla ön plana çıktı. Bölge, enerji rezervlerine sahip olmanın yanı sıra, özellikle Çin´in artan enerji ihtiyacına binaen, bu ülkeye yönelecek enerji projeleri sonrasında çok daha stratejik bir önemi haiz olacaktır. Üstelik Çin bu konuda yalnız da değildir. Nitekim özellikle TAPI Projesi üzerinden Hindistan´ın da Türkmen gazına ilgi gösterdiği ortadadır.

Bölgedeki ABD nüfuzu zaafa uğradı

ABD´nin askeri, ekonomik ve siyasal anlamda en az görünür olduğu bölge olarak ön plana çıkan Orta Asya, aynı zamanda bu ülkenin bölgedeki enerji rezervlerini Batılı müttefiklerine yönlendirmeye yönelik çabalarına da sahne oluyor. Washington şimdilik Pekin´e karşı işbirliği içinde olduğu Yeni Delhi´nin bölgeye ilişkin planlarına yönelik herhangi bir müdahalede bulunmaya çalışmamakla birlikte, bölge ülkelerini Rusya ve Çin´den uzak tutmaya ve sahip oldukları enerji zenginliğini AB pazarına yönlendirmeye çalışıyor. Ne var ki milenyum sonrası dönemde kısa bir süre bölgede etkinliğini arttıran ABD´nin, özellikle ?renkli devrim? girişimleriyle kendi iktidarlarını değiştirmeye yöneleceğini fark eden Orta Asya cumhuriyetlerinin, yönlerini Batı´dan Çin´e ve Rusya´ya çevirmeleri, Washington´ın bölgede yeni elde etmeye başladığı askeri üslerini kaybetmesiyle sonuçlandığı gibi, siyasal anlamda da meşruiyet kaybına uğramasına yol açtı. Özellikle Özbekistan´da gerçekleşen Andican olayları ve Kırgızistan´daki siyasal istikrarsızlık sürecinin ABD ile birlikte anılması, bu ülkenin bölgedeki konumunu zayıflattı.

Rusya hâlâ en önemli aktör

Bu süreçte Orta Asya cumhuriyetlerinin iktidar elitleriyle var olan bağlarını konsolide eden ve bölge ülkeleriyle SSCB döneminde kurulmuş olan ekonomik, askeri ve demografik bağlarını yeniden gözden geçirerek sağlamlaştıran ve yerine göre bir koz olarak kullanan Rusya´nın, bölgenin en önemli aktörü konumunu koruduğunu görüyoruz. Moskova´nın özellikle küresel bağlamda en önemli partneri haline gelen ve ABD liderliğindeki Batı´nın sistemsel hegemonyasına karşı ?çok kutupluluk? özelinde birleşen Pekin´in, Orta Asya özelinde, Moskova ile işbirliği ekseninde hareket etmeye başladığını görüyoruz. Bu işbirliği, Rusya´nın her daim etkin olan askeri ve siyasal gücü ve bölgeye ilişkin bilgi birikimiyle, Çin´in artan ekonomik ve ticari kapasitesine entegre olan yumuşak gücü özelinde kendisini gösteriyor. Bu durum, iki aktörün bölgesel hegemonya inisiyatifleri çerçevesinde yaptıkları ya da yapabilecekleri entegrasyonla da karşılık bulabilecektir. Bu minvalde, Rusya´nın Avrasya´da kendi hegemonyasını kurgulamaya yönelik AB benzeri bir proje olarak ortaya koyduğu Avrasya Ekonomik Birliği inisiyatifiyle, Çin´in kendi sistemsel hegemonya beklentisine içkin bir biçimde betimlediği Tek Kuşak, Tek Yol inisiyatifinin Orta Asya özelinde birbirleriyle kesiştiği dikkate alındığında, bölgenin stratejik önemi açıkça ortaya çıkıyor. Ayrıca Rusya´yla Çin arasındaki uzlaşının hem Orta Asya´da istikrar hem de uluslararası sistemin yapısının değişimi açılarından ne denli önemli olduğu anlaşılabiliyor. Nitekim bu iki aktörün Orta Asya´yı da kapsayan ve gerek ikili, gerekse de Avrasya Ekonomik Birliği ve Tek Kuşak, Tek Yol inisiyatiflerinin birbirine entegre edilmesi bazında kurumsal anlamda işbirliği arayışına girmiş olması, başta ABD ve Hindistan olmak üzere tüm küresel ve bölgesel aktörler tarafından yakından takip ediliyor.

