Suriye, Osmanlı İmparatorluğu şemsiyesi altından çıktığından beri iki ülke arasındaki ilişkiler, savaşın eşiğine varan tehlikeli aşamalardan geçti.
Zımni bir yarışta her bir taraf, diğer tarafa karşı "kart" sahibi olmaya çalışır. Bu bağlamda Ankara, Fırat ve Dicle nehirlerinin sularını kullandı, Müslüman Kardeşler'e ev sahipliği yaptı, Şam da PKK ve lideri Abdullah Öcalan ile ilişki kurdu.
1985 yılında Öcalan, Suriye'ye sığındı ve yandaşlarını örgütleyip onları Suriye varlığının gölgesinde Suriye ve Lübnan'daki Filistin kamplarında eğitmeye çalıştı.
Aynı şekilde propagandaya ve sınırlardan veya Irak üzerinden Türkiye'ye sızan gruplar oluşturmaya da odaklandı.
Devlet Güvenlik Dairesi'nin (Genel İstihbarat) dış şubesiyle bağlantı kurdu, sonra da kontrolü ve ilişkisi Siyasi Güvenlik Dairesi'ne taşındı.
Hiçbir siyasi yetkili onu kabul etmedi. Ta ki merhum Devlet Başkanı Yardımcısı Abdülhalim Haddam 1992'de onunla ilk kez bir araya geldi.
Daha sonra Şam'ın Necmettin Erbakan ile arabuluculuğu kapsamında, onu Türkiye ile siyasi çözümlere varmaya ikna etmek için birkaç kez daha görüştü.
Öcalan ile Ankara arasındaki arabuluculuklar başarısız oldu. Şam, onu ağırlamaya devam ederek Ankara'nın onun iade ya da sınır dışı edilmesine ilişkin taleplerini reddetti.
1998 yılında Türkiye, Suriye sınırına ordu yığarak bir ültimatom verdi ve açıkça Öcalan'ın çıkarılmasını talep etti.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Ekim 1998'de merhum Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek; merhum Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad ile Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel arasında arabuluculuk yaptı.
Bir dizi yanıttan sonra Esad, zor bir karar alarak Öcalan'ı istediği gibi Ankara'ya teslim etmek yerine sınır dışı etti.
Öcalan, Avrupa ve Rusya'ya, sonra da Afrika'ya gitti. Ardından 1999 yılı başlarında Türkiye İstihbaratı onu kaçırdı (ya da Nairobi teslim etti) ve şimdiye kadar tutulduğu hapishaneye gönderdi.
Suriyeli Milletvekili Abdülhalim Haddam'ın, 2005'te ayrılmadan önce Paris'e aktardığı ve Mecelle'nin bir kopyasını elde ettiği resmi Suriye belgelerine göre Esad, 1 Ekim 1998'de Lazkiye'de Haddam'ı kabul etti.
Haddam'ın ifadesiyle olaylar şöyle gelişti:
Biz Lübnan hakkında konuşurken mübaşir içeri girerek bir zarf uzattı. İçindekini okuduk; Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in bir açıklamasını içeriyordu. Demirel bu açıklamada, Öcalan'ı teslim etmediği takdirde Suriye'yi askerî operasyon gerçekleştirmekle tehdit ediyor, Suriye'nin on binlerce Türk vatandaşın ölümüne yol açan Kürt terörüne destek vermesinden bıktığını ifade ediyordu.
Esad ve Haddam meseleyi görüştü. Haddam'ın ifadesiyle tehditler, "İsrail ve ABD ile anlaşılarak yapıldı ve bölgedeki yeni ittifak çerçevesinde ve İsrail ile bir çözüme varma konusunda üzerimizdeki baskılarla bağlantılıydı. Türk baskısına karşı Arap ve uluslararası bir kampanya başlatmayı önerdim. Esad ise kimse bu tehditlerden korktuğumuzu anlamasın diye aceleci davranmamanın daha iyi olacağını düşünüyordu. Cumhurbaşkanına, 'Yarın Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek sizinle temasa geçerek arabuluculuğunu teklif edecek' dedim. Nitekim ertesi gün Mısır Cumhurbaşkanı aradı ve iki lider, Cumhurbaşkanı Mübarek'in 4 Ekim 1998'de Şam'ı ziyaret etmesi konusunda anlaştı."
