Modern zamanlar tabirini günlük hayatta çok sık kullanırız. Değişimin izini kabul etmemizi sağlayan bir cümle olarak sığınmaya çalışırız ağzımızdan çıkan bu ifadeye. Şimdilerde “Postmodern zamanlar” diyoruz. D.Harvey’in ifadesi ile “Post’un hâkimiyeti ve neyin öncesinde olduğumuzu söyleyememe” halinde kilitliyiz.
Modern zamanlar, postmodern zamanlar tamam. Lakin çok az insanın dilinde kadim zamanlar tabiri kayıtlı kalmaya devam ediyor. Modern zamanları anlamak için, değişimin izini sürmek için; kadim zamanların yani bütün renklerini, dinin buyruklarından alan zamanların, doğrularına ve yanlışlarına odaklanmamız gerekiyor.
Kadim zamanların doğruları ile modern zamanların doğrularına gözyaşı üzerinden bakmaya devam edelim...
Dindar-muhafazakâr çevrelerde çocukluğu geçmiş olanların, bir vesile ile attığı kahkahanın “Sırattan mı geçtin?” ya da “Cennetten müjde geldi de biz mi duymadık” ifadesi ile kesilmesi ihtimali kuvvetlidir.
Özelde İslam dininde ama genel olarak bütün dinlerde kahkaha ile gülmek makbul bir davranış değildir. Sırattan mı geçtin ifadesi, gülmekte olan genci uyaran Hz. Hasan’ın sözüdür.
İslam ahlakında kişi mütebessim bir çehre ile yüzünü eğmeden, insanlarla ilişkisini selam üzere sürdürür.
Kahkaha konusunda edebe davet edilen çocuklar ve gençler, gözü yaşlı gönlü yaslı olmaya özendirilir. Ruh terbiyesinde hüznün önemi büyüktür. Özellikle ibadet ederken ağlamanın ne kadar önemli olduğu hadis-i şerifler üzerinden anlatılır.
Dindar muhitlerde yetişmiş çocuklar için, ilk kırılma kahkaha bahsinde yaşanır. Evde kahkahası pek de hoş karşılanmayan çocuklar, okulda “Bir kahkaha bir pirzolaya denktir” sözü eşliğinde eğlencenin coğrafyasına davet edilir.
Postmodern zamanlarda gözyaşı giderek dışlanıyor. Hatta pornografik bir unsur olarak seyirlik malzeme haline getiriliyor.
Neden?
Kahkaha bedene, gözyaşı ruha aittir çünkü.
Feministler “Bedenimiz bizimdir” diyor.
Ya ruhumuz?
Postmodern dünyanın müminleri olarak bu soruyu niye soramıyoruz? Ruhumuz kime ait?
Kim barınıyor bize rağmen ruhun mahzenlerinde?
II-
“Küresel dünya”nın “beden siyaseti” gözyaşını pornografik bir unsur haline getirirken, bizim bireysel hikâyemiz nasıl devam ediyor?
En zayıf olduğumuz an birinin gözyaşlarına tanık olduğumuz andır.
Kararsız kalırız çünkü.
Ağlayışını görmeli miyiz görmemeli miyiz?
Görünce teselli ederek susturmalı mıyız yoksa kendi haline bırakarak ağlamasına, ağlayarak içinin arınmasına fırsat mı vermeliyiz?
Ağlayana tanık olan med-cezir halini yaşarken; ağlamakta olan, nihayet toprağın suya erdiği yerdedir. Ağlayarak arınmaktadır.
Çelişkili gibi görünse de, en güçlü olduğumuz zaman ağlayabildiğimiz andır esasında. Bedenin iktidarını reddettiğimiz andır çünkü.
Herkes ağlayamaz fakat sadece ağlayabilenler yaralarını sarar.
Lakin herkesin yanında ağlanmaz.(Ekranda ağlamak herkesin yanında ağlamak bahsine kayıtlı mıdır? Esas konuşmamız gereken konu tam da bu!)
Ağlamak mesafenin bittiği yerdir. İnsanın kendisine koyduğu sınırın, muhatabına koyduğu sınırın bittiği yer gönülden çıkıp gözden akan pınardadır.
Bütün mesafelerden arınmıştır ağlayan kişi. Tevhidi idrak etmenin en has makamıdır. Onun için ağlayarak namazı öğütler bize Efendimiz. Gözyaşının değdiği yerleri cehennem ateşinin yakmayacağının müjdesini verir.
Ve idrak hali gözyaşından gelir. Efendimiz buyurur: “Benim bildiğimi bilseydiniz daha çok ağlar daha az gülerdiniz.”
İnsanlar modernleştikçe gözyaşından ve kederden uzaklaşıyor. Daha doğrusu duygulardan. Duygu olarak sadece kendini iyi hisset diye bir bahis var. Daha çok ye daha çok gez, daha çok eğlen. Ruhunu unut bedenini şımart.
Kadim zamanlarda bedene aşırı itina göstermek makbul değildi. Makbul olan az konuşmak, az uyumak ve az yemekti.
Postmodern zamanlarda ruha gösterilen itina “hoş” karşılanmıyor.
Yani her vesile ile haydi eller havaya.
Meraklısı için not: Yukarıda okumuş olduğunuz yazıyı 30 Ağustos 2013 tarihinde bu köşede yayınlamıştım. Bilmiyorum neden bugün yeniden yayınlamak istedim. 2020 yılının ilk yazısını neden altı yıl öncesinden seçtim? Çoktan unutmuş olduğum bu yazı salı sabahı bir vesile ile karşıma çıkınca vardır bunda bir hayır deyip dikkatinize sunmak istedim. Dikkatinize ve rikkatinize her zamandan daha çok muhtaç olduğumu bilmeni isterim ey okuyucu!