Yasin Aktay yazdı;
Tunus’ta yaşananın bir darbe olup olmadığı üzerindeki tartışma, Türkiye’den bakınca çok anlamsız görünüyor. Ne de olsa kılıktan kılığa girip, farklı şekillerle yapıla bilen darbelere, darbelerin binbir suratına aşina bir nesiliz. An gelir halkın orduya çıkardığı davetiye ile asker tanklarıyla her şeye müdahale eder (1960, 1971, 1980), an gelir medya, STK ve bazı “derin devlet” operasyonlarıyla demokrasiye balans ayarı verilen bir postmodern suratı görünür darbenin. Bir dem gelir internete konulan bir e-muhtıra yüzünü gösterir, bir dem gelir Cumhuriyet mitinglerinde olduğu gibi halkın bir kesiminin halkın başka bir kesimine karşı ayırımcılık talebi için “demokratik gösteri haklarını kullanmasıyla” tezahür eder.
Bir dem gelir bir ağaç kurtarmak adına bütün ülkeyi ateşe vermeye kalkışan bir öfkenin ardına takılır, bir dem gelir hükümete karşı yolsuzluk iddiasıyla ateşlenen bir yargı davası olarak görünür. Sonra bir dem gelir sivil demokratik meşruiyete sahip bazı aktörlerin ittifaklarıyla bir seçim manipülasyonuyla demokratik bir kisveye bürünür, nihayet bir dem daha gelir tekrar başa döner 15 Temmuz’daki gibi en arkaik, en konvansiyonel kisvesiyle görünür.
Türkiye’de Gezi hadisesinin yaşandığı dönemde aynı söylemsel araçlarla bir temerrüt hareketi yaşanıyordu Mısır’da. Bu hareket seçileli topu topu daha 11 ay olmuş olan, hem de ülke tarihinin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanının ülkeyi tek başına yönetme cüretkarlığı gösterdiği, dolayısıyla diktatörleştiği gerekçesiyle birçok siyasi parti, sivil toplum örgütü ve kuruluşun Mursi’ye yapacağı bir uyarıyı taşıyordu. O hareketin neticede aslında askere duruma el koymak için bir davetiye olduğu darbelerin diline aşina bir nesil olarak bize çok açık görünüyordu.
Tunus’ta da anayasa hukuku alanında uzman olduğu bilinen Cumhurbaşkanı Kays Said’in yaptığının bir anayasa darbesi olduğu söyleniyor. Anayasanın 80. maddesinin yorumlanmasıyla, oradan kendine bir meşruiyet üreterek yapılan bir darbe. Tunus anayasasının sözkonusu maddesi Cumhurbaşkanına böyle bir yetki vermiyor aslında. Daha doğrusu bu maddeden böyle bir yetki çıkarabilmek için çok aşırı bir yoruma tabi tutmak gerekiyor ki, hangi aşırılıkta yorumlansa da bu yetki çıkmıyor. Bizde darbe teşebbüsleri için TSK’nın dayandığı kendi içtüzüğünün bir maddesi kadar bile bir haklılık kazandırmıyor. Hatta bizde 2007 yılında yaşanan Cumhurbaşkanlığı seçiminde ihdas edilen 367 yorumu kadar bile bir hak vermiyor.
80. madde, ülkenin geleceğini ve bağımsızlığını tehdit eden acil ve tehlikeli gelişmelerin yaşanması durumunda, Cumhurbaşkanına Meclis Başkanı ve Başbakanla danışarak, gerekli olağanüstü tedbirleri alma hakkı tanıyor. Bunu yaparken de sözkonusu makamlarla sürekli iletişim ve işbirliği halinde olması gerekiyor. Üstelik görüşmelerin neticesinde başvuracağı olağanüstü uygulamaları Anayasa Mahkemesi’ne bildirmesi ve bu arada Meclis’in de yürütme organlarının önünü açmak amacıyla sürekli oturum halinde olması isteniyor. Alınacak olağanüstü tedbirlerin de 30 günü geçmemesi beklenir ki, Said’in bu detayları bilmeden işe başlarken önce Meclisi lağvettiğinden, milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırdığından ve Kamu Davası açma yetkisini de uhdesine aldığını duyurdu. Gelen ilk tepkiler üzerine bu Meclis’i sadece bir aylığına askıya almış olduğunu ve Kamu Davası açma yetkisinin Yargıya ait olduğunu teslim etmek zorunda kaldı. Ancak yaptığı işlerle ilgili hukuki dayanaklarının ne kadar temelsiz olduğu da böylece görülmüş oldu.
Burada dikkat çeken önemli birkaç detaydan biri, darbeye kamuoyu desteği sağlamak üzere aylardır yaptığı hazırlık. Bu hazırlık aslında halkı kendisini de seçtiren demokratik süreçlere karşı bir güvensizlik oluşturma konusunda sergilediği yoğun çaba. Demokratik parlamenter sürecin Tunus halkı için kaos, yönetilemezlik ve ekonomik iflastan başka bir şey getirmediği izlenimi özellikle yaratılmak istendi.
Kays Said bu izlenimin oluşması için bizzat kendisi de çalıştı. Sürekli bütün siyasi partileri, parlamentoyu ve bizzat kendisinin atadığı başbakanın yönettiği hükümeti sert bir muhalif gibi popülist tavırlarla eleştirerek işlerini yapmalarına da engel oldu. Kendisini destekleyen, aslında yönlendiren, Fransa ve BAE medyasının da kampanyasıyla demokrasinin bir çıkar yol olmadığı fikrinin halk arasında kök bulmasını sağlamaya çalıştı. Sağlık bakanının Covid19 ile ilgili tedbirlerini halk arasındaki basit efsanelere prim vererek engelledikten sonra iyice yükselen vaka sayıları dolayısıyla da sağlık bakanını ve hükümeti eleştirmekten geri durmadı. Böylece halkta da iyice ayyuka çıkmış hoşnutsuzluğun ortasında gelen bu darbenin halk arasında da bir miktar taraftar bulmasını sağladı. Ancak bütün bu tuhaf davranışlarının sonucunda bu darbe hamlesi gelince o tuhaf davranışları da halk nezdinde bir anlam kazandı ve şimdi yaptığı şey dolayısıyla sorgulanıyor.
Yine kendisinin önayak olduğu bir söylem bazı siyasi partilerin dışarıdan parasal destek aldığını anlatıyor. Genellikle destek kaynağıyla ilgili iddialar Türkiye ve Katar’ı gösterdiğinde bu töhmete çok kolay rağbet ediyorlar. Oysa kendisini bu darbeye kadar ve bu darbeyle birlikte destekleyen tek siyasi parti olarak Tunus Özgür Anayasa Partisi’nin BAE’den açıkça parasal destek aldığı biliniyor. Ayrıca bizzat kendisi şimdi BAE’den gelecek 5 milyar dolarlık bir desteğin beklentisi içinde.
BAE’den bu desteğin niçin geleceği çok açık. BAE’nin Tunus’ta demokrasiye karşı bir darbenin gerçekleşmesi karşılığında her türlü desteği vereceği kimse için sır değildi. Esas soru Tunus anayasası herhangi bir siyasi partinin dışarıdan fonlanmasını yasaklıyorken, bundan dolayı Nahda, Tunus Kalbi gibi bir çok siyasi parti bundan dolayı dedikodulara dayanılarak suçlanırken, BAE Kays Said’i hangi anayasanın hangi maddesine göre ve ne amaçla fonluyor olacak? Said bu fonlamayı kendi halkına izah etme ihtiyacı hissedecek mi?