Öcalan ile Ankara arasındaki arabuluculuklar başarısız oldu. Şam, onu ağırlamaya devam ederek Ankara'nın onun iade ya da sınır dışı edilmesine ilişkin taleplerini reddetti. 1998 yılında Türkiye, Suriye sınırına ordu yığdı ve açıkça Öcalan'ın çıkarılmasını talep etti.
Mübarek, Şam'a gitti ve Türkiye ile olan kriz ve bu krizin bölge için sonuçları masaya yatırıldı.
Mısır Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin "bölgeyi yıkıma sürükleyecek" politikasının hedeflerini sorguladı. Esad, krizden ve Türkiye-İsrail ittifakından bahsetti.
Esad, Türkiye ile ilişkileri ve önceki temasları da anlatarak, "Türkiye, su meselesi ve Öcalan'ın grubuna karşı senelerdir alınan önlemler başta gelmek üzere mevcut sorunların çözümünden kaçındı. Ayrıca ne Suriye'nin PKK'ya herhangi bir desteği var ne de Suriye sınırları üzerinden herhangi bir sızma. Zaten Türkiye ordusu ve güvenlik güçleri sınır boyunca varlık gösteriyor" dedi.
Esad ve Mübarek; Haddam, eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa, eski Suriye Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şera ve danışmanların meseleyi tartışmak üzere bir araya gelmesini talep etti.
Haddam'ın ifadesine göre;
Toplantımızda tekrar krizin sebeplerini ve bu krizin Türkiye-İsrail ittifakıyla ve Türkiye içindeki krizle ilişkisini tartıştık ve şu sonuca vardık:
Arapların Suriye'yi destekleyen bir tutumu ve Türkiye'ye yönelik bir hamlesi olmalı. Cumhurbaşkanı Mübarek'in ziyareti ve Türklere hitaben şu sözleri bu yöndedir: Sizin Suriye ile olan çatışmanız, tüm Arapları Suriye'nin yanında durmaya sevk edecektir. Bölgeyi ve kendinizi, hiç de ihtiyacınız olmayan bir sıkıntıya sokuyorsunuz. Araplar, Suriye'yi yalnız bırakmayacak.
Türklere diyor ki: Sorun ne? PKK, Avrupa'da var, o zaman Suriye'ye yönelik bu hamle niye? Önemli olan Suriye'nin bunu size karşı kullanmamasıdır. Bu konuda sakin bir işbirliği yapılabilir. Suriye'nin PKK ile bir ilişkisi yok. Tehditlerin geri çekilmesi ve durumun sakinleştirilmesi lazım. İşte o zaman ciddi bir diyalog yürütülür.
Araplar tarafından, İsrail hesabına faaliyet yürütmekle itham ediliyorsunuz ve bu konu sizi, Araplar ve Müslümanlarla karşı karşıya getiriyor.
Konu, Esad ve Mübarek'e arz edildi. Uzlaştılar ve Türklerin, Mısır Cumhurbaşkanı'nın arabuluculuğuna karşılık vermemesi halinde başka bir görüşme yapılması konusunda anlaşmaya vardılar.
