Ülkenin Ege ve Akdeniz bölgelerinde orman yangını 12. gününü doldurdu. Eski şiddetiyle olmasa da süren orman yangınları ülkenin gündemine damgasını vurmaya devam ediyor.
İktidarın uzunca bir süredir ülkeyi yönetememe hali vardı.
İktidar iklim krizini de yönetemedi, yangının önünü alamadı, dolayısıyla felakete dönüştü yangın…
Sorumlu kim?
Yangının sorumluluğu öncelikle her musibetin hazır suçlusu Kürtlerin üzerine atıldı.
Bunun var olan ırkçılığı daha da geliştireceği, halkların ortak yaşam alanlarını bozacağı gibi yıkıcı sonuçları vardı, gözetilmedi.
Tabi her şey gibi bir toplumu gerçek dışı iddialarla yönlendirmenin de bir sınırı vardı.
Yangına yeterince müdahale edilmiyor, yaygın yönetim felaketi üzerinden toplumsal felakete dönüşüyordu.
Yurttaşların sahadaki cansiperane çabaları yangını söndürmeye yetmiyordu. İktidarın halkı yangın felaketi ile baş başa bıraktığı görünürlük kazandıkça, ‘Neden yangın söndürme uçakları yok? ‘THK uçakları nerede?’, ‘Asker neden yangına müdahale etmiyor’ gibi asıl sorular sorulmaya başlandı.
Meselenin ‘terör’, ‘sabotaj’ gibi musibetlerle, Kürtlerle hiç ilgili olmadığı anlaşılır hale gelmişti ama iktidar bu kez Ege ve Akdeniz sahillerindeki belediyeleri suçlamaya, yangını engelleyememekten dolayı onları sorumlu tutmaya başladı. Bu belediyelerin ayırıcı özelliği çoğunlukla CHP belediyeleri olmaları idi.
Erdoğan katıldığı canlı yayın programında kısaca şunları söylemekten imtina etmiyordu:
“Antalya, Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin birinci derecede sorumluluğundadır. Muğla, Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin birinci derecede sorumluğundadır. Yani 'ben buradan sorumlu değilim' diyemez. İzmir aynı şekilde, Aydın aynı şekilde, Denizli aynı şekilde, Denizli Büyükşehir Belediyesi’nin sorumluluğundadır. Bunlar 'hayır, bizim burada sorumluluğumuz yok' diyemezler. Açsınlar yerel yönetimlerle ilgili yasayı iyice incelesinler ve onlar burada acaba ne tür bir imkân seferber ettiler, ne yaptılar, şu an itibarıyla ne yapıyorlar?" …
Bu ifadeler ne kadar gerçekti?
Madem ki sorumluluk belediyelerde, Tarım ve Orman Bakanı’nın da içinde olduğu iktidar yetkililerinin Antalya’da düzenledikleri konuyla ilgili toplantıya “Sorumlu Belediyeler” neden çağrılmamıştı?
Büyükşehir Belediyelerinin şehir merkezlerinde yer aldıkları, yangının şehir merkezlerinden ormanlara yayılmadığı, ormanlardan doğru yayıldıkları da bir gerçeklikti
Ormanlar ise adı üstünde, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ilgi sahası içindeydi.
Orman yangını, hele bu tip bir orman yangını itfaiye ve karadan yürütülen bir sivillere dayalı saha çalışmasıyla değil, havadan doğru yeter sayıda uçak ve helikopter ile söndürülebileceği idi.
Belediyeler yangını, hele bu çapta bir yangını engelleyecek uçak ve helikopter gibi araç, edevat kapasitesine de sahip değildi…
Fotoğraf: İHA
Anlaşıldı ki devletin elinde de bu kapsamda uçak ve helikopter yoktu.
THK’nın (Türk Hava Kurumu) bu kapsamdaki uçakları ise maalesef kayyım kontrolünde hangarlarda çürümeye terk edilmiş, yerine bir şey konmamıştı.
Kayyımın açıklamasına göre dört milyon dolar maliyetle THK’ye ait uçaklar kullanışlı hale getirilebilirdi.
Somali’ye 30 milyon dolar hibe de bulunan iktidar her ne hikmetse bu dört milyon doları bulup THK uçaklarını yenilemeyi -en hafifinden-düşünememişti.
Ormanlar yanmaya devam ediyor…
Yangın önce Antalya'nın Manavgat ilçesinde 28 Temmuz 2021’de ortaya çıktı, havadan süratle üstüne gidilip boğulamayınca yayıldı.
Yangında çok sayıda yaralanma oldu ve bunların çoğu duman solunmasından kaynaklandı.
Yangın nedeniyle çok sayıda yurttaşımız evlerini kaybederken, Antalya'da 18, Adana ve Mersin'de 16 köy boşaltıldı.
Öte yandan yüzlerce dönümlük ormanlık alan da küle döndü.
Yangının başladığı iller ve bağlı ilçeler şunlardı: Adana: Feke; Antalya: Manavgat, Gündoğmuş; Muğla: Marmaris, Köyceğiz, Milas, Kavaklıdere, Yılanlı, Seydikemer; Isparta: Sütçüler; Denizli: Tavas, Güney; Aydın: Karacasu…
Günün sonu itibarıyla bu bölgelerin bir kısmında yangına son verildi, bir kısmında hala devam ediyor.
Halkın nezdinde iktidarın yönetememe hali bir yana sahada bile yeter ölçüde yer almadığı çok belirgin…
Gerçi kendini görevli ilan edip araçları durdurup kimlik soran, HALK TV programına saldıran çetevari suç unsurlarının hareket sahası bulabilmesi çok açık ki yönetim boşluğunun sonucu olarak ortaya çıkması durumu açıklar ama biz daha meşru ve yasal örneklerle devam edelim…
Yangının özellikle yoğunlaştığı alanlardan biri olan Muğla'nın Milas ilçesinde santrallerin bulunduğu alanda bulunan EMO’nun tanıklığı durumu açıklar…
Kemerköy Termik Santrali’ne sıçrayan yangın kontrol altına alına alınırken, yangının Yeniköy Termik Santrali açısından yangın riski devam ediyordu.
EMO (Elektrik Mühendisleri Odası) Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Özdağ’ın ‘Orman yangınlarının termik santrale yönelmesinin ardından üç gün boyunca şirket ve ilgili bakanlıkların müdahale etmek yerine süreci izlemekle yetindiğini, yetkililerin istifa etmesi gerektiğini’ söylediğini bir kenara not edelim.
Mesele ‘yönetememe’ mi sadece…
İktidarın iklim krizini yönetememesi, cehalet, yetmezlik vb. etkenler yangının kısa sürede önünün alınamamasında esaslı bir rol oynuyor.
Bu bir gerçek!
Ancak öyle şeylere tanıklık ediyoruz ki bir noktada mesele bundan öteye geçiyor. EMO’nun tanıklığını aktardık. Santrallerin bulunduğu dağlık bölgedeki köylerin trajedisi başka birşey…
Okuyalım:
Akçakaya ve Fesleğen köylerinde alevler evlerin dibine kadar geliyor. Köylülerin ve Milas Belediyesi yetkililerinin verdiği bilgiye göre, havadan müdahalenin “nadiren geldiği” bölgede, alevlerle mücadele itfaiye ekipleri ve köylüler tarafından gerçekleştiriliyor.
Yangınla mücadelede yalnız bırakıldıklarını söyleyen Akçakaya Muhtarı Haydar Yıldız, “Dün biraz müdahale için gelenlerin sayısı arttı ama bunu zamanında yapsalardı evlerimiz yangın tehdidi altında kalmazdı” diyordu.
Akçakaya köylülerinden Deniz, köyünün bulunduğu dağa ulaşan alevleri gösteriyor ve “Dünden beri kendi imkanlarımızla yangını söndürmeye çalışıyoruz. Yardım istememize rağmen ne arozözden ne havadan destek göndermediler. Destek geç kaldı” diyordu.
“Kendi aralarında iş bölümü yapan köylülerin traktörler ve tankerlerle müdahale ettiğini, yoldan uzak bölgelere müdahale şanslarının olmadığını” ifade eden Deniz, “termik santral için kendilerinin feda edildiğini” şöyle açıklıyordu:
“Aşağıda deniz kenarında termik santral var. Birtakım zengin tayfanın, devlet büyüklerine yakın insanların yeri yanmasın diye herkes oraya gitti. Tabii termik santral önemli, elektrik üretiyor ama orman daha önemli. Milyonlarca çam ağacı, zeytin ağacı, tonlarca yağ yandı. Bunların hepsi santral zarar görmesin, yanmasın” diye gitti.
“6-7 tane uçak, helikopter oraya çalıştı. Kamyonlarla taş ocaklarından mıcır taşındı, etrafına döküldü. Arazözler vardı, sahil güvenlik vardı… Oraya giden yardım burada olmadığı için biz gariban köylüler cayır cayır yandık, hala da yanıyoruz. Santrale giden yardımın yüzde biri bize gelseydi, belki de bu arazinin yarısı yanmazdı, evlerimiz kurtulurdu.”
Yangın söndürme çalışmalarına katılan diğer Akçakayalı köylüler de Deniz’e katılıyor. Söze, “Biz yangını ileriden buraya kadar söndürdük. 50 metrelik bir alandaydı” diye başlayan bir diğer köylü, şöyle devam ediyor:
“Helikopterler gelip biraz su atsa belki sönecekti ama gelmediler. Orman şefi de ‘yapacak bir şey yok’ dedi. O onu yapmadı, bu bunu yapmadı, hiç kimse gelmedi, yardım etmedi, şimdi orman yanıyor. Birileri yardım etse geçmeyecekti, ama etmediler” …
Santrallerin bulunması nedeniyle bütün dikkatlerin döndüğü bölgede hemen yanı başındaki köylülerin, yanan evleri, arazileri ve orman görülmüyor… Helikopter ‘biraz su atımına’ dahi gelmiyordu.
Şimdi halk ve orman ile santraller arasında, santrallerin kurtarılmasının tercih edilmesi sadece yönetememe, cehalet, yetmezlik vb. etkenler ile ne kadar açıklanabilir?
…
(Başka bir boyuttan Prof. Dr. Ahmet Muhtar Çakmak ile 10 ve 11 Ağustos’ta devam edeceğiz)
--------------------------------------------
Kaynak:
Açık Kaynaklar