Terör örgütleri

Orta Asya aynı zamanda El Kaide ve türevi örgütlerin etkinlik gösterebildiği bir coğrafya olarak da dikkat çekiyor. Özellikle Afganistan, Fergana vadisi (Özbekistan) ve Tacikistan topraklarının bu bağlamda çok önemli bir yere sahip olduğunu görüyoruz. Hatta bu ülkelerde/bölgelerde yoğunlaşmış radikal ?Selefi? terör örgütlerinin birbirleriyle iletişim ve koordinasyon içinde hareket etmeye çalıştıkları da görülüyor. Afganistan bu anlamda merkezi bir rol üstleniyor. Fergana vadisi ise başta Özbekistan ve Kırgızistan olmak üzere, Orta Asya´daki Türk devletlerinin güvenliğine ve istikrarına olumsuz etki edebilecek radikal ?Selefi? hareketlerin görüldüğü bir bölge olarak biliniyor. Çin, Orta Asya´nın doğal bir uzantısı olarak görülen Sincan Uygur Özerk Bölgesi´nde de Orta Asya ve Afganistan´daki El Kaide türevi örgütlerle işbirliği içerisinde hareket eden ?terör örgütlerinin? bulunduğunu belirtmekte ve hem kendisinin hem de Orta Asya´daki devletler ile Rusya´nın bu yönde bir tehlikeyle karşı karşıya olduklarını iddia etmektedir. Aşırılıkçılık, ayrılıkçılık ve terör gibi hususları kendi ulusal güvenliğine yönelik en temel üç faktör olarak gören Pekin, Orta Asya-Sincan (Doğu Türkistan) bağlantısını kendisi adına güvenlikleştirmiştir. Çin, Orta Asya Türk devletleriyle olan ilişkilerinde de ?ortak güvenlik? kriterini en önemli işbirliği alanı olarak yansıtmakta. Rusya da bu hususta oldukça dikkatli. Zira SSCB döneminde Afganistan´da yürütülen işgal girişiminden bu yana radikal ?Selefi? aktörlerin etkinliğinin ayırdında olan Moskova, hem Kuzey Kafkasya´da bu bağlamda örgütlenen gruplarla mücadele ediyor olması hem de mevcut konjonktürde kendisiyle işbirliği içerisinde hareket eden Orta Asya yönetimlerinin istikrarına zarar verebileceği gerekçesiyle, Orta Asya´da El Kaide ve türevlerine yönelik mücadeleye destek verme hususunda Çin ile ortaklaşıyor.

Rusya´nın Avrasya´da kendi hegemonyasını kurgulamaya yönelik AB benzeri bir proje olarak ortaya koyduğu Avrasya Ekonomik Birliği inisiyatifiyle, Çin´in kendi sistemsel hegemonya beklentisine içkin bir biçimde betimlediği Tek Kuşak, Tek Yol inisiyatifinin Orta Asya özelinde birbirleriyle kesiştiği dikkate alındığında, bölgenin stratejik önemi açıkça ortaya çıkıyor. Ayrıca Rusya´yla Çin arasındaki uzlaşının hem Orta Asya´da istikrar hem de uluslararası sistemin yapısının değişimi açılarından ne denli önemli olduğu anlaşılabiliyor.

Afganistan´da son dönemde etkinliğini iyiden iyiye arttırmış olan Taliban´ın, ABD ile yürüttüğü müzakereler çerçevesinde ülkedeki iktidarı paylaşmaya yönelik bir çaba içine girmiş olması ve Washington´ın da bu konuda istekli oluşu, bölgede dramatik bir değişimin yaşandığını gösteriyor. Bu değişim ise ABD´nin kendisini, 2001´den bu yana mücadele ettiği Taliban ile anlaşmak zorunda hissetmesidir. 20 yıla yaklaşan zaman dilimi içinde, Afganistan´da bir türlü istikrarın oluşturulamaması ve Kabil dışında kalan topraklarda Taliban´ın ve hatta DEAŞ´ın etkinliğinin artıyor olması, bu ülkedeki askeri varlığını azaltmak isteyen Trump yönetimini, DAEŞ ve El Kaide´yi dışlayacak şekilde, iktidarı Taliban ile paylaşabilecek bir yönetim kurgulama yönünde istekliliğe sevk etmekte. Bu durum, ABD´nin bölgeye ilişkin ?müdahaleci? tavrının başarısızlığına işaret ederken, Taliban ve bölgesel müttefiklerinin Orta Asya´daki görünürlüğünün artacağını da gösteriyor. Hiç kuşkusuz, bu durum Orta Asya Türk devletleri ve hatta Çin ve Rusya´da da rahatsızlık oluşturmakta.

