Sosyolog yazar Fatma Barbarosoğlu yazdı;
Toplumsal değişimin hızlandığı dönemlerde değişimin tasvirini yapamamak, değişimi hızla çöküş istikametine sevk eder. Tasvir, tenkit ve teklif birbirini takip etmek zorundadır. Ne ki bizim ülkemizde, toplumsal tasvirin pek muhatabı yoktur. Siyasiler ve fazlasıyla siyasileşmiş kurumlar, tasvir ve tenkit kısmını acele olarak parantez içine alır ve sıfır ile çarparak kısa yoldan teklifi dinlemeyi ister. Dinlenen teklifler ciddiyetle ele alınır mı? Bazen...
Muhataplar tasvir kısmını ya “Biz zaten bunları biliyoruz, sen bize bilmediğimiz şeyler söyle” diyerek reddeder ya da “Sen ne biliyorsun ki, biz eskiden...” diye başlayan nostalji soslu güzelleme frekansında gezintiye çıkar.
Toplumsal tasvir, mikroskopu kullanabilme kabiliyetine benzer. Elimizin altında bir mikroskopun olması, onun başına geçen herkesin lam üzerindeki örneği görebileceği, gördüğünden çıkarım yapabileceği, bulguları üzerine bir hipotez inşa edebileceği anlamına gelmez. Velhasıl tasvir önemlidir. Ve dahi olmakta olanı tasvir etmek herkesin harcı değildir. Tasvir için gözleme ve gözlemin ifade edileceği kavramlara ihtiyaç vardır.
Bu girişten sonra “haftanın haberi” olarak karşımıza çıkan, “36 saat nöbet ve tükenmiş doktor sendromu”na odaklanabiliriz.
Önce şu soruyu soralım:
Ekim 2021, hafızanın kayıtlarına 36 saat süren nöbetten sonra “yorgunluktan ölen” değil, “yorgunluktan öldürülen genç doktor Rumeysa Berin Şen’in hayatını kaybedişi” olarak girecek mi?
Bu soruya vereceğimiz cevap önemli.
Sorunların çözümü için hafıza kaydı şart. Olan bitenden haberdar olmak ile servise sunulmuş haberleri tüketmek aynı şey değil. Aklı selim sahibi kişi, sorunları çözmek için çaba sarf eder, yeni ortaya çıkmış sorunlar için yeni sorular sorar. Aklı selim dediğimiz değişmez, tefekkür ancak aklı selim ile mümkündür.
Aklı selim değişmez ise o halde değişen nedir? Değişen duygulardır ve aklı selimin önündeki en büyük engel de manipüle edilen duygulardır.
Duyguların resmi için...
25 yaşında 36 saat nöbet tuttuktan sonra evine dönerken durmakta olan bir TIR’a çarparak ezilmiş bedeni ile dünyayı terk eden merhum doktor Rumeysa Berin Şen’in ardından genç meslektaşları eylem yaptı; ziyadesiyle “doktora şiddet” haberi tüketmiş olanlar, merhum doktorun arkasından taksiye binseymiş diyecek kadar empati yoksunu bir tutum sergileyebildi. Bu tutum “değişen duygular” için çarpıcı bir örnek. Akletmemenin kelimelerle çizilmiş duyarsızlık hali.
Akledenler bu duyarsızlık resmine soğukkanlılıkla cevabı verdi. “O yorgunluk ile taksiye binmek ne kadar güvenli olur?” diyenler olduğu gibi 36 saat nöbet altı ayda bir defa yaşanan bir şey olmadığı için ekonomik olarak genç doktorun taksi ücretini karşılamasının mümkün olmadığını dile getirenler de oldu.
Fakat “latif” ile “bayağı” aynı sahneyi paylaştığında her zaman kazanan “bayağı” olur. Ölen ile değil de kurum ile empati kuranların sesi daha baskın çıktı dolayısıyla.
Peki tecrübenin sesi ne söyledi?
Rumeysa Berin Şen’in yaşlı meslektaşlarından bazıları, ölen genç doktor ile değil, o nöbetin uzunluğundan mesul olanlarla empati kurarak “Hepimiz o nöbeti tuttuk” deme nezaketsizliğinde bulundu. (Değerli okuyucularıma hürmeten nezaketsizlik dedim, esasında bu tutuma denk düşecek kelime elbette nezaketsizlik değil.)
Yaş almak, bir meslekte ömür tüketmek, tecrübe kazanıldığı, tecrübe sahibi olunduğu anlamına gelmez. Tecrübe sahibi olmak, akletmek, fikretmek, dün ile gün arasındaki bağlantıyı yarın istikametine sürecek idrak gerektirir.
“Biz de 36 saat nöbet tuttuk, hiç de bu kadar yorulmadık” diyenler kayınvalidesinden çok çekmiş kederli eski gelin, muktedir yeni kaynana psikolojisi içinde...
“Muktedir yeni kaynana” kimliğindeki “iş verenler”, hayatın ziyadesiyle dijitalleştiği, sosyal medyanın duygusal çöküş imal ettiği bir zamanın içinde tutulan 36 saat nöbet ile, “disiplin toplumu” içinde tutulan 36 saat nöbetin asla aynı psikolojik zaman birimine tekabül etmediğini kavrayamıyor. Bunu kavramak için sosyoloji ve felsefenin bakış açısı ve birikiminden istifade etmek gerekiyor.
Kore asıllı Alman felsefeci Chul Han 2010 yılında, 21. yüzyılı “yorgunluk toplumu” olarak tasvir etmiş ve şöyle demişti: “Her çağın nevi şahsına münhasır hastalıkları vardır... Depresyon, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), Sınırdaki Kişilik Bozukluğu (SKB) veya Tükenmişlik Sendromu (TS) gibi sinirsel hastalıklar, başlamakta olan 21. yüzyılın patolojik manzarasını tayin etmektedir.”
Çalışma saati içinde kesintisiz 36 saat, imkansıza kurban vermek...
36 saat en sevdiğiniz işi yapsanız yorulursunuz. 36 saat en sevdiğiniz filmleri seyretseniz yorulursunuz.
Sağlığınız yerindeyse 36 saat yataktan kalkmasanız, yatmaktan yorulursunuz.
36 saat yemek yapmak zorunda olan aşçı, elinin ayarını kaybeder, vücut dengesini kaybeder.
Hayatınızda belki bir kaç defalığına kesintisiz bir 30-40 saatiniz olabilir. Hani bir yarışma vardı. Bir arabaya yapışıp bekleyenler. Bir yarışmacı 72 saat arabaya yapışmıştı da sonunda kazanan olmuştu. O tarz yarışmalar makine dayanıklılığına karşı insan bedenini test etme yarışmalarıdır. Gündelik hayatın rutini ve ritmi için uygun değildir.
İcra ettiğimiz meslekler yarışma değildir. İcra ettiğimiz meslekleri ancak bedenimizle ve ruhumuzla uyum için yaptığımızda, “gönül şenliğimizi”, rikkatimizi ve dikkatimizi muhafaza edebiliriz.
Velhasıl icra ettiğimiz meslekler, amirlerimizin bizim üzerimizden başarı grafiği yakalayacağı bir yarış, göz doldurucu “performans eğrisi” çizelgesi değildir.
Toplum sağlığı sadece rakamlarda gizli ya da aşikar olmaz. Tek bir örneği derinlemesine inceleyerek olmakta olanı bazen daha iyi anlayabiliriz.
Merhum Rumeysa Berin Şen’in gençliğinin baharında toprağa karıştığı hafta, “Burası özel hastane değil mi?” diyerek acile getirdiği hastası için kıyamet koparan, kopardığı kıyameti aynı zamanda “tik tok” vidyosu yapan “hasta yakını”nın davranışlarına da odaklanmamız gerekiyor.
Size ve kendime ev ödevi vererek ayrılayım huzurunuzdan: Doktor kibrinden, hasta/hasta yakını kibrine evrilen yolda, doktorların ve doktorluğun ölümü diye bir başlık açıp sözü söze ekleyelim...
Sözü söze eklemek için adresim şöyle:@Fatma_Barbaros