Abdullah Öcalan, Eylül 1991’de savaşçılarını teftiş ederken
Açıklama ve belgeler
Bundan önce, 3 Ekim'de Suriye tarafından resmi bir açıklama yayımlandı. Açıklamada şu ifadeler yer aldı:
Çok ilginçtir ki Türkiye'nin son resmi açıklamalarında Suriye, diplomatik çabaları engelleyen taraf olarak gösteriliyor. Halbuki diplomatik diyaloğu vazgeçilmez bir yol olarak benimsemekte ısrar eden, tüm resmi açıklamalarında ve Arap ve İslam konferanslarında hazırlık aşamasına katıldığı açıklamalarda daima ılımlı ve uzlaşmacı bir üsluptan yana olan Suriye'dir…
Suriye, hangi taraftan gelirse gelsin çatışma, gerilimi tırmandırma ve tehdit etme yaklaşımlarını kesin olarak reddettiğinin bir kez daha altını çiziyor. Ayrıca Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri arzuladığını, iki ülkeyi endişelendiren meseleleri diplomatik yollarla, karşılıklı güven atmosferinde ve iki ülkenin ortak çıkarlarına hizmet edip Arap-Türk ilişkilerini pekiştirecek şekilde ele almaya hazır olduğunu da teyit ediyor.
Suriye Dışişleri Bakanlığı, açıklamanın bir kopyasını vermek üzere Şam'daki Türkiye Büyükelçisini çağırdı. Büyükelçi şu ifadeleri dile getirdi:
Rica ediyorum Abdullah Öcalan'ı bize teslim edin ya da Suriye'den sınır dışı edin ki Türkiye bu meseleyi devralsın. Türkiye'de bazıları, onun Şam'da bulunmasının ona şu iki avantajı sağladığını düşünüyor:
Unsurlarına yakın olup onları yönlendirme ve Suriye tarafından himaye görme. Mesela Irak'ta olsaydı onu öyle ya da böyle susturabilirdik.
Bize onun Suriye olmadığını söylemeyin. Zira Britanyalı Milletvekili Volcker, Şam'da 11-12 Temmuz 1998'de Arap-Avrupa Parlamenter Diyalog Konferansı esnasında onunla bir araya geldi.
Aynı şekilde bir Britanya lordu da 15 Ağustos 1998'deki Şam ziyaretinde onunla görüştü.
Iscurida Oneto Partisi'nden İspanya parlamento heyeti üyesi Pedro Marcier, 25 Ağustos 1998'de Marcier'in Şam ziyaretinde onunla buluştu.
Montpagne ve Dosizaris'ten oluşan bir İtalyan komünist heyeti de heyetin 13-14 Eylül 1998'deki Şam ziyareti esnasında onunla bir araya geldi. Bu heyet daha sonra onun için Roma'da Kürt parlamentosu toplantısı düzenledi.
Abdullah Öcalan'ı bize teslim edin ya da Suriye'den sınır dışı edin ki Türkiye bu meseleyi devralsın. Türkiye'de, Şam'da bulunmasının ona iki avantaj sağladığını düşünenler var: unsurlarına yakın olup onları yönlendirme ve Suriye tarafından himaye görme. Mesela Irak'ta olsaydı onu öyle ya da böyle susturabilirdik.
Türkiye Şam Büyükelçisi,
3 Ekim 1998
Son görüşme
Mübarek, Türkiye'ye giderek Demirel'le görüştü. 6 Ekim 1998'de Ankara'dan Şam'a döndü ve Esad ile kapalı bir toplantı gerçekleştirdi. Mübarek'in Esad'a ilettiği sonuçlar şöyle:
Türklere tutumlarının ciddiyetini ve Arapların Suriye'nin yanına duracağını, Araplarla Türkiye arasında yoğun bir düşmanlığın meydana geleceğini ve Türkiye'nin Arap dünyasındaki çıkarlarının zarar göreceğini, ayrıca Türkiye içindeki durumun sarsılarak bu çatışmanın altından kalkamayacağını bildirdi.
Suriye, PKK meselesi de dahil olmak üzere tüm konularda diyaloğa hazır. Ayrıca Suriyeliler, söz konusu partiye herhangi bir yardımda bulunduğunu kabul etmediği gibi, Şam'daki varlığını da hiçbir şekilde kabul etmiyor. Bu meselelerin diyalogla çözülmesi gerekir, gerilimi tırmandırarak değil.
Mübarek'in Esad'a söylediğine göre Türkiye'nin tutumu "uzlaşmazdı. İki dışişleri bakanının bir araya gelmesi yönündeki önerisini reddettiler."
Uzun bir tartışmanın ardından Demirel, özellikle gerçekleştirdikleri seferberliğin ardından geri çekilebilsinler diye Suriye'nin ordu için bir adım atması gerektiğini söyledi ve şu öneride mutabık kalındı:
- Suriye, terörü ve PKK'nın eylemlerini kınadığı bir açıklama yayınlayacak ve Türkiye'nin birlik ve istikrarına saygı duyduğunu belirtecek.
- Güvenlik Komitesi, güvenlik meselelerini tartışmak ve üzerinde anlaşmaya varmak için toplanacak.
- İki ülkenin dışişleri bakanları, askıda kalan konuları görüşmek üzere bir araya gelecek.
Cumhurbaşkanı Mübarek, Demirel'in kendisine ayrıca, "Suriye'nin bir açıklama yapması, ordu karşısında bize çok yardımcı olacak" dediğini de ekledi.
Esad, PKK ve terör hakkında bir açıklama yayınlamayı reddetti. Bununla birlikte Suriye Dışişleri Bakanının Kahire'yi ziyaret edip bir basın açıklaması esnasında "PKK hakkında sorulan bir soruyu Suriye'nin iki ülke arasındaki tüm meseleleri konuşmaya ve Türkiye'nin güvenlik kaygılarına öncelik vermeye hazır olduğu şeklinde cevaplaması" önerisini kabul etti.
Gelgelelim Türkiye'nin Suriye'ye karşı siyasi ve basın kampanyası ile tehditleri devam etti.
5 Ekim'de eş-Şera, Haddam'ı arayarak Türkiye'yle ilgili bir konuyu tartışmak için onu evinde ziyaret etmek istedi.
Haddam'ın ifadesiyle olaylar şöyle gelişti:
Eş-Şera'yı akşam sekizde kabul ettim; Türkiye ile krizin ilerleme ihtimalini, Suriye'deki Öcalan meselesini ve ondan çıkmasını talep etmeyi tartıştık.
Benim görüşüm, ondan çıkmasını talep etmek yönündeydi. Nitekim daha önce de belirttiğim gibi Temmuz 1996 sonunda kendisiyle görüştüm ve Suriye topraklarından ayrılması konusunda anlaştım, ancak o bu anlaşmaya uymaktan kaçındı. Ayrıca Türkiye Başbakanı Necmeddin Erbakan ile diyalogdan ve çözüme ulaşma ihtimalinden sonra bu meseleyi takip etmedik.
Böyle bir karar almak gerekiyordu, zira bir kişi veya parti için ülkenin selameti hiçbir şekilde tehlikeye atılamaz. Esasında onun meselesi, bizim meselemiz değil. Gerekirse merkezî meselelerimiz uğruna askerî çatışmayı göze alırız. Ama insani ve ahlaki nedenlerden ötürü böyle bir karar almak ne kadar acı ve üzücü olsa da Öcalan ya da başkaları için ülkeyi savaş ihtimalleriyle yüzleştirmek mantıklı değil.
Merhum Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam
Haddam ve eş-Şera, o dönemde Siyasi Güvenlik Birimi Başkanı Tümgeneral Adnan Bedr el-Hasan'ı toplantıya çağırdı.
Birlikte Öcalan'ı nasıl bilgilendireceklerini tartıştılar. Haddam, bu konuda şöyle diyor:
Esad'ın, bu adam hakkındaki bilgime bakarak bu görevi benim yerine getirmemi tercih edeceğini biliyordum. Bedr el-Hasan ile, ertesi gün yani 6 Ekim 1998'de akşam saat altıda el-Hasan'ın ofisinde onunla gizli bir şekilde görüşme ayarlamak için anlaştık.
Görüşme için belirlenen vakitte el-Hasan'ın ofisine yönelmiş olan Haddam, bundan sonrasını şöyle tarif ediyor:
Odaya girdiğimde Abdullah Öcalan Bey, bana doğru koşar adım geldi ve ellerimi öpmeye çalıştı. Onu kaldırarak sarıldım ve o an kalbime bir bıçak saplanmış gibi hissettim. Gözlerindeki korku ve endişeyi gördüm; sanki gözleri merhamet ve şefkat dileniyordu.
Cerrah, bir hastanın karnını yarmak için eline neşteri ilk aldığında kendini nasıl toparlarsa ben de acı ve üzüntü çeken benliğimi öyle topladım. Tarafsız ve makul bir tartışmaya elverişli bir ortam oluşturmaya çalışarak halini hatırını sordum. Öcalan'a yakın bir Kürt yetkili 'el öpme çabasını' şüpheyle karşıladı, zira bu tavır, onun özellikleri ve sertliğiyle uyuşmuyormuş.
Hoşbeşin ardından Haddam ona, neler bildiğini sordu ve Suriye'de Haddam ve Öcalan ile yapılan görüşmenin tutanaklarına göre aşağıdaki diyalog gerçekleşti:
Öcalan: Türkiye Ulusal Güvenlik Konseyi'nin toplandığını haber aldık. Alınan kararlardan birine göre Suriye'ye karşı uzun vadede askerî politika veya askerî diplomasi uygulayacaklar. Bu karar İsrail ile hemfikir olunarak alınmış. Türkiye, İsrail'in istediği gibi yönlendirdiği askerî bir araca dönüşürken İsrail de siyasi ve ekonomik şemsiye vaziyetinde.
Türkiye'nin içişlerini takip eden biri, Türkiye'de olup biten her şeyin İsrail'in kararı olduğu sonucuna varır. Bu politikaları, uluslararası düzeyde bile ortamı yumuşatma çabasında olan İsrail Başbakanı Netanyahu ile koordineli.
Clinton skandalı yaşanırken olan buydu ki bu, hamlelerin bir parçası. Sudan ve Afganistan'ın vurulması bile tek bir senaryo. Hatta Washington'da Barzani ile Talabani arasındaki son anlaşma da bu hamlelerin bir parçası. Şimdi de sıra bizde.
Haddam: Sizce bu durumla nasıl başa çıkılır? Olaylara dair değerlendirmeniz isabetli; bu operasyon Türkiye-İsrail operasyonu, Türkiye bir araç. Bölgede Suriye'yi hedef alan bir savaş hali var ve bu, İsrail barışını dayatma ve Amerika'nın çıkarlarını güvence altına alma sürecinin bir parçası.
Dolayısıyla Türkiye'nin savaşa girip Suriye'de yeni bölgeler işgal etmesi, burada bir İsrail güvenlik kuşağı olarak kalması ve Suriye'deki ekonomik tesisleri vurması… tüm bu bilgiler bizim için neredeyse kesinleşti.
PKK'yı bahane olarak kullanmalarına ne diyorsunuz? Bu durumla nasıl başa çıkılır? Bir siyasi lider, bir aktivist ve bir dava sahibi olarak soruyorum: Bu durumu nasıl görüyor, nasıl değerlendiriyorsunuz? Bununla nasıl başa çıkmak gerekir?
Öcalan: Bahsettikleriniz doğru, yüzde yüz doğru. Biz kesinlikle bahaneyiz. Bu çok açık. Ortaya koymak istediğim belirli çıkış yolları var.
Kuzey Irak'ta on bin asker olduğu ve bunların Suriye sınırındaki bölgelerde son tarama aşamasında oldukları doğru. Niyetleri Suriye'nin bir kısmını işgal etmek olursa bu bölge, uzak kuzeydoğuda tam olarak Irak'ın Zaho bölgesi hizasındaki Derik (el-Malikiye) bölgesinde olacaktır.
Haddam: Petrol bölgeleri olacak. Doğal kaynaklar el-Cezire vilayetinde. Ve bizim Türkiye-Suriye sınırında güçlerimiz yok. İsrail'e karşı güçlerimiz var.
Öcalan: Irak'ın durumunu kendilerinin ayarladığını düşünüyorlar. Onlara göre Suriye'ye dayatılan kuşatma tamamlandı, onların yoluna taş koyan tek şey biz ve direnişimiz. Bize büyük darbeler vurdukları gibi, direnişimizin kırılması halinde onların gözünde Suriye'nin kuşatılması ve işgali için ortam artık hazır.
Kuzey Irak'ta bulunan on bin asker, Kuzey Irak'ı işgal etmek için gelecek olan güçlerin öncü birliği mahiyetinde. Oradaki durum, bölgede üçüncü bir İsrail olacak şekilde sona erecek ve burayı, kendileri için güçlü bir hareket noktası olarak alacaklar. Vardıkları anlaşma bu. İkinci aşamada Suriye'ye yönelik baskılarını artıracak ve bu kadarına, yani kuşağa da bağlı kalmayacaklar.
Bu bir başlangıç. Suriye'ye adım adım ek yükler yükleyecekler ve Suriye üzerindeki baskıyı artıracaklar. Türk basını ve yürütmeye çalıştıkları psikolojik savaşı takip eden biri için bugün orada yeni bir haber var: Erbakan'ın Fazilet Partisi'ndeki halefi Suriye'ye karşı ağır açıklamalarda bulunuyor ve Suriye rejiminin hizipçi ve bir diktatör rejimi olduğunu söyleyerek bu taifeyi aşağılıyor.
Türk çevrelerinde kendilerini İsrail politikalarına muhalif olarak gören akımlar bile bu önermeyi ve görüşü benimser hale geldi. Türk kamuoyunu hazırlıyorlar ve Suriye'deki iktidar rejiminin Suriye halkının yüzde onunu bile temsil etmediğini, Sünnilerin yüzde 90'ının yanlarında duracağını ve Suriye'deki çoğunluk onların tarafında duracağı için Suriye derinliğine girmenin bir sorun teşkil etmeyeceğini söylüyorlar.
Bu mezhebe karşı çok düşük hakaretler yayınlıyorlar. O kadar ki kitlesel toplantılar düzenleyip belirli insanlara mikrofonlar veriyorlar; onlar da Başkan Esad'dan ne istediklerini söyleyip, sonra da ahlak ve insanlık dışı ucuz hakaretler savurmaya başlıyorlar. Bu süreçte önemli olan Türkiye kamuoyunu önlerine koydukları plana ayak uyduracak hale getirmek. Onlara göre nihai amaç, Suriye rejimini değiştirmek. Hatta Suriye'ye savaş açma kararlarını, 28 Şubat'ta Erbakan'a karşı aldıkları karara benzetiyorlar; o zaman da Türkiye Güvenlik Konseyi toplandığında ilgili kararı, İslamcı akımı uzaklaştırıp dizginleri yeniden ele almak için önemli görmüşlerdi.
Bence Suriye'de rejim düzeyinde bir değişiklik yapılana ve iktidar rejimi devrilene kadar Suriye'ye askerî baskı uygulayıp artırma konusunda hemfikirler. Tabi bu karar da Erbakan iktidardayken aldıkları karar gibi İsrail'e ait. Benim kanaatime göre bu kararlarını uygulama ve askerî tutumu tırmandırma konusunda ısrarcılar ve ciddi bir şekilde tamamen bu yolda ilerliyorlar.
Asıl noktaya dönelim: Niçin PKK'yı bir bahane olarak kullanıyorlar?