Hindistan

Rusya, Çin ve ABD´nin dışında bölgeyle yakından ilgilenmek isteyen bir diğer aktör de Hindistan. Fakat bu ülkenin bölgeye coğrafi erişimi, Pakistan´la son dönemde yeniden ısınan Keşmir meselesi nedeniyle kopuk durumda. Bu durumu aşmak isteyen Yeni Delhi, Avrasya´ya açılım ve Orta Asya´ya erişim hususunda yeni bir ağ meydana getirmeye çalışıyor. Deniz yoluyla İran´ın Çabahar limanına ulaşacak olan ticaret gemilerinin, İran içinde inşa edilecek yeni ulaştırma ağları aracılığıyla kuzeye doğru ilerleyerek Azerbaycan´a, oradan da Rusya´ya varacağı bu ticari güzergah ekseninde, Hint malları İran, güney Kafkasya, Rusya ve hatta Orta Asya´ya varacak. Bunun karşılığında da Rusya ve İran´dan Hindistan´a enerji ve mal akışı sağlanabilecek. Kuzey-Güney Koridoru adı verilen bu inisiyatif, Çin´in Tek Kuşak, Tek Yol inisiyatifini ve bu bağlamda kurgulanan Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru´nu örnek alıyor olmakla birlikte, altyapı yatırımları anlamında bu inisiyatife göre çok daha mütevazı ve Orta Asya ayağı da daha edilgen bir görünüm arz etmekte.

İran

İran´ın bölgeyle olan bağlantısı ise genel itibarıyla Türkmenistan´la olan ticari bağları ve enerji ilişkileri ve kendisiyle etnik-kültürel akrabalığı olan Tacikistan´la kurduğu ilişkiler özelinde betimlenebilir. Taciklerin Fars kökenli olmalarına karşın Şii mezhebini değil Sünni mezhebini benimsemiş olmaları da iki ülke arasına mesafe koyarak güvensizlik yaratmakta. Türkmenistan ise İran´ın kuzey ve kuzeydoğu eyaletlerinin doğalgaz ihtiyacının giderilmesi hususunda ön plana çıkıyor. Zira Tahran, güneyden kuzeye uzanacak ve oldukça yüksek maliyetlere ulaşacak enerji ağları inşa etmektense, kuzeydeki eyaletlerine çok daha yakın olan Türkmenistan´ı kullanmaya çalışıyor. Tahran, Afganistan özelinde ise ABD´nin başarısızlığa uğramasından memnun olmakla birlikte, Taliban ve El Kaide gibi örgütlerin artan etkinliğini kendisi adına kaygı verici bir durum olarak değerlendiriyor.

Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Fergana vadisi, Keşmir, Afganistan gibi ağırlaşmış sorun alanlarını veya bölgesel fay hatlarını içeren ya da bu sorun alanları ya da fay hatlarıyla çevrelenmiş bir bölge olan Orta Asya, Özbekistan ve Kırgızistan özelinde sınır sorunlarıyla da anılıyor. Ayrıca bölgede artan kuraklık ve yine bölge devletlerinin karşı karşıya olduğu yapısal ekonomik ve yönetimsel meseleler, çok konuşulmuyor olmasına karşın, Orta Asya´yı dünyanın en sorunlu bölgelerinden biri haline getiriyor. Otoriter bir bağlamda şekillenen yönetim anlayışı ise halkların yönetimlerle olan temasının ve taleplerinin sağlıklı bir şekilde karşılık bulmasının önüne geçiyor. Kazakistan, bu hususta verilebilecek tek aykırı örnek olarak görülebilir. Nitekim Nursultan Nazarbayev´in liderliğindeki Kazakistan, istikrarlı ve bölge ortalamasına kıyasla gelişmiş bir durumda.

Türkiye

Türkiye etnik-kültürel, coğrafi ve ekonomik nedenlerden dolayı Orta Asya´yla ilgilenmek zorunda olan bir ülke. Avrasya´da bölgesel bir aktör olabilmeyi amaçlayan Türkiye, bölgeye ilgisini gerek ikili ilişkiler gerekse de Türk kimliğine içkin kurumsal çabalar eliyle göstermekte. Özellikle İslam Kerimov´un ölümünün ardından Özbekistan´la gelişmeye başlayan ilişkiler, Kazakistan´la mevcut iyi ilişkilere entegre olarak Türkiye´nin bölgedeki görünürlüğünü artırıyor. Türkmenistan´la olan temas alanları ise halen arzu edilen sayıya getirilebilmiş değil. Fakat bunun en temel nedeni, Aşkabad´ın ?sürekli tarafsız? görünümünü sürdürebilmek hususunda gösterdiği özen. Türkiye için önümüzdeki süreçte, bölgeyle temas alanlarını arttırabilmek için üzerinde durulacak en kritik husus, Rusya ve Çin´le gelişen ilişkilerine zarar vermeden, Orta Asya özelinde etkinlik göstermek olacaktır. Bu anlamda da özellikle Sincan Uygur Özerk Bölgesi özelinde yaşanabilecek yanlış anlaşılmalara ve olumsuzluklara ilişkin Pekin ile Ankara arasındaki diplomasi kanalının her daim açık tutulması gerekmektedir.

_______________________________________________

(*)[Doç. Dr. Göktürk Tüysüzoğlu